Teröriste saygı, gençlere şiddet!

Haberin Devamı

Teröristbaşı Abdullah Öcalan bugünlerde kendini kral gibi hissediyordur şüphesiz. Öyle ya, “Hükümetin ‘demokratik açılım’ açıklamasından sonra gözler Öcalan’ın Ağustos’ta yapacağı açıklamaya çevrildi” gibi; hükümetle, Başbakan’la onu bir “denklik” içinde göstermek az şey mi?.. O da “Benden ricada bulunuyorlar, dikkate alıyorum” benzeri açıklamalarla bu haberleri tepe tepe kullanıyor. Avukatları deseniz, her biri adeta “Genel Başkan sözcüsü” gibi... Sadece Öcalan mı, Karayılan konuştuğunda da gündem değişiyor bu ülkede...

Kısacası efendim, onbinlerce kişinin ölümünden sorumlu teröristlere “bakan, başkan” muamelesi çekilirken bu ülkenin üniversite öğrencilerine, vatandaşlarına da evlere şenlik bir “terörist muamelesi” yapılıyor.

“Deprem konutlarını elimizden alacaklar” diye tepki gösteren depremzede kadınlar ağızları kapatılarak salondan sürükleniyor. “Sizi neden alkışlıyorlar, hepimiz işsiziz” diyen genç kızın ağzı kapatılıyor, polise laf eden genç yere yatırılarak kafasına basılıyor, metalci selamı yapan gençler gözaltına alınıyor, pankart taşıyan gençler hapis cezasıyla yargılanıyor... Ve YÖK Çalıştayı’nda “Bize söz hakkı vermiyorsunuz” diyen öğrenci yine ağzı kapatılarak, boğazı polis koluyla sıkılarak sürükleniyor. Aynı şekilde birkaç genç daha...

Kısacası aynen artık ülkede suçlunun “suçsuz”, suçsuzların ise “suçlu” yerine konması gibi burada da terörist ile masum yer değiştirmekte...

Hemen yazacaktım ama birkaç gün geçti; YÖK Çalıştayı’nda öğrencilere gösterilen şiddete Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet İnsel ile YÖK üyesi Prof. Dr. Burhan Şenatalar tepki göstermişler. Prof. İnsel öğrencilerin yerlerde sürüklendiğini görünce “Çocukları bırakın faşistler” diye bağırmış ki ben de haberi okurken “Helal olsun size” diye bağırdım.

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ise “Öğrencilere yapılan müdahaleyi nasıl karşılıyorsunuz” sorusunu cevapsız bırakmış. Oysa o sorunun cevabını Ahmet İnsel’den önce Bakan’ın vermesi ve “Asla onaylamıyorum. Öğrenci aşırı tepki göstermiş olsa da cevabı bu olamaz” demesi gerekirdi. Özellikle de ortada “üniversite harçlarına büyük zam” gibi bir durum varsa ve öğrencilerle aileleri “ödeyemiyoruz, bizi çaresiz bırakmayın” diye çırpınıyorlarsa seslerini Bakan’a duyurmaya çalışmalarına kimse kızamaz, şiddet gösterip susturamaz.

TESEV’İN ARAŞTIRMASI

Prof. İnsel’i gerçekten çok takdir ettim ama keşke aynı demokrat tutumu ülkedeki diğer faşizan baskılar konusunda da gösterse... Zira her ne kadar birileri yargının ve medyanın üzerindeki siyasi baskıyı yadsımaya veya tersine çevirmeye çalışsa da, var gücüyle halkı bunların olmadığına inandırmak için kalem oynatsa da başta bu “demokrasilerde en önemli iki kurum” olmak üzere -sivil toplum kuruluşları dahil- tüm kurum ve kuruluşlar üzerindeki siyasi baskı dayanılmaz boyutta.

Eleştiri yapabilen medya kesiminin “eli kolu bağlı” duruma getirildiği ortada... Yargı konusunda ise TESEV gibi genellikle iktidarı destekleyen çalışmalar sunan bir vakfın yaptığı son araştırmanın sonucu bile: “Yargının bağımsız olmadığını, yargı bağımsızlığına en büyük tehdidin hükümetten geldiğini, mahkemelerin adaleti sağlayacağına milletin güveninin eksildiğini, ihtilaflarda ise ‘mahkeme dışında’ başvurulacak bir merciin olmadığını” ortaya koydu.

Bu da, YÖK Çalıştayı’nda veya diğer olaylarda ortaya çıkan ‘şiddet yoluyla susturma’ eylemlerinde ya da herhangi bir başka sorunda “bunları çözecek, başvurulacak bağımsız mahkemelerin, duyurabilecek bir medyanın tümüyle ortadan kalkması” halinde toplumun hali ne olacak sorusunu getiriyor. Polise “Bırakın çocukları” diye bağıran Prof. Ahmet İnsel’in ve tüm bilim adamlarının, gazetecilerin bu baskıları da henüz zaman varken düşünmeleri iyi olur. Zira polis de sonuçta hükümetin isteği yönünde davranıyor değil mi?

*****



“KÜRT SORUNU” KAÇ KİŞİNİN SORUNU?


DTP’nin yıllardır “Kürt sorunu” diye tutturduğu ve terör yoluyla dayatılan isteklerin aslında bir “dil, kültür, eşit haklar” sorunu olmadığı kendilerinin bugüne kadar yaptığı birçok konuşmayla da sabit... Ama diyelim ki sorun bunlardır veya Kürt sorunu denen mesele “özerklikten, yerel yönetimlere tam yetkiden” başlayıp, “ayrı bir devlet”e, ful kapsamlı affa gidecek isteklerdir, peki bu sorunu kaç kişi öne sürmektedir?

Önce “7-8 milyon Kürt vatandaş var” dendi, sonra bu 12 milyona çıktı, 14 milyon diyenler oldu. Ahmet Türk ise 20 milyon dedi. Peki o zaman DTP neden seçimde sadece 2. 151 milyon oy aldı?

Geriye kalan Kürt seçmen (ki bu hesaba göre en az 13 milyon olmalı) neden “Kürt sorunu” diye tutturan DTP’ye oy vermedi?.. Vermediğine göre bu sorun sadece parti üyelerinin veya diyelim ki 20 milyonda 2 milyonun sorunu anlamına gelmez mi?

Gelir. O halde geriye kalan 18 milyonun (veya 13 milyon seçmenin 11 milyonunun) böyle bir sorunu yok demektir. Özellikle de böyle bir durumda hükümetin ülkeyi ilerde gerçek sorunlara sürüklemeyecek, zorla gündeme sokulan Türk-Kürt ayrımını iyice güçlendirmeyecek kararlar vermesi gerekir. Asıl mesele DTP’nin teröre arka çıkacağına terör örgütünün tümüyle silah bırakması yönünde siyaset yapmasıdır.

Zira eğer bir parti terör eylemleriyle tehdit ederek olayları istediği yörüngeye sokabiliyor, devlet de buna boyun eğiyor görüntüsü veriyorsa asıl “büyük sorun” buradadır. İyi düşünün!

DİĞER YENİ YAZILAR