Hukuk cinayetleri koleksiyonu

Haberin Devamı

Birol Evin isimli okurum dün internette köşeme yazdığı yorumda “Suçsuz, bilgili, dürüst bir insanı içeri atın, bir ayda kederinden kanser olur. Bunların isteği de bu, bir nevi idam cezası. Al içeri ızdırap çektir, sonra sal... Nasılsa ölecek” diyordu.

Fatma Türkmenler “Tahliye olanların hepsi hasta, hastalandırıp salıveriyorlar. Suç yok ki suçlu bulunsun”, Lavgar Üsüün ise “Başbakan diyor ki ‘Akman kendini en iyi şekilde müdafaa edecektir’, nasıl yani? Tutuklanmadan dışarıdan. Peki rektörler, gazeteciler ve diğer sanık durumundakiler neden aynı şekilde dışardan, tutuksuz kendilerini savunamıyorlar? Hukuk cinayetlerine son verilsin!”

Aynı tepkilerle gelen yüzlerce mail ve internet yorumu arasından seçilmiş sadece üç vatandaş görüşü bunlar. Bir yanda Ergenekon diye isim koydukları ve ülkenin hemen tüm hukuk adamlarının “siyasallaştığını, bir siyasi intikam aracı haline getirildiğini” söylediği, Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un ise hakkında “Adıyla siyasallaşan dava; Ergenekon” isimli bir kitap bile yazdığı, gerçekten bir darbe isteğiyle hareket edenler varsa bile bunların da o karambolde kaybolduğu garip soruşturma ve operasyonlar...

Diğer yanda suçluların adı Alman yargısı tarafından “asıl failler” diye verildiği halde üstü örtülen, delillerin yok edilmesi için zaman kazandırılan Deniz Feneri soruşturması. Başbakan Erdoğan “Herkes için spekülasyonlar yapılır, yalnız Zahid Akman için değil, bizim için de yapıldı. O kendini en iyi şekilde müdafaa edecektir” dedi.

“Yüzyılın en büyük bağış yolsuzluğu” denecek boyuttaki Deniz Feneri soygunu gibi bir büyük olayda adı “asıl fail” olarak geçen ve Alman yargısının “yolsuzluğu alışkanlık haline getirdiklerini” vurguladığı isimler için Başbakan’ın “basit ve kendilerine de olabilecek bir spekülasyon” havası vermesi görülmüş veya görülebilecek bir olay değildir.

Aynı şekilde onun ve Bülent Arınç’ın “O kendini en iyi şekilde savunur” dedikleri, mahkemenin ise “mal varlığına tedbir” koyarak “hakkındaki iddiaların geçerli olabileceğini” anlattığı bir ismin hâlâ RTÜK Başkanı olarak tutulması ve sözüm ona Bülent Arınç ve AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ tarafından “istifa çağrısı” yapılması da görülebilecek şey değildir (ve sadece “hükümet arka çıkıyor” iddiasını bertaraf etme çabasıdır.)

Bunların hepsi oyalama ve zaman kazandırma taktikleridir ve millet de bunu doğru şekilde değerlendiriyor. Hükümet istese bugüne kadar denetleme mekanizmalarını baştan devreye sokarak delillerin yok edilmesini önleyebilirdi ama bilinçli şekilde geciktirdi, olayın özeti bu!

Kanser olan “Ergenekon” tutuklularına gelince... Okurlarımız yorumlarında çok haklılar; düzgün, dürüst, saygın insanları “işlemedikleri suçlarla” suçlayıp cezaevine tıkarsanız üzüntüden kanser olmalarında şaşılacak bir şey yoktur. Zira kanserde en büyük etkenin “aşırı stres ve üzüntü” olduğu bilimsel olarak da kanıtlandı.

Eşitliğe (!) bakın ki; kanser olan, kalp krizi veya beyin sorunu yaşayarak GATA’ya nakledilenler nedeniyle GATA bile Ergenekon’a dahil edildi. Yani sebebini bilmeden aylarca hapsedilen kanserli hasta suçlu, tedavi eden de suçlu.

Ama suçluluğu kesin şekilde açıklanmış olan Deniz Feneri sanıkları “spekülasyon”la karşı karşıya. İşte Paşam Türkiye’de adalet... Bozdur bozdur harca!

“Yargı siyasallaştı, kuşatıldı” diyen hukukçular haksız mı şimdi?

(Not: Deniz Feneri ile ilgili hiçbir gelişmenin yandaş basında yer almamasına nasıl bir anlam vermek lazım, üzerinize afiyet bunu bulamadım işte.)


***



Ne mayınmış, ne araziymiş yahu!

Araştırmacılardan ve bölgede görev yapmış askerlerden “mayınlı arazi ve ihalesi” ile ilgili çok sayıda bilgi geliyor. Örneğin; Malatya’da İstihkam Tabur Komutanlığı yapmış olan ve “gerçekleri bizzat yerinde izledim” diyen Ahmet Üyüllü bugün TV programımda da tartışacağım bazı açıklamalar yapmış.

“Bu durumda bir mayınlı saha özel bir teçhizat gerektirir. Dünyadaki uygulamalarda bu tür görevler BM ve NATO destekli olarak sivil unsurlar tarafından yerine getirilmektedir. Canın değeri para ile ölçülemez. Bu şekilde temizlenirse arazi ona buna verilmeden elimizde kalacaktır” diyor.

Diğer uzman mektuplarında ise “Dünyadaki en büyük mayın temizleme projesinin Suriye sınırındaki mayınlı alan olduğu”, Milli Savunma Bakanlığı’nın bu önemli alanı ve projeyi NAMSA’ya (Nato İkmal ve Bakım Ajansı) vermesinin bile hata olacağı anlatılıyor.

Bu verimli alanın yılda 60 milyon dolarlık tarım geliri ve ayrıca büyük bir petrol geliri getireceği, 49 yıllığına yabancılara devredilmesi yerine Türk firmalarının ve insanlarının bu görevi üstlenmesi gerektiği ortak görüş olarak ortaya çıkıyor.

TSK ise daha önce “mayınların temizlenmesi için

45 milyon dolarlık teçhizata gerek olduğunu” hükümete bildirmişken Orgeneral Başbuğ ABD’de yaptığı konuşmada “Bütün çareler için uğraşılır ve olmuyorsa TSK mayın temizleme işini yapar. Bir ateş parçası varsa elle mi almak lazım, maşayla mı” dedi.

“O alana bir kuruluşun sertifika vermesi lazım, NAMSA bunu veriyor” sözleriyle de belli bir firmayı işaret ettiği görülüyor. Ama acaba tek çözüm bu mu?

Bugün Her Açıdan’da bu soruları da Kemal Kılıçdaroğlu ve diğer konuklarla tartışacağız. Bakalım neler çıkacak...

DİĞER YENİ YAZILAR