“Kemalin” ilacı müthiş bir buluş ama...

Haberin Devamı

Yandaş medya” olarak anılan iktidara ait veya yakın medya AKP ve Tayyip Erdoğan’la ilgili hiçbir olumsuzluğu yazmaz ama özgür, iktidara ve diğer partilere bağımlı olmayan medya her şeyi, herkesi, her hatayı yazabilir, açıkça söyleyebilir.

Aradaki fark budur. Özgürseniz eğer Erdoğan’ın da yanlışlarını tek tek sayabilir, hatta kendisinin “yanlış kişi” olduğunu söyleyebilirsiniz, Baykal’ın da... Çünkü sizin için önemli olan partiler veya liderler değil yalnızca ülkenizin bugünü ve geleceğidir.

Deniz Baykal’a 22 Temmuz seçimlerinden önce de, sonra da defalarca Margaret Thatcher örneğini hatırlatarak “Artık zamanı, çekilip memleketin ve partinizin önünü açın, yeni ve yıpranmamış bir isimle ana muhalefet partisi taze bir güç, iyi bir alternatif olarak ortaya çıkabilir” dedik, hiç oralı olmadı.

Bugün çekilmesinin zamanının geldiği çok daha açık şekilde ortaya çıkıyor. Kim ne derse desin şimdiden başlatılan “Nisan’da Sivil Anayasa” kampanyası, seçim sonrasında da tüm yolsuzlukların ve yanlışların üstünün tekrardan yeni anayasa polemikleriyle örtüleceğini gösteriyor. Sivil anayasa ne insan haklarını, kadın haklarını, ne de vatandaşlara daha adil ve iyi bir yaşam tarzını hedeflemek üzere isteniyor. Tek amacın devlette “denetim yapabilecek tüm kurumları ‘iktidar kurumu’, devleti de ‘parti devleti’ haline getirmek ve yeniden rejim tartışması yaratmak” olduğunu geçen taslaktan biliyoruz.

Öte yanda işsiz insanların sayısı tavan yapmış, ekonomik kriz sanayileri çökertiyor, CHP’nin ekonomist diye aldığı isimlerin ne sesi, ne bir projesi duyuluyor. AKP Genel Başkanı ve partisi il il, ilçe ilçe, köy köy dolaşırken, CHP Genel Başkanı birkaç başarılı ve çalışkan milletvekilini öne sürüp onların çabalarını Genel Merkez binasından izlemekle yetiniyor. Arada bir grup konuşması yaparak polemik yaratıyor veya karşılıklı liderler atışmasında boy gösteriyor, sonra kayıp.

Dışarda kar yağarken sıcacık konforlu odasında manzara seyredip yeni polemikler mi düşünüyor bilemeyiz ama acaba etrafında hiç “bu işin böyle yürümeyeceğini” söyleyen bir danışman, bir dost yok mu?

Ülkenin bu kadar sorunu varken, gençler “imdat” çığlıkları atarken nasıl oturabiliyor? Adamlarıyla birlikte çizmeleri çekip en ücra köşelere koşmaktan, insanlara yeni projeler, ümitler vermekten nasıl kaçabiliyor?

Sevigen derhal gitmeli

Bu başlıkla bir başka yazıyı yazalı 10 gün kadar oluyor. CHP yönetiminde önemli bir makamı işgal eden ve hakkında yolsuzluk iddiaları bulunan Mehmet Sevigen’in derhal bu görevden alınması ve hakkında soruşturma başlatılması gerektiğini söyledik.

Şimdi ortaya belgeli rüşvet de çıktı, bunun Şaban Dişli olayından tek farkı Dişli’nin elinde iktidar gücünü bulundurmasıydı, başka ne farkı var? Kendisinin “Dişli’yi koruyan Erdoğan”dan ne farkı kaldı?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “yolsuzlukları bulunan veya yolsuzluk semptomu geliştiren kişilere karşı” kullanılmak üzere hazırlattığı “Kemalin” ilacı Türkiye’nin tam ihtiyacı olan ilaç (!).. Hiç kimsede gülümseyecek hal kalmadı ama müthiş bir espri, müthiş bir buluş.

“İlacın aşırı derecede alınması vurgun yapan veya yapma ihtimali olanları istifaya kadar götürüyor”muş.

Tek ümidimiz Sevigen’e de “Kemalin” içirmek mi olacak?

Obama’nın “vergi kaçırdığı” anlaşılan danışmanını (Sağlık Bakanı yapacakken) danışmanlıktan attığını ve bu nedenle halktan kendisinin özür dilediğini de mi görmediler?

Sevigen derhal yönetimdeki görevinden uzaklaştırılmalı ve yargıya teslim edilmelidir.

Ama yetmez... Baykal’ın da onunla birlikte görevi bırakması çok daha hayırlı olacak. Çünkü şu anda bir de “suçluyu koruyan genel başkan” durumunda kaldı.

AKP ve Başbakan bunu yapmaktan çekinmedi, çekinmiyor. Milleti dev yolsuzluklara bile susmaya, kabullenmeye, rüşvete alıştırdılar.

CHP de aynı yola mı girecek, anlatsınlar Türkiye’ye!

*****


Günah çığırtkanları

Öğretmen adaylarından gelen isyan dolu mektupların arkası kesilmiyor. Dün bir kadın okuyucunun gönderdiği mektupta anlatılanları aynen duymanızı istiyorum (öğretmenlik tümüyle hayal olmasın diye isim vermiyorum):

“.... Ne olacak ülkemizin hali, ne olacak bizim sonumuz? KPSS kadrolarını bir yoklayın. İmam hatip için Kastamonu 85, Çorum 49, Van 45, Konya-Malatya 40 kişi gibi. Bir de diğer bölümlere bakın 1, 3, 5... Bir elin parmağını geçmiyor. Bölümünüz 82 ile alıyor siz KPSS’den 92 alıyorsunuz ama işe alınamıyorsunuz ve nedenini bilmiyorsunuz. Elle tutulur bir sebep, açıklama yok (...) Cemaat ayakları köylere kadar uzanıyor. Artık 70’lik nineler bile el öptürmez, peçesini açmaz oldu. Saf, temiz, cahil insanlarımızın beyni öyle yıkanıyor ki kimsenin gözü AKP’den başkasını görmez oldu, onlardan başka herkes ‘gavur zihniyetinde’ görülüyor.

Artık harem-selamlık kurulmayan köy yok gibi. AKP her karış toprağı ilmek ilmek örüyor. Şimdiye kadar görmediğimiz şeyleri görmeye, duymaya başladık. O bakışlardan, imalı konuşmalardan, sürekli ‘günah çığırtkanlıklarından’ kendimizden şüphe duyar hale geldik. Zaten amaç da bu. Birçok üniversiteli kız, özellikle 1. sınıflar hemen ağa düşürülüp cemaatlere sokuluyor. Cemaat evlerinin sayısı aile meskeninden fazla hale geldi. Yurtlarda da oda oda gezip mescide, namaza çağırıyorlar, gitmeyip ders çalışanlara “Allah’ın huzuruna çıkmaktan korkuyor” lafları söyleniyor.

Erzurum’da, dolmuşta yaşlı bir adamın ‘yanına oturdukları için’ çarşaflı kadınların yüzüne tükürdüğünü de bildirmek isterim. Zamanınızı aldım ama çok doluyum kusura bakmayın. Saygılarımla.”

Tek bir yorum yapacağım geriye kalanını size bırakıyorum, çünkü gidişi kendinizin değerlendirmesi lazım. İnsanın namaz kılması veya inancı neyse o yönde ibadetini yapması güzel bir şeydir ama bu baskıyı yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

Yurtlarda kalan, evlerinden uzak eğitim gören gençlerin cemaat baskıları altına girmesini devlet önlemek zorundadır. Aynı baskıyı burs vererek de yaptıkları biliniyor.

Peki devlet nerede? Muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşları da köşelerine çekilirse bunların hesabını kim soracak?

DİĞER YENİ YAZILAR