Karın doğal afet olduğunu kim bilebilirdi ki?

Gecenin saat 2.00'si... Evin içi Sibirya gibi... Dışarıdaki fırtına odalarda esiyor sanki. Bütün gün ne yaptımsa evi bir türlü ısıtamadım

Haberin Devamı

Gecenin saat 2.00'si... Evin içi Sibirya gibi... Dışarıdaki fırtına odalarda esiyor sanki. Bütün gün ne yaptımsa evi bir türlü ısıtamadım.

Ben kat kat yün kazaklar, elimde eldivenlerle dolaşıyorum da asıl endişem çocukların odaları. Uyuyorlar, yanaklarına dokunuyorum buz gibi. Pencerelerin önüne yastıklar diziyorum olmuyor. Olmuyor. Çünkü kaloriferler yanmıyor.

'Bu doğalgaz geleli ısınamıyoruz' diye söyleniyorum kendi kendime, salondaki şömineye odun atarken. Odun da bitmiş, çıkıp karların içinden almak lazım birkaç tane. O sırada birden aklıma geliyor; bütün gün kaloriferler yanmadı, sakın ikide bir elektrik kesildiğinde otomatik ayarından kapanmış olmasın? Herkes uyuyor, ne yapacağım şimdi?

Bahçedeki merdivenlerde kaymamak için kar ayakkabılarımı giyip elimde fenerle karanlıkta kazan dairesine iniyorum. Bekliyorsunuz, itiraf edeyim evet korka korka. Filmlerdeki gibi bir sahne, neden korkmayacak mışım ki?.. Ama inmek zorundayım, yoksa hep birlikte donacağız evin içinde.

Tahmin ettiğim gibi sönmüş kazan. Yakıyorum, biraz
sonra yavaş yavaş ısınmaya başlıyor ev.

Şanslıyız yine de, sonunda donmaktan kurtulduk. Ya donanlar, onlar ne olacak?

Nitekim sabah arkadaşlarımın telefonlarıyla uyanıyorum. Evlerinde dünden beri elektrikler tümüyle kesik. Donuyorlar, su yok, telefonlar çalışmıyor ve cep telefonlarının da şarjı bitmek üzere. Hepsinden aynı şikâyetler. Kimbilir aynı durumdaki yaşlı insanlar ne sıkıntı çekiyorlardır..

Televizyonu açıyorum, bütün kanallarda "kar felaketi" haberleri. Karın ortasında mahsur kalan araçlar, evlerinde ekmeksiz, susuz, elektriksiz kalan insanlar.

"Ne belediye, ne polis, ne asker, ne Karayolları memurları yardıma gelmiyor" diye sızlananlar.

Karayolları sorumlularının kendileri de sızlanıyor işin kötüsü; "karda çalışmak imkânsız" diye.

İşte bir başarılı hükümet(!) daha kara teslim. Aynen bundan önceki yıllarda olduğu gibi... Kimse çıkıp da "bu, belediyenin sorumluluğu" demesin. Ben vatandaş olarak bütün yönetimi sorumlu tutarım, bu rezalet ancak sahipsiz memleketlerde görülür.

Bırakın yolları filan, elektrik neden kesiliyor koca İstanbul'da? Telefonlar neden çalışmıyor, su neden yok? Karayolları niye kışın ortasında kara, yağmura hazırlıklı değil?

Haydi, deprem hattı üzerinde olup, her an deprem beklenen bir ülkede binaları güçlendirmek yerine şimdiden "gelecek depremlerde yıkılacak evleri karşılamak üzere" bizden vergi toplamalarını bile bir yana bırakalım. California da 6.5 şiddetinde deprem olduğunda ve bütün dünyayı titrettiğinde evlerin yıkılmadığını ve sadece iki kişinin öldüğünü unutalım. Her depremde bizimkilerin sanki ilk defa karşılaşıyorlarmış gibi, yıkılan evler, ölen insanlar için "doğal afet" mazeretlerini yutmaya çalışalım.

Ya bu nedir?

Karın bir felaket, bir doğal afet olduğunu nasıl yutacağız?

Tanrı aşkına nasıl?

AKP ne zaman Ak Parti olur?
Bugüne kadar hangi iktidar partisini veya siyasetçiyi tenkit etsek o parti ya da siyasetçi kendisine karşı olduğumuzu zannetmiştir. Türkiye'deki "basını algılama" hatasının sonucudur bu.

Bir liderle veya politikacıyla karşılaşır, gayet dostça sohbet edersiniz. Sonra aynı kişinin bir hatasını gördüğünüzde doğal olarak görevinizi yapar ve yazarsınız (her gazeteci buna dahil değil tabii)... Aman efendim hemen şaşırırlar, suratları asılır. Artık kanka (!) oldunuz ya, neden birden değişmiştir bu gazeteci, anlam veremezler.

Oysa biz kimseye karşı değilizdir, iyi şeyler yapıldığında takdir ettiğimiz gibi yanlışları da -her kim olursa olsun- anlatmak, uyarmak işimizin bir parçası, hatta kendisidir.

Her neyse, ne zaman Hükümet için bir şeyler yazsam partililerden birkaç mektup alıyorum; "bu hükümet şöyle iyi, böyle başarılı, neden onları yazmıyorsunuz" diyorlar. Onun için önce "iyi şey"den başlayalım. AKP'nin AB konusundaki İsrarlı çabalarını, eğer daha güçlendikçe değişmezlerse, uyumu, istikrarı bozmamak için gösterdikleri özeni beğeniyorum şimdilik. TCK Komisyonundaki AKP'li milletvekillerinin çıkacak yasaların çağdaş bir ülkeye yakışır olması için gösterdikleri çabayı beğeniyorum.

Her ne kadar Pakistan Cumhurbaşkanı'nın eşi Sehba Müşerref bize "kadınların başını örtmesinin gericiliğin simgesi olduğu" konusunda bir ders vermiş ve buna "Kur'an'ın yanlış tefsir edilmesinin neden olduğunu" söylemiş ise de, Başbakan Erdoğan'ın Suudi Arabistanlılara "değişimi izlemeyin, değişime uyun" demesini, oraya gayet şık, ülkemizi iyi temsil eden bir Başbakan olarak gidişini ve güzel konuşmalarını takdir ediyorum.

Ama... Perşembe akşamı bir kanalda kendilerine AKP değil Ak Parti denmesini istediklerini fakat birilerinin bunu kasıtlı olarak önlediğini, ısrarla AKP demeyi sürdürdüğünü anlattığı konuşmasına hiç mi hiç katılmıyorum.

Kimse kasıtlı olarak AKP demiyor. Bir kere bugüne kadar Türkiye'de siyasi partilerin ismi hep aynı şekilde kısaltılarak kullanıldı.

İkincisi... Eğer mutlaka Ak Parti olmak ise emelleri, önce aklanmaları, temizlenmeleri gerek. Bunun için ne gerek?

Kendileri dahil herkesin kanun karşısında hesap vermesini (zaman aşımını beklemeden) sağlayacak "DOKUNULMAZLIK" zırhının kaldırılması gerek.

Bu ülkenin bütün vatandaşları yargıya nasıl güvenip karşısına çıkabiliyorlarsa siz de çıkacaksınız. Kaçmayacaksınız.

İşte ancak o zaman Ak Parti olabilirsiniz, lafla değil!

DİĞER YENİ YAZILAR