Sağduyulu halk bu BOYKOT’u ne yapar?

Haberin Devamı

Önce şunu açıklığa kavuşturmalıyız Tayyip Erdoğan’ı “AKP Genel Başkanı” olarak mı kabul edelim, yoksa o “Türkiye’nin Başbakanı” mıdır?

Her ne kadar kendisi sık sık “koca bir Başbakan” olduğunu hatırlatıyorsa da iktidarla bağlantılı yolsuzluklar konusundaki tutumu da, gerçekleri halka duyurma görevini yerine getiren medya kesimine yaptığı saldırılar da Başbakan değil, adeta “rakip partiye savaş açmış ve kontrolünü de kaybetmiş bir parti başkanı” havasını yansıtıyor.

Şaban Dişli’ye dokunulamadı, Deniz Feneri gibi “Almanya’daki en büyük yardım yolsuzluğu” denen dev bir yolsuzluğa önce kendisi karşı çıkmalıyken bu olayın açıklanmasına, Alman Savcı’nın “siyasi ve İslâmi boyutu var” demesine, Alman yargısının açıklamalarını veren gazetelere işi gücü bırakıp tepki cevapları yetiştirdi. Ve bu büyük suçun faillerinden olan Zahid Akman hâlâ yerinde oturuyor, çoğunluğu AKP’lilerde olan RTÜK “istifasına gerek olmadığına” karar vermiş. Gerek olması için ne tür bir suç bekliyorlar acaba?

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, 22 Temmuz seçimlerinden sonra “herkesin başbakanı” olacağını, “her kesimi kucaklayacaklarını” söylemişti. Seçimden sadece bir yıl sonra bırakın kucaklamayı, büyük kesimlerle birlikte ülkenin medyasını elinden gelse bir karış suda boğacak.

Deniz Feneri sizin mi?

Her gün ama her gün ekranlarda olup biteni, “olup biten” yanında olmayanları, dedikoduları, iftiraları da öfke saçarak konuşup duran Tayyip Erdoğan, sanki saklı gizli şeyler varmış gibi “Benim ülkemin insanları birçok gerçeği bilmiyor” dedikten sonra (onları da anlatsa ya, ne duruyor) artık siyasi baskı sınırlarını tümden aşarak Hitler’i hatırlatmış dinleyenlere...

“Yazılı görsel medya ne yazarsa yazsın, yeter ki teşkilatımız çalışsın, bizi kimse tutamaz. Yüzde 47-50’nin üstüne rahat çıkarız” dedikten sonra “Partimin mensupları, kampanya yapın, bu gazeteleri evinize sokmayın” diyerek Deniz Feneri ve Şaban Dişli olaylarını açıklayan medyaya karşı “AKP kampanyası” başlatmış.

Gerçekten de bugüne kadar her şeyin yazılıp çizildiği hiçbir iktidar döneminde ne iktidar, ne muhalefet böyle bir skandala imza atmamıştı.

Ülkenin Başbakan’ı, ülkenin medyasına karşı kampanya başlatıyor. Sanki Deniz Feneri şahsi malıymış da onun davası kendisini sıkıyormuş gibi, yolsuzluklara karşı çıkıp medyayı destekleyeceğine yolsuzlukların ortaya çıkarılmasına sinirleniyor, köpürüyor.

Görülmemiş şey doğrusu... Bir daha görülemez de...

Demokrasi, buraya kadar!

Şimdi tabii ona “en demokrat başbakan”, AKP’ye “en demokrat parti” etiketi yapıştıran AB’nin ve ABD’nin medyalarından, siyasetçilerinden, 22 Temmuz’da “Demokrasi kazandı” diye ekranda göbek atan liberal yazarlardan yorum bekliyoruz.

İşte size demokrasi!..

Gerçek aslında “görünenden farklıysa” ve üstü Erbakan’ın dediği gibi “çikolata kağıdıyla” kaplanmışsa o kağıt biraz sıyrılınca altından ortaya çıkıverir.

Erdoğan’ın demokrasisi de buraya kadar.

Eleştiri yapan gazetecilerin köşesini o gün elinden alan, attırabileceği ortam varsa işten attıran, medyayı tehditle iftirayla susturamıyorsa boykot ilan eden siyasetçi, akıllı seçmeni bir daha inandıramaz.

Demokrasiye, özgür medyanın özgür bir ülke için önemine inanan ve korunmasına önem veren her vatandaş, bu boykottan sonra inadına Tayyip Bey’in savaş açtığı gazeteleri almalıdır.

Bütün bu olanlardan sonra hâlâ “yüzde 50 oy alırım” diyebilen bir başbakan her şeyden önce vatandaşlarının adalet duygusuna ve sağduyusuna hakaret etmektedir.

*****

Nazlı Hanım’ın düzenlemeden haberi yok!

Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Babahan’ın “Biz yazarımızın yazılarına ne müdahale ettik, ne de son verdik, sayfa düzenlemesi yaptık Sevgili Ahmet” şeklinde bir cevap yazması Ahmet Hakan’ı memnun etmiş.

Olaya “Ne şahane malzeme” diye bakmadığını söylüyor. Elbette “medya özgürlüğüne iktidar baskısı” açısından bakmıştır, ona şüphe yok.

Ama... Ben köşesi başka bir meslektaşımıza Haşmet Babaoğlu’na verildikten birkaç gün sonra Nazlı Hanım’la bir TV programında beraberdim ve ona neler olup bittiğini sordum. O da “Haberinin olmadığını, kendisine bildirilmediğini, açıklama beklediğini” kameranın önünde de söyledi.

Şimdi, başka hiçbir yazarla ilgili bir “düzenleme” yapılmazken, tam da Ilıcak’ın samimi ve basın özgürlüğüne saygılı olan her gazetecinin yapması gereken “Şaban Dişli, Zahid Akman ve Deniz Feneri” ile ilgili eleştirilerinin hemen ardından “tek düzenleme” Nazlı Ilıcak’ın köşesinin, sayfasının elinden alınması şeklinde yapılırsa bunun da doğal bir düzenleme olduğuna (‘saflar inanır’ diyeceğim ama Ahmet Hakan bozulur, çünkü hiç de saf değildir kendisi -tam aksine fazla uyanık-) kimsecikler inanmaz.

Nazlı Ilıcak bundan sonra Sabah’ın başka bir sayfasında yazmayı sürdürebilir ama genelde AKP’nin, özelde Başbakan’ın, kendilerini yıllarca kayıtsız şartsız desteklemiş yazarlara, hele de Ilıcak gibi deneyimli ve medyanın önemli ismi bir yazara bile, en ufak eleştiride tolerans göstermeyeceği, kendi medyasında yazanları yine kendi buluşu olan “silahşörleri, paralı askerleri” gibi gördüğü açıkça ortaya çıkmıştır.

Ergun Babahan’ın bu masalları çocuklara anlatması gerekmektedir.

DİĞER YENİ YAZILAR