Tüm dinlerin etkisinden uzak...

Haberin Devamı

Demek ki laikliği tarif ederken bile çok dikkatli olmak gerekiyor, “din” lafı geçti mi hemen kafalar karışabiliyor...

Laikliği dine karşı bir kavram gibi tarif etmek tamamen siyasi bir olaydır. Bu şekilde kavram kargaşası oluşturmanın getirdiği oylar çok kolay kazançtır. Bunu anlayanlar peşini bırakmaz. Bırakmadılar, bırakmayacaklar.

Bir okuyucu “laikliği tarif ederken tüm dinlerin etkisinden uzak kalınması ifadesini kullanmışsınız, yani ateizmi... Korkmayın, açıkça söyleyin ve rahatlayın” demiş. Bu başkalarının da benzer bir hataya düşebileceğini gösteriyor.

Bir kere “ateizm” dinlere olduğu gibi “Allah’ın varlığına da inanmamak” demektir. Orada hatası var.

İkincisi ben bu cümleyi “devletin ülkede varolan tüm din ve inançlara eşit davranması, belli bir dinin ‘ibadet ve uygulamalarına’ devlet alanlarında izin verilmemesi, böylece okulunda, belediyesinde, sağlık ocağında ve tüm iş yerlerinde bu dinle ilgili bir baskının vatandaşlara yapılmamasını, devletin tüm dinlere karşı tarafsızlığını” anlatmak üzere kullanmıştım.

Türkiye’de bu alanlar dışında her türlü ibadet, giyim serbesttir. Hiçbir kısıtlama yoktur.

Laiklik uygulamalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve AİHM’nin verdiği kararlarda yer alması da evrensel hukuka aykırı bir durumun olmadığını gösterir.

Yine de işine gelen siyasetçi ve yazarın (ya da toptan bazı gazetelerin) bunu “katı laiklik, laikçilik, militan laiklik” olarak gösterdiğini biliyoruz. Her gün yapılıyor.

Örneğin; Erkan Mumcu’nun 13 Mayıs 2008’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yazdığı mektupta bilinçli olduğu görülen yanlış tanımlar var.

Diyor ki “Laikliği ideoloji haline sokan anlayışın, dinin toplumsal hayattan tasfiyesi için devleti işlevlendirmeyi talep ettiği açıktır.”

Sonra diyor ki “Devletin inançlardan bağımsızlığı ilkesi, devletin yurttaşlarını inançsızlaştırması şekline büründürülmek istenmektedir (...) Ve fakat bütün bunlar laikliğin toplumun inancının karşısına çıkarılmasını haklı göstermez.”

Parantez içindeki noktalar Mumcu’nun iktidarın yanlışlarına değindiği cümlelerdir. Yani iktidar yanlış yapsa da buna bir başka yanlışla cevap verilmez diyor.

Ama asıl büyük yanlışı kendisi “yanlışlara işaret ederken” yapıyor.

ÜSTÜ KAPALI OLMAZ, AÇIKLAYIN

Şimdi Erkan Mumcu ile “Dini, inancı her alandan kovan laikçi anlayış”tan söz eden AKP yöneticileri çıkıp bu sözlerle neyi kastettiklerini millete açıklamak zorundadırlar.

Türkiye’de ne zaman ve kim veya hangi otorite dini okul, işyeri ve benzeri devlet alanları dışında toplumsal hayattan tasfiye etmiş?

Devlet hangi uygulamasıyla yurttaşlarını “inançsızlaştırmak” istemiş? Laiklik ne zaman toplumun inancının karşısına çıkmış? “Her alan”da hangi yasaklar var?

Toplum oruç mu tutamıyor, namaz mı kılamıyor, kurban mı kesemiyor, Hac’ca mı gidemiyor. Hangi dinin hangi ibadeti yasak?

Söz ettiğimiz “devlet alanları”na gelince. “Üniversitelerde serbest olsun ama diğer okullar ve işyerleri olmaz” diyenlerin ise (bizim Jost da dahil) şu anda birçok belediyede, işyerlerinde, okulda ve hatta ilkokulda çalışanların, öğrencilerin tesettürlü olduğunu bilmeleri gerekiyor.

Diyanet’in internet sitesinde yayınlanan ve Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın bile “Diyanet çağdaş yorumlar yapsın” şeklinde tepkisini dile getirdiği “kadınların erkeklerle aynı yerde çalışmasının yasaklandığı, flörtün zina sayıldığı” açıklamalarını görmeleri gerekiyor.

Din üzerinden baskı başladı mı yalnızca kıyafetle kalmaz, arkası hemen gelir, Türkiye dışında bu baskının olmadığı hiçbir Müslüman çoğunluklu ülkenin kalmayışının tek nedeni (bir kez tekrarlayalım) Türkiye’nin “laik-demokratik rejimi”dir.

Bugün “demokratlık” adına laikliği esnetmeye ya da karalamaya çalışanlara yalnızca şimdiye kadar işaretleri görülen baskılar bile yetmelidir aslında...

Ama yetmiyor işte, onların bazıları yanıltılmayı (bazıları ise yanıltmayı) çok seviyorlar.

*****

Sataşma

Bütün bir yıl aralıksız çalışınca insanda bazen acil tatil ihtiyacı, ıssız ada sendromu ortaya çıkabiliyor.

Nitekim, aynen böyle bir durumda “ıssız ada”ya kaçıverdim. Gazete, haber filan da izlemedim üç güncük.

Bazı okurlarım yokluğumda sataşanlar olduğunu bildiriyorlar. Çoğu da cevap bile vermememi yazmışlar.

Ben de diyorum ki: Merak etmeyin, cevap verme gereği varsa/olursa veririm. Ama sonuçta zaten “ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz”, değil mi efendim?

Ne demiş fıkrada hastane bekçisi ısrar eden ziyaretçiye;

“Fazla lafın lüzumunu mevzubahis alakadar etmez”... Durum budur yani!

Bu köşenin okurlarının, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlayabilecek kapasiteleri vardır, tekrar tekrar yazmaya gerek yok. İlgilerinize teşekkür ediyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR