Genelleme hastalığı!

Haberin Devamı

Geçen Pazar Her Açıdan’da Türkiye’de artık insanların birbirini anlamamasının, öfkeli ve sabırsız ruh halinin yayılmasının tartışmasını yaparken bu “genelleme” hastalığına da değindik.

Meselâ çevresindeki tek bir konuşmadan veya örnekten yola çıkarak toplumu “bunlar ve onlar” diye bölen yazarlardan, akademisyen ve ünlü isimlerden söz ettik.

“Dua okutmak istedim de çekindim”...

“Benim arkadaşım Akmerkez’de türbanlı görmek istemiyordu. Laikler böyleydi”...

“Eskiden laik elitler başörtülüleri hor görüyordu, şimdi durum değişebilir”...

“Başörtülüler temizliğe gidebilirdi ama alışveriş yapmaları reva görülmezdi”...

Nur Vergin’in bu cümlelerinden hiç ama hiçbiri genelleme yapma hakkı verecek bir “doğruluk” içermiyor. Aynen AKP ve ona yakın görüşteki insanları “Müslüman muhafazakâr” olarak ayırıp sanki Müslümanlık bir partinin tekeline girmiş, onun etiketi olmuş havası yaymaları, böylece “laik Müslüman muhafazakâr” olunamayacağı imajını yaymaları gibi... Laiklikle Müslümanlık veya muhafazakârlık yan yana gelemezmiş gibi...

Şimdi Prof. Ünsal Oskay’ın da konuşmasının bazı noktalarında aynı hatayı tekrarladığını görüyoruz... Önce yukardaki cümlelere gösterilen tepkileri “elit klan baskısı” veya “geleneksel elit baskısı” olarak adlandırıyor. Oysa bu cümlelere elit veya değil, laik veya değil herkesin “gerçeğe uymaması” açısından karşı çıkması mümkündür.

Her evinde dua okutulan, başörtülü insanların her zaman her ortamda rahatça bulunduğu (kamusal alan tartışması başka konu), alışveriş merkezlerini, Tarkan ve diğer popçular dahil konserleri doldurduğu, isterse ekranlarda göbek attığı bir ülkede bu ayırımlar yanlış ve haksızdır, kışkırtma-kutuplaştırma görevi görür.

GARİP SINIFLAMALAR!

Prof. Oskay da “Cumhuriyet seçkinleri” ayırımını yapmış. Sanki yepyeni ve çağdaş bir ülke yaratan Cumhuriyet onlarca yıl sadece seçkin bir tabakanın tekelindeydi. Onlar lacivert elbiselerini giyip klasik müzik konserlerine giderek halktan uzak yaşadılar ve Cumhuriyet’i sahiplendiler. Adeta bugün bir kesimin dini sahiplenmesi gibi... Laiklerle dindarların karşı gruplar şeklinde empoze edilmesi gibi...

Peki geriye kalanlar ne olacak?

Cumhuriyetçi olup “dünyanın tek laik-demokratik Müslüman ülkesi” olma şansını baştan beri takdir eden ama klasik müzik konserine gitmeyen, laci elbisesi olmayan milyonlar, İstanbul-Ankara dışında yaşayanlar kayıp mı oldular?

Ya klasik müzik konserine, operaya, tiyatroya da halk müziği konserine de aynı heyecanla gidenler?

Klasik müzik sevenlerin halkla yakın olması veya halk müziği sevenlerin elit, seçkin olması mümkün değil miydi? Halk müziği sevenler mevki, makam sahibi olamadılar mı?

Nişantaşı Nur Vergin’in deyimiyle “kadın mecmuasına bakanlar”ın ve sözüm ona “seçkinlerin”, diğer semtler halkın mıdır?

Bir kişi “Ben Erdoğan’ı tutmam, Derviş’i tutarım, o Batı kültüründen gelme” dedi diye herkes böyle mi düşünüyordu kabul edeceğiz?

Asla bir aristokrat sınıfına sahip olmayan Türkiye’de kafadan bir aristokrasi mi yaratacağız ve varlığına inanacağız?

O zaman Türkiye’de büyük sermayenin ve “elit”lerin çoğunun yıllardır Erdoğan’ı destekliyor olması nasıl açıklanacak?

Bir başka genelleme de artık “dinci takımın da bir elit takımı” olduğunu söyledikten ve eliti de “Versace çorap kullanan, jipe binen, Nişantaşı’ndan alışveriş eden, Avrupa seyahatlerine çıkan” tarifine hapsettikten sonra “Elit dünyanın her yerinde haramzadedir” demesi...

Diğer ülkelerde seçkin “görgüsüyle, bilgisiyle, aydın birikimiyle” takdir edilecek kişidir, bizde itilip kakılan, “cahil ama zengin” ve üstelik “haramzade” oluyor.

Acaba “haramzade”nin de tanımı değişti ve biz mi duymadık?

DİĞER YENİ YAZILAR