Deniz Seki’den mektup var... (1)

Deniz Seki’den mektup var... (1)

“Çok kıymetli Reha Muhtar” diye başlıyor Deniz Seki’nin mektubu...

-“Koğuşumuzdaki odamın bütün duvarlarında hemen hemen köşe yazılarınızla gerçeğimi aydınlatıyorsunuz...

‘Deniz’in Dibi’ kitabında bahsettim bu durumdan üstelik...

Dilerim kitabımı okur ve beni hissedersiniz...

***

Yunus’un şu dörtlüğüyle sizi sevgiyle selamlarım;

‘Ben gelmedim dava için

Benim işim sevi için...

Dostun evi gönüllerdir...

Gönüller yapmaya geldim...”

***

Deniz; cezaevindeki günlerini anlatan üç defterden oluşan “Deniz’in Dibi” kitabını çıkartıyor...

O kitap dün elime geçiyor...

Benime ilgili bölümüne bakmıyorum...

O bölümleri benim ilgimi ilk çeken yerler olmaktan uzaktalar...

Öyle bir egom yok artık...

Deniz Seki’nin yaşadıkları, okumaya ilk öncelik verdiğim alanlar...

Cezaevinde bir hafta sonunu anlattığı bölümü bir solukta okuyorum...

Okurken sizinle paylaşmayı arzuluyorum bu satırları...

*****

DENİZ SEKİ; “CEZAEVİNDE HAFTA SONU...” (2)

“Bugün yine 08’de sayım kalkışı...

Tam uykumun en güzel evresindeyken...

-“BAYANLAR SAYIM KALKIN...” diye bağıran bir ses...

Haberin Devamı

Bu kadar yüksek tondan söylenince hangi ses güzel olabilir ki?..

Hem de anons şeklinde...

***

Sayımdan sonra tekrar yattım...

Hafta sonlarını sevmediğimden kalkmak istemiyorum...

Derin uyumuşum... Öğlen 1’de uyanıp kahvaltımı yaptım...

Kahvaltıyı o saatte yapınca kendimi brunch’a gitmişim gibi hissettim...

Burada açık büfe, omletler, ekmekler, içecekler tabii ki yok...

“Brunch” sadece saatle alakalı...

***

Cezaevlerindeki yemek mönülerinden bahsetmedim değil mi?..

Burada gelen her karavana yemeği, başka bir yemeğe dönüştüren insanlar var...

Tuhaf bir yetenek, ama mucizeler yaratılıyor...

Ömrünüzde asla evde yapamayacağınız şeyleri yapıyorsunuz...

***

Mesela ben hasta yemeği alıyorum yağsız, tuzsuz...

Benim pilavım yalnızca haşlanmış pirinçten ibaret olduğu için, canımız sütlaç istediğinde, o pilavı alıp sütlaç yapıyoruz...

Üstelik şahane de oluyor...

***

Mönüde kuru fasülye mi var?..

İçinden etlerini ayıklayıp kantinde satılan kavurmayla soteleyip, domates biber soğan ve sarmısakla karıştırıyor ve bildiğin et soteye dönüştürüyoruz...

Haberin Devamı

***

Haşlanmış patates gelmişse -ki burada çok kıymetli- o gün veya ertesi gün ya kızartılıyor, ya püre yapılıyor...

Her şey mutlaka dönüştürülüyor...

Yemeklerden ayrılan fasülye, nohut, bulgur ile aşure bile yaptık...

***

İnsan kapalı bir yerde yaşadığında her gün her şey aynı olduğu için sürekli değişiklik peşinde oluyor...

Biz de böylece kendi füzyon mutfağımızı oluşturuyoruz işte...

***

Bugün kahvaltıda üçgen beyaz ve kaşar peyniri vardı...

Bunları biraz maydanoz ve pul biberle karıştırdınız mı, ohh mis...

Ben ekmek yerine etimek yiyorum...

Sonra kahvemi yudumladım...

Gazeteleri okudum ve yürüyüşe çıktım...

***

Bunları okuyunca “Oh ne rahat, kadının keyfi yerinde... Mis gibi dünya umurunda değil...” diyebilirsiniz...

Ama kazın ayağı öyle değil güzel kardeşim...

Gel; bir gün duramazsın...

*****

YARIN PAZAR... (3)

Bir an önce geçsin, gitsin, çünkü burada hafta sonları çok sıkıcı oluyor...

Neden mi?..

Ne gelen var, ne giden...

Avukat yok, görüş yok, anons yok...

Haberin Devamı

Hiçbir şey yok...

Ruhlar evi gibi...”

*****

AHMET NAZİF ZORLU’NUN MEKTUBU VE... (4)

Geçen hafta, Zorlu Gösteri Merkezi’nde; The Times gazetesi tarafından dünyanın bir numaralı palyaçosu olarak nitelendirilen Rus Slava Polunin’in muhteşem Snow Show (Kar Şov) gösterisini yazıyorum...

***

Çocuk yaşlarında seyrettiği Charlie Chaplin’i kahramanı yapıp izinden giden, Rus sanatçının gösterisi o kadar etkiliyor ki beni, aynı merkezde izlediğim Mamma Mia, Shreck müzikallerinin ardından, bir de böyle bir oyunu getirdiği için Zorlu Gösteri Merkezi’ne teşekkür ediyorum...

***

Oyunlara çocukları da götürdüğüm için, gösterilerin onların sanat perspektiflerinin genişlemesinde, vizyonlarının gelişmesinde, çağdaşlıkla buluşmasında ne kadar muhteşem bir rol oynadıklarını gözlüyorum...

***

Polunin “Hayatım boyunca bir palyaço ve soytarı olmak istedim...” diyor...

Bu sözleri bana; “hayatı boyunca, yaşama estetik güzellik katan” sanatçı bir palyaço-soytarı olacağı yerde rezil bir iftiracılık ve cazgırlıkla insanlara zarar veren soytarıları hatırlatıyor...

Haberin Devamı

***

Nazif Zorlu’nun “Zorlu AVM çok eleştirildi... Orayı yaptığıma pişman oldum...” sözlerini görünce;

-“İnşaatı bilmem... Ama oraya açılan Zorlu Gösteri Merkezi’nin çocuklara, insanlara ve hayata kattığı değerler, bugüne kadar yaptığınız işlerin en kıymetlisi...” diye yazıyorum...

***

Önceki gün Nazif Zorlu’dan bir teşekkür mektubu alıyorum...

Mektubu okurken fark ediyorum ki; Ahmet Nazif Zorlu’nun ismini yazıda yanlışlıkla Mehmet Nazif Zorlu olarak geçirmişim...

O teşekkür mektubunda buna hiç değinmiyor, ama ben yanlışlığı fark edip düzeltme ihtiyacı duyuyorum...

***

Hıncal Uluç’un yazısı ise, eleştirel...

Bana; şehir trafiği açısından Zorlu Center’ın ne kadar büyük bir tahribat yarattığını yazıyor ve nasıl olup da “Gösteri Merkezi’ni sevdiğimi” yazabildiğini soruyor...

***

Hıncal Uluç’u bol bol gördüğüm Kanyon da dahil, şehir trafiğini altüst etmeyen bir AVM’ye henüz rastlamıyorum İstanbul’da...

Kanyon, İstinye Park hangi AVM revaçta ise, o şehir trafiğini altüst ediyor...

Akmerkez’in veya Astoria’nın artık trafiği felç etmemesinin nedeni, eskiden olduğu gibi “in” olmamaları...

***

Zaten benim yazdığım konu;

Şehircilikle ilgili değil...

Dünya çapında sanat olaylarını ve Broadway müzikallerini İstanbul’a getiren bir görsel sanat merkezini yaptığı işlerden dolayı teşvik etmek...

İstanbul’lular adına ona teşekkür etmek...

Bunu şehircilik tartışmasıyla karıştırmak abes...

***

Steve Jobs’un dediği gibi;

-“Çocuk sahibi olmak insanın bakış açısını değiştiriyor...”

Onun için bu tartışmayı burada kesmem gerekiyor...

DİĞER YENİ YAZILAR