28 Şubat ve sonrası medya ve ihaleler...

Aşağıdaki yazıyı; geçen Bahar’da Bebek’te bir öğle sonrası; Şansal Büyüka, Mustafa Denizli ve diğer dostları gördüğüm bir öğle yemeğinde, geçmişten gelen anıların patlamasıyla bir nostaljik hatıra niyetine yazıyorum...

***

Show TV 1999 yılında Erol Aksoy tarafından satılmak zorunda kalıyor...

O yıllarda ticari olarak her şeyini yitirirken, SHOW TV’yi de yitiriyor Erol Aksoy... O yıllarda kimliği deşifre olmayan, daha sonra ise kim olduğu anlaşılan, televizyoncu gazeteci görünümlü “bir derin eleman”; Erol Aksoy’a;

-”Haberleri Reha Muhtar’a verirseniz, televizyonu böyle elinizden kaçırırsınız...” diyor...

Ona göre, “siyaset üzerinde etkili olmayan, siyaseti dizayn etmede aktör olmayan bir televizyonculuk anlayışı kaybetmeye mahkum Türkiye’de...”

***

“Kimliğini köşe yazarı, televizyoncu kamuflajıyla gizleyen o derin eleman gibi” 1999 yılının Kasım ayında koskoca Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Müsteşarı Şenkal Atasagun ve Müsteşar Yardımcısı Mikdat Albay; özel olarak davet ettikleri üç gazeteciye “Show Haber’in başını çektiği bazı televizyon programlarının Türkiye için tehlike arz ettiğini” söylüyorlar...

Haberin Devamı

Aynı ikili daha sonra televizyon patronlarıyla görüşüyor, aynı düşünceleri onlarla paylaşarak; bu işi yapanların görevlerinden alınmalarını; dolaylı olarak istiyorlar...

***

1999 yılında MİT Müsteşarı ve yardımcısından yeni patronlara gelen açık telkin sonucu iki yıl sonra SHOW TV’den ayrılıyorum... Türkiye’deki derin yapılar, derin görevlendirmeler, derin operasyonların hiçbir tarafında hiçbir zaman olmuyorum...

Zaten onun için hedef tahtasına ben konuyorum...

Mesleki rakiplerim, devletin en hassas müesseselerini bana karşı “yalan ve iftirayla harekete geçiriyor...”

***

Bunu herkes biliyor...

O günlerde MİT Müsteşarı ve yardımcısını bana karşı yönlendiren “Hanımefendi ve yakın çevresinin yönlendirdiği derin ve gizli odak, daha sonraki yıllarda ‘bu işin mağduru gibi görünüp’ beni hedefe koymaya çalışıyorlar...”

Bir optik aldatmacaya girip, kendilerini “mağdur”, “mağdur ettiklerini ise mağrur gösteriyorlar...” Bu kirli oyun yıllar sonra ortaya çıkıyor...

Haberin Devamı

***

28 Şubat’ta SHOW TV’ye ne olduğunu aşağıdaki yazıda bulacaksınız...

Medya yöneticilerinin son günlerde yaptıkları 28 Şubat ve sonrası medya ve ihaleler tartışmasına gelecek olursak...

Buruk bir tebessümle izliyorum tartışmayı...

BEŞ ADAMIN HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADIĞI GECE... (2)

“Türkiye’yi yıllarca televizyonlarda kasıp kavuran 5 adamın, bir masanın etrafında, hüngür hüngür ağladığı o geceyi hatırlıyor musun?..” dedi Şansal Büyüka;

***

1999’un tıpkı bugünler gibi bahar aylarıydı... Show TV televizyon dünyasını kasıp kavuruyordu...

Bütün rakiplerini geride bırakıyor, tek başına sürekli birinci oluyordu...

Gazetelerde aleyhine kampanyalar; köşe yazıları, manşetler gırla gidiyordu...

***

Şansal Büyüka’nın deyimiyle “Ana haber ve spor programlarının karşı konulmaz ratingleriyle Türkiye’de SHOW TV diye bir moda çıkıyordu...”

Genel Müdür Murat Saygı’yı o akşam üstü biraz keyifsiz görüyordum...

-”Erol Bey bu akşam sizlerle bir yemek yemek istiyor...” dedi...

Haberin Devamı

-”Paylaşacağı şeyler var sizlerle...”

Patronların medyada üst düzey yöneticileriyle yemek yemeleri adettendi...

Fakat Erol Aksoy; öyle bir patron değildi...

“Uzun yemekler, memleket meselelerinin konuşulduğu sohbetler, felekten bir gece çalmak üzere hazırlanan davetlerle işi olan bir patron tipi değildi o...”

***

Beş kişilik bir yemek istediğine göre durum ciddiydi... “Paylaşacağı şeyler var” cümlesi pek hayra alamet gözükmüyordu...

Genel müdür Murat Saygı beş kişilik olacağını söylemişti yemeğin...

Erol Aksoy, Murat Saygı; Şansal Büyüka; Can Tanrıyar ve ben...

Kanalın içindeki anlam itibariyle söyleyecek olursam, spor, programlarının mimarlarıyla, ana haber ve haber bültenleri sorumlusu vardı yemekte...

BİR MEDYA PATRONU... (3)

Yer olarak Levent’teki Le Select restoranı seçilmişti... Restoran, şık bir mekan olmasına karşın, “meraklı gözlerin olmadığı, sessiz, sakin bir yerdi...” Böylece rahat konuşabilmemiz hesaplanmıştı ...

***

Erol Aksoy; SHOW TV’yi ve CİNE 5’i elleriyle kurmuştu...

Haberin Devamı

SHOW TV kısa zamanda Türkiye’nin en sevilen kanallarından birisi olmuş, geniş kitlelerle, arasında sıcak bir bağ kurmuştu...

***

Bir süre sonra SHOW TV; “kemerleri sıkma politikası” izlemeye başlamıştı...

Pahalı yapımlardan vazgeçmiş;

Geceleri önce Ateş Hattı sonra, Ana Haberle çok izlenen bir kuşak yaratmıştı...

CİNE 5’den aldığı maç görüntüleri ve transfer ettiği Maraton programı ekibiyle hafta sonlarını da spor programlarıyla kapatıyor ve her gece izleyiciyle “sıcak ve sempatik bir temas kurmayı beceriyordu...”

***

Kanal inanılmaz bir ivmeyle ratinglerde patlama yapıyordu...Show TV gerçeği, başlı başına bir toplumsal olgu haline geliyordu...

O akşam o yemekte buluşan insanlar, bu yapının mimarlarıydı... Ancak masadaki ağır hava ilk andan hemen fark ediliyordu...

Bir şeyler vardı; ama neydi?..

***

Birkaç yıldır Erol Aksoy’la çalışıyordum... Çok zeki, hiperaktif, zaman zaman da planlı bir biçimde agresif olabilen bir patrondu Aksoy...

Onda bunca yıldır görmediğim tek şey ise, “duygusallaşması ve mağdur görünmesiydi...”

Böyle bir durumu kendisi için hakaret sayan bir karakterdi Erol Aksoy...

***

Ancak nedense o gece, çok duygusal bir tonda konuşmaya başlıyordu Erol Aksoy...

-”SHOW TV benim ellerimle kurduğum, çocuğum olarak gördüğüm bir televizyon...” diyordu...

-”Onu sürekli birinci olan bugünkü haline siz getirdiniz...

Fakat şimdi size, hayatta hiçbir zaman söylemek istemeyeceğim bir şeyi söylemek zorundayım... İktisat Bankası yönetim kurulu; bankanın kredilerinin yarattığı yükten kurtulabilmek için, en önemli iştiraki olan, en değerli aseti olarak sayılan SHOW TV’yi satma kararı aldı... Satıştan başka çare bulamadık...”

***

Erol Aksoy’un sözleri, masaya bomba gibi düşmüştü... Herkes, tek kelime etmeden, sözlerin masada yarattığı ağırlığı sindirmeye çalışıyordu...

Hiç kimse bir şey söylemiyordu...

Aksoy; “SHOW TV’yi sattık” diyordu...

Bu öylesine kesin bir ifadeydi ki; kimseye, başka bir şey söyleme şansını da bırakmıyordu...

KESİF BİR DUYGU SELİNİN MASAYA DÜŞTÜĞÜ AN... (4)

O anda, hiç beklemediğim bir şey oluyordu... Erol Aksoy konuşmasına devam ederken, gözleri dolu dolu oluyor ve kısa bir süre sonra “ağlamaya başlıyordu...” Karşımda gördüğüm bir patronun ağlaması değildi sadece...

Erol Aksoy gibi, zekasıyla hayatı ve insanları snobize eden, “insani zaafları kabul edilir bulmayan” bir karakter, hayatta hiç istemediği bir pozisyonda duygusallaşıyor ve ağlamaya başlıyordu...

***

Cenaze evinde ya da cenaze esnasında camideki cemaatte yaşanırdı bu duygu... Ağlayanlar; diğer insanları tetiklerlerdi... Ağlama duygusu, bir anda zincirleme bir hal alır; duygusal boşalma herkesi manyetik etkisinin altına sokardı...

Aksoy’u hiçbir zaman; “elleriyle yaptığı ve kurduğu SHOW TV denilen çocuğunu kaybettiği o andaki kadar, duygusal ve samimi” görmemiştim...

NEYE AĞLIYORDUK ACABA?.. (5)

Aksoy’un ağlaması, masayı tetikliyor ve masadaki herkesi ağlatmaya başlıyordu...

Şansal Büyüka; Can Tanrıyar, Murat Saygı ve ben...

İnsanın ağlarken, kendisini tutmak istediği anlar vardır...

İçinden başka şeyleri aklına getirir ki; ağlaması dursun...

Fakat aklından ne geçirirse geçirsin; ağlamanın duygusal boşalma halini aldığı zamanlar da vardır...

Hiçbir güç gözyaşını kesemez o sırada... İnsanın içi durup durup burkulur ve boşalma sürgit devam eder

***

Ağlarken bu derece yoğun bir duygusal boşalmayı niye yaşadığımı düşünüyordum...

Farkındaydım ki; öncelikle Erol Aksoy’un ağlamasına ağlıyordum...

Patronun “çocuğu gibi gördüğü televizyonunu satmak durumunda kalmasının” yarattığı duruma; “bunu hazmedemeyip, duygusal boşalma yaşamasına” ağlıyordum ben...

***

Erol Aksoy; çalışma arkadaşlarına çok müdahale eden bir patron tipiydi...

Ben ise; dışarıdan müdahaleyi, hiç sevmeyen, hiç kabul edemeyen bir gazeteci-televizyoncu profiliydim...

O sistematik ve matematiksel...

Ben ise duygusal, tepkisel ve sezgiseldim... Tam anlamıyla birbirimizin zıttı iki karakterdik...

Çalıştığımız yıllar boyunca; patronla çatıştığımız zamanlar, çatışmadığımız zamanlara oranla çok daha fazlaydı...

***

Fakat ben de o da, oradaki diğer üç kişi de biliyordu ki; SHOW TV’yle yaratılan değer; bir mucizeydi ve bu mucize “liberal ekonominin gerçekleri dışında hiçbir güce dayanılmadan salt televizyon çalışanların emeği ve aklıyla kazanılmıştı...”

Bizi hep beraber ağlatan gerçek esasen buydu... SHOW TV grup içinde satılabilecek tek asetti...

Bundan gurur mu duymalıydık, hüzün mü bilmiyorduk...

DİĞER YENİ YAZILAR