Hrant’ın kendi ağzından gelmekte olan ölümü...

Aşağıdaki yazı geçen yıl yazıldı...

Ölüm yıldönümünde Hrant Dink’in nasıl öldürüldüğünü kendi ağzından anlatmak için...

Yazıyı okurken, bu ülkenin insanları arasında insanlığın, onurun, şerefin, haysiyetin ve dürüstlüğün nasıl bozuk para gibi harcanabildiğini göreceksiniz...

Ben her gün yaşıyorum; bu pis ve kirli suikasti...

En yakınımda görünenler tarafından bile...

İşte o yazı...

Ve sonra göz göre göre öldürülmek üzere olan Hrant’ın son çırpınışları...

***

“Dün hayatımı, çocuklarımı, anne ile babamı ve yaşamlarını beş yıldır bir suikast zincirinin hedefi yapan “derin bir adresten ve suikastçilerden” bahse...

***

Cinayet şöyle işlenir Türkiye’de;

Önce suçsuz ve günahsız “insan” hedef yapılır...

Sözcüklerinden tek bir cümle seçilir;

“İşte böyle söyledi... İşte böyle yaptı...” denmeye başlanır...

Kamuoyu “tekrarlaya tekrarlaya özenle buna hazırlanır... Bu hazırlama işini profesyonel etki ajanları yaparlar...”

***

Bu profesyonel etki ajanları, toplumsal algıyı manipüle edip, o insanı hedefe bilinçli olarak koyarlar...

Haberin Devamı

“Gizli odakların derin etki ajanlarıdır onlar...”

Hedefe konan kişi kendini savunamaz...

Kendisini savunmaya kalkar; “ben öyle demedim” demeye çalışırken, bir ordu halinde tutulan ve üzerine gelen etki ajanlarının saldırısına ve istilasına uğrar...”

***

Sonunda günahsız yere hakkında “suçlu algısı yaratılıp, hedef haline getirilir”; böylece infazın “işaret fişeği tetiklenir...”

Cinayeti “adı sanı duyulmamış bir genç işlemiş görünür...” Oysa cinayeti işleyenler; gizli odaklar ve olayı tetikleyenlerdir...

Bu kirli oyun Türkiye’de hep bu şekilde oynanır...

***

Hrant Dink 19 Ocak 2007’de öldürüldüğü gün; nasıl öldürüleceğini bile biliyordu... O kadar bile bile ölüme gitti ki, kendi ölümünü ölmeden önce yazdı...

Bir güvercinin ürkekliğiyle...

Onu öldürenler; “o yazsa da biz öldürürüz, o kadar güçlüyüz” demek istiyorlardı... Bugün onun ölümü bekleyen yazısının geniş bir özetini yayınlıyorum...

Hrant Dink’in son yazısı o...

Kendi beklenen ölümünü; ölümünden hemen önce kendi kaleminden anlatıyor...

Haberin Devamı

Bir güvercinin ürkekliğinde...

*****

HRANT’IN SON ÇIRPINIŞLARI...

Başlangıçta, ‘Türklüğü aşağılamak’ suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı’nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım...

Bu ilk değildi...

***

Benzer bir davaya zaten aşinaydım... 2002 yılında Urfa’da gerçekleşen bir konferansta yaptığım konuşmada ‘Türk olmadığımı... Türkiyeli ve Ermeni olduğumu’ söylediğim için ‘Türklüğü aşağılamak’ suçlamasıyla yargılanıyordum...

***

Şişli Savcısı’na gidip ifade verdiğimde de hayli umursamazdım... Sonuçta yazdığıma ve niyetime güveniyordum... Savcı, yazımın sadece tek başına hiç bir şey anlaşılmayan o cümlesini değil, yazının bütününü değerlendirdiğinde, benim ‘Türklüğü aşağılamak’ gibi bir niyetimin bulunmadığını kolaylıkla anlayacaktı ve bu komedi de bitecekti...

***

Soruşturma sonunda bir dava açılmayacağına kesin gözüyle bakıyordum...

Kendimden emindim...

Ama hayret işte!..

Dava açılmıştı...

Yine de iyimserliğimi kaybetmedim...

O kadar ki, telefonla canlı olarak bağlandığım bir televizyon programında, beni suçlayan Avukat Kerinçsiz’e ‘Çok heveslenmemesini, bu davadan herhangi bir ceza yemeyeceğimi, eğer ceza alırsam bu ülkeyi terk edeceğimi’ dahi dile getirdim...

Haberin Devamı

***

Kendimden emindim, gerçekten yazımda Türklüğü aşağılamak gibi bir niyetim ve kastım -hiç ama hiç- yoktu...

Nitekim işte, bilirkişi olarak tayin edilen İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik heyetin mahkemeye sunduğu rapor da bunun böyle olduğunu gösteriyordu... Endişelenmem için bir sebep yoktu, davanın şu ya da bu aşamasında muhakkak yanlıştan dönülecekti.

‘Ya sabır’ çeke çeke...

***

Ama dönülmedi...

Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmamı istedi... Ardından da hakim altı ay mahkumiyetime karar verdi... Mahkumiyet haberini ilk duyduğumda, kendimi, dava süresi boyunca beslediğim ümitlerimin acı tazyiki altında buldum... Şaşkındım...

Kırgınlığım ve isyanım had safhadaydı...

***

‘Şu karar bir çıksın, bir beraat edeyim, siz o zaman bu konuştuklarınıza, yazdıklarınıza nasıl pişman olacaksınız’ diye dayanmıştım günlerce, aylarca...

Haberin Devamı

Davanın her celsesinde ‘Türkün kanı zehirlidir’ dediğim dile getiriliyordu gazete haberlerinde, köşe yazılarında, televizyon programlarında... Her seferinde ‘Türk düşmanı’ olarak biraz daha meşhur ediliyordum. Adliye koridorlarında üzerime saldırıyordu faşistler, ırkçı küfürlerle...

Pankartlarla hakaretler yağdırıyorlardı...

***

Aylardır yağan telefon, email, mektup tehditleri her seferinde biraz daha artıyordu... Tüm bunlara ‘Ya sabır’ çekip, beraat kararını bekleyerek dayanıyordum... Karar açıklandığında nasıl olsa gerçek ortaya çıkacak ve bu insanlar yaptıklarından utanacaklardı... Tek silahım samimiyetimdi...

***

Ama işte karar çıkmıştı ve tüm ümitlerim yıkılmıştı... Gayrı, bir insanın olabileceği en sıkıntılı konumdaydım...

Hakim ‘Türk Milleti’ adına karar vermişti ve benim ‘Türklüğü aşağıladığımı’ hukuken tescillemişti... Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi...

Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı...

***

İşte bu ruh haliyle, ‘ülkeyi terk edip etmeyeceğim’i teyit etmek isteyen basın ve medyadan arkadaşlara şu açıklamada bulundum:

-“Aklanamazsam ülkemi terk edeceğim...”

Bu sözleri dile getirirken yine her zamanki gibi duygusaldım...

Tek silahım “samimiyetimdi...”

*****

AÇIK HEDEF HALİNE GETİRİLDİĞİ GÜNLER...

Hrant’ın kendi ağzından gelmekte olan ölümü...

“Ama gelin görün ki beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç, bu açıklamama da bir kulp buldu ve bu kez de yargıyı etkilemeye çalışmaktan hakkımda dava açtı...

‘Kara mizah’ dedikleri bu olsa gerekti...

***

İtiraf etmeliyim ki Türkiye’deki ‘Adalet sistemi’ne ve ‘Hukuk’ kavramına olan güvenimi fazlasıyla yitirmiş durumdaydım...

Nitekim başvuruda bulunduk da ne oldu?...

Yargıtay Başsavcısı beraatimi istedi ama Yargıtay yine de beni suçlu buldu...

Bana haddimi bildirmeye soyunmuş olan ve muhtemelen de davamın her kademesinde bilemeyeceğim yöntemlerle varlığını hissettiren o büyük güç, işte yine perde arkasındaydı...

Nitekim Genel Kurul’da da oy çokluğuyla benim Türklüğü aşağıladığım ilan edildi...”

*****

ÖLDÜRECEĞİN KİŞİYİ YALNIZLAŞTIRIP SAVUNMASIZ BIRAKARAK CİNAYET İŞLEMEK...

“Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muradlarına erdiler...

Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink’i artık ‘Türklüğü aşağılayan’ biri olarak gören bir kesim oluşturdular...

***

Bilgisayarım; bu kesimdeki yurttaşlar tarafından gönderilen öfke ve tehdit dolu satırlarla yüklü...

(Bu mektuplardan birinin Bursa’dan postalandığını ve yakın tehlike arzetmesi açısından da hayli kaygı verici bulduğumu ve tehdit mektubunu Şişli Savcılığı’na teslim etmeme rağmen bugüne değin herhangi bir sonuç alamadığımı yeri gelmişken not düşeyim...)

***

Bu tehditler ne kadar gerçek, ne kadar gerçek dışı?.. Doğrusu bunu bilmem elbette mümkün değil... Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence...

“Bu insanlar şimdi benim hakkımda ne düşünüyor?” sorusu asıl beynimi kemiren...

Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların “A bak, bu o Ermeni değil mi?” diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum... Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye...

***

Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik... Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.

Tıpkı bir güvercin gibiyim...

Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım...

Başım onunki kadar hareketli...

Ve anında dönecek denli de süratli...

*****

ÖDETECEKLERİ BEDEL...

İşte size bedel... İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..? Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?..

“Ölüm-Kalım” dedikleri

Kolay bir süreç değil yaşadıklarım...

Ve ailece yaşadıklarımız... Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu... Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında... O noktada hep çaresiz kaldım.

“Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek...

***

Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlikeye atmaya hakkım yoktu... Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım...

***

İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım...

Bana güveniyorlardı. Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı... “Gidelim” dersem geleceklerdi; “Kalalım” dersem kalacaklardı...

Kalmak ve direnmek..

İyi de, gidersek nereye gidecektik?..

*****

ÜRKEK VE YALNIZ...

Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız...

Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum... Bu dava kaç yıl sürer, bilemem... Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim...

***

Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?.. Bu arada şu gerçeği tek güvencem sayacağım... Kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim.. Ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz... Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler... Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce...”

***

Bunları yazdığı gün öldürüldü Hrant Dink...

Bu ülkede yazılan yazının bile katilleri durdurmayacağını henüz bilmiyordu...

DİĞER YENİ YAZILAR