Nobel Kimya Ödülü’nü alırken farklı davranan Aziz Sancar...

Nobel Kimya Ödülü’nü alırken farklı davranan Aziz Sancar...

Dün akşam 18 sularında, 115 yıllık Nobel tarihinde ikinci kez ödül alan bir Türk vatandaşını izliyorum...

Profesör Doktor Aziz Sancar; İsveç Kralı’nın elinden ödülü alırken, diğer ödül alanlardan farklı bir tavır sergiliyor...

***

Dikkat ediyorum; Ödülü kendisinden önce alan iki meslektaşı ve diğer ödüllerin sahipleri, ödülü alırken protokoler olarak vermeleri gereken saygı selamını mümkün olduğunca vücutlarını öne doğru eğerek veriyorlar...

Kraliyet ailesine, ödül komitesine ve salondaki izleyicilere yönelik yapılan saygı selamında, bazı Nobel’liler haddinden fazla öne eğilerek selamlıyorlar muhataplarını...

***

Oysa Aziz Sancar, sadece başını hafifçe öne eğerek, vücudunu zerrece öne doğru eğmemeye özen göstererek veriyor protokol selamını...

Saygılı ve fakat vakur...

Mardin Savur’dan çıkan çiftçi ailesinin sekiz çocuğundan birinin, onuru ve şerefiyle kazandığı Nobel Ödülü’nü alırken gösterdiği sulandırılmamış metaneti kendisine olan hayranlığımı doruğa çıkartıyor...

17 yıl önce aynı Stockholm’de gencecik bir muhabir gazetecinin, vakur ve onurlu meslek mücadelesi gözümün önüne geliyor...

Haberin Devamı

*****

GENÇ BİR MUHABİRİN STOCKHOLM’DEKİ GAZETECİLİK HATIRASI...

Akşamın bir saatinde evimin bir bölmesi olan büromda çalışırken;

-“Arkadaş ben Stockholm’e gidiyorum...” diyorum...

Kendi kendime söylüyorum bu sözü...

Bir hafta sonra; savaşa ramak kalan kriz günlerinin ertesinde İsviçre’nin Davos kentinde; Dünya Ekonomi Forumu toplantısı sırasında Türk ve Yunan Başbakanları Turgut Özal’la, Andreas Papandreu buluşuyorlar...

***

Tarihi bir zirve olacak ve genç muhabirin zirve öncesi kafasına taktığı imkansız gibi görünen çok önemli bir gazetecilik olayını yapması gerekiyor...

***

Andreas Papandreu o güne kadar bir Türk gazeteciyi yanına bile yaklaştırmıyan bir Yunan Başbakanı...

Bir Amerikan ya da yabancı gazeteciye bile hemen hemen hiç demeç vermiyor...

Genç gazeteci ise;

Ne yapıp edip; tarihi Türk-Yunan zirvesi öncesi, Andreas Papandreu’dan demeç almayı kafasına koyuyor...

***

Bunu söylediği ve yardımlarını talep ettiği, Yunan ve yabancı meslektaşlar; yüzüne garip garip bakıyorlar...

Haberin Devamı

-“Bu konuda yapacak hiç bir şey yok...” diye...

***

Yunan Başbakanı’nın Rodusakis isminde bir dış politika danışmanı var...

Rodusakis kariyerden diplomat, ancak o günlerde Yunan dışişleri bakanlığına hakim olan Türkiye ile uzlaşmaz politikalardan yana değil...

Uzlaşma ve diyalog istiyor...

Papandreu’yu da o yönde yönlendiriyor...

Tarihi zirvede yanlış bir şey olmasın diye; “Türk tarafının diyaloga ne kadar yakın olduğunu” anlamaya çalışıyor sürekli...

Konuyu zaman zaman rastladığı genç Türk gazeteciye de soruyor...

***

Son görüşmede genç gazeteci, imkansız görünen röportajı yapmanın tek yolunun, bu konu olduğuna karar veriyor ve Yunan diplomata rest vuruyor;

-“Milliyet gazetesi Abdi İpekçi Türk-Yunan barış ve dostluk ödülleri veren bir gazete... Papandreu’nun zirveden hemen önce bir Milliyet’e bir demeç vermesini sağlatırsanız, size ve zirveye çok katkı sağlar...

Siz de beklentinizi ilk ağızdan zirve başlamadan Türk kamuoyuna duyurmuş olursunuz... Yanlış anlamaların önüne geçersiniz...”

Haberin Devamı

-“Çok isterim Bay Muhtar...” diyor Rodusakis;

-“Ancak bu mesele sadece benim elimde değil... Başbakan, tek tek gazetecilere özel röportaj vermiyor... Böyle bir görüşmeyi Atina’da ayarlamamız imkansız... Ama belki şöyle bir formül bulabiliriz... Zirveden hemen önce Başbakan Stockholm’e 6’lar zirvesine gidecek... Siz Stockholm’e gelirseniz, orada karşılaştığınızda bir miktar sohbet etme imkanınız olabilir... Görüşme Atina’da olmadığından sorun çıkmaz... Siz de görüşme imkanı yakalayabilirsiniz...”

***

- Mr. Rodusakis...” diyor genç gazeteci...

-“Stockholm’de bu görüşmenin olacağı sözünü veriyorsanız bana; hemen uçağımı ayarlayıp geliyorum...”

-“Hayır; veremem...” diyor...

-“Siz bir gelin oraya bakalım... Ne yapabileceğimizi orada görürüz...”

Sanki Atina’da bir mahalleden bir başka mahalleye çağırıyor gazeteciyi Yunanlı diplomat... Ne olacağını bilmeden kalkıp; Atina’dan Stockholm’e gitme... Deli olması lazım bir gazetecinin... Ona da “deli gazeteci” zaten...

Haberin Devamı

*****

NOBEL’DE “NİYE GAZETECİLİK ÖDÜLÜ VERMİYORLAR” DEDİĞİM STOCKHOLM GECESİ...

Akşamın o saatinde kendi kendisine konuşmasına neden olan olay bu genç gazetecinin...

-”Arkadaş, sen yarın Stockholm’e gidiyorsun...” diyerek kendi kendini dolduruyor...

Karar veriyor...

Çalıştığı Milliyet gazetesini bile bu gidişinden haberdar etmeyecek...

Gazetenin içinde; gazetecinin iş yapmasını kesmeye çalışan rakiplerin olaya dahil olup, işi bozmalarından korkuyor...

***

Gazetecilik böyle bir şey...

Dünya basınını atlatmaya çalışırken, kendi gazetendeki rakiplerin de belaltı vuruşlarını bertaraf etmen gerekiyor...

Gazeteci; sırf onlar haber almasın diye, genel yayın yönetmenine bile söylemeden Stockholm’e uçmaya karar veriyor...

***

Stockholm’e; Atina’dan gidiş dönüş ve orada kalış ücretini hesaplıyor...

Yaklaşık iki bin dolar tutuyor...

Genç bir muhabir o...

O yaşta bir muhabir, sonradan alamayacağı iki bin doları cebinden harcayıp, Stockholm’lere gitmez...

Ama o gazetecilik için her deliliği yapacak bir karakterde...

Demeç almayı başarırsa, gazeteden parayı zaten alacak... Röportaj yapamazsa, o zaman parayı cebinden ödeyecek, bir Stockholm gezisi yapmış olacak...”

bu duygularla basıyor Stockholm’e gidiyor...

***

6’lar zirvesine akreditasyon yaptırıyor...

Zirveyi izlemeye başlıyor...

Saatler sonra, Papandreu’yu; Hindistan lideriyle ortak yaptığı basın toplantısının hemen sonrasında yakalıyor...

Rodusakis de orada...

15 dakika içinde nokta atışı bütün soruları bulundukları sahnede soruyor...

Cevapları alıyor...

Cevaplar gazetenin 9 sütuna manşetini kurtaracak nitelikte...

Zirveden ayrılıyor...

***

Stockholm’de kaldığı otele geçiyor...

Odadan genel yayın müdürü Doğan Heper’i arıyor...

-“Papandreu’dan tarihi zirve öncesi özel demeç aldım... Milliyet’e özel...” diyor...

Doğan Heper’in aklı karışıyor, haberi kaptırmamak için hemen önlem alma ihtiyacı hissediyor...

-“Başka gazeteci var mı etrafında?..” diye soruyor...

-“Yok, Stockholm’deyim ben...” diyor gazeteci...

-“Stockholm mu?.. Ne işin var oğlum Stockholm’de?..”

-“Uzun hikaye... Buraya adamdan özel demeç almaya geldim... Size de söylemedim... Alamazsam diye...” diyor gazeteci...

Genel Yayın Yönetmeni talimat veriyor:

-“Hemen geç haberi İstanbul’a manşet yapalım...”

***

Genel yayın yönetmeni olarak, haberin hemen elinde olmasını istiyor...

Haber genel yayın yönetmeninin elinde olunca, yönetici güvende hissediyor...

Gelmediyse, “bir aksilik çıkar, gelmez haber” hissi kaplıyor yöneticiyi...

Oysa o anda “gazeteci” tam tersini düşünüyor... Gazetenin içinde, bu haberi “etkisizleştirecek bel altı çalışan rakipler olabilir...”

Onlar; haberi kimin yaptığı belli olmaz hale getirip etkisizleştirebilirler...

***

Gazeteci; onlara hiç güvenmiyor...

-“Ben İstanbul’a kendim getiriyorum haberi...” diyor...

-“Orada yazarım, sayfaya konurken başında olurum... Çok önemli ve hassas bir haber... Bir hafta içinde zirve başlayacak... Hata olmaması lazım haberin anonsunda...”

Gönülsüzce bir “Peki” çıkıyor yöneticinin ağzından... Çünkü haberin hemen geçilmesini istiyor... Gazeteci ise; onca kilometreyi katedip haberi kendi elleriyle götürüp, kendi elleriyle gazetenin birinci sayfasına koymak istiyor...

Haberinin güvenliği ve bekaası için...

***

Öyle de oluyor...

1988 Ocak’ında özel röportaj için gittiği Stockholm; sabah kalktığında karanlık, öğleden sonra yine karanlık oluyor...

Gece ise sis basıyor...

Göz gözü görmüyor...

Gazetecinin içinde ise güneş açıyor Stockholm’de...

İsli ve puslu havasının ortasında...

Bir zamanlar Stockholm’de sürgün yaşayan Zülfü Livaneli’nin parçasını söylüyor içinden genç gazeteci...

-“Güneş topla benim için...”

Nobel Ödüllerinin verildiği şehirde; “Keşke Nobel ödülleri arasında gazetecilik ödülü de olsaydı...” diye hayıflanarak söylüyor şarkıyı gazeteci...

“Güneş Topla Benim İçin...”

DİĞER YENİ YAZILAR