James Bond... ‘Spectre’deki sır...

20 yaşında gazeteciliğe başlarken, yaşamımda öykündüğüm; “büyük gazeteciler vardı...”

Hayat; “seçtiğin meslekteki idollerin, kalbinle kurduğu gizemli ilişkinin kimyasında”, anlamlı hale gelir...

Gazetecilik mesleğine duyduğum büyük aşk; “benden yıllarca önce mesleğe başlayan; imajlarıyla büyük olduğuna inandığın parıltılı gazetecilerin meslek yapma tarzlarını bünyeme sindirmemle” başlamıştı...

***

Bu gazetecilerin içinde “biri” vardı ki; onun parıltılı meslek yaşamını kendime rehber...

O kişiyi kendime doğal lider...

James Bond... ‘Spectre’deki sır...

Yaptıklarını ve yaşadıklarını kendim için gazetecilikte mukadder olarak görmüştüm...

***

O gizli gizli içimde yaşattığım doğal liderim...

Gazetecilik ve televizyonculuktaki idolüm...

Meslek hayatımdaki kripto misalimdi...

Görünmez bir bağ vardı kalbimle, onun idolü arasında...

Gazetecilik ve televizyonculukta; meslek idollerinizle zaman zaman kora kor nasıl bir rekabet içinde olursanız olun; ben mantıken onunla rekabet ediyor gözüksem de, kalben onunla yarışamazdım...

Onla yarışmak, kendi idolümle yarışmak anlamına gelir, duygusal çelişkiye düşerdim...

Haberin Devamı

***

Duygusal ibrem, her zaman meslek idolümün yanında yer almamı öngörürdü...

Bir gün hayatımın en çarpıcı olayını; mesleğimin en önemli kariyer teklifini; “ona edilmiş bir teklifin, hemen ertesinde bana edilmesiyle” yaşayacaktım...

Ben o olayı unutacak; o ise bu olayı hiçbir zaman unutmayacaktı...

***

Onun altında çalışmaktan gurur duyardım...

Ne ki; meslek yaşamım boyunca, ben altında çalışırken beni o kadar nefessiz bırakmaya uğraşırdı ki; onun altında çalışmak, mesleki olarak intihar etmek anlamına gelirdi...

Bundan dolayı ona teklif edilen görevin bana teklif edildiğini gördüğümde; teklifi kabul etmek durumunda kalmıştım...

Kendi altında çalışmama müsaade etmeyecekti çünkü...

***

Hiç farkında değildim ki; günlük mesleki rekabetten ibaret saydığım bu rekabetin altında; “onun kimselere göstermediği bir yüzü, eşiyle birlikte yürüttüğü gizli bir faaliyeti ve ajandası, görünenin çok ötesinde gaddar bir misyonu ve gündemi vardı...”

Haberin Devamı

Benim SHOW TV’ye gelmeme aracılık eden; rahmetli gazeteci dostum; eski genel yayın müdürü Ufuk Güldemir durumu fark etmiş yıllar önce, ortak bir dostumuz kanalıyla beni uyarmaya çalışmıştı...

Oysa “gazetecilikteki meslek idolüme böylesine gaddar bir misyonu, bir türlü konduramıyordu gönlüm...”

***

James Bond’un son filmi Spectre’yi önceki gün izlerken, hayatımın otuz beş yılına egemen olan meslek idolü ve öyküsü gözümün önüne gelecekti...

Bu James Bond filmi; bana diğerlerinden çok daha derin, manalı, etkili ve çarpıcı geliyordu...

Bond’un çocukluk yıllarına giden filmin öyküsü, 007’nin annesi ve babasının erken ölümünden sonra beraber büyüdüğü ve kardeşi bildiği, kendisine çok yakın bir karakterin gerçek yüzüne ulaşmasıyla çok farklı bir boyuta taşınıyordu...

***

James Bond filmleri; Sean Connery ve Roger Moore’dan bu yana Sovyetler Birliği, ya da düşman istihbarat servisleri ile suça bulaşan işbirliği örgütleriyle, 007’nin savaşı biçiminde şekillenir...

Oysa hayatın özü; istihbarat örgütleri arasındaki savaşların “bitmek bilmeyen mecrasından ziyade”, içlerinde çalışan insanların hikayelerinde gizlidir...

Haberin Devamı

***

Yaşamın dramı, trajedisi, duygusu, sahisi orada gizlidir...

Her örgütün içinde “insanlar vardır...”

Onların aralarındaki ilişkiler, hayatı belirlerler...

Dramı, trajediyi, iyiyi, kötüyü, yanlışı, doğruyu...

Bu James Bond filmi içimde yarattığı flasback’lerle, kolay kolay unutamayacağım bir film...

Hayatın sahilciliğine en yakın James Bond filmi, Daniel Craig’in oynadığı Spectre...

*****

DÖRDÜNCÜ KRİSTAL FARE ÖDÜL TÖRENİ...

James Bond... ‘Spectre’deki sır...

“Bundan tam beş yıl önce öz çocuklarından uzakta kalmış; mesleğinde yetiştirdiği televizyon dahisi çocuklar, dört bir yana savrulmuş bir adamdım...

Geçen beş yıl içinde; üç çocuğuma sahip çıkarak ailemi toparlayabildim...

Şimdi ise, televizyonda yetiştirdiğim çocuklarıma birer birer yılın televizyonculuk ödüllerini verebilecek noktaya geliyorum... Şimdi yılın en iyi kadın programı ödülünü verdiğim “İşte Benim Stilim” programının yapımcısı Caner Erdem benim yıllarca televizyonda yönetmenliğimi yapan, kendi ellerimle yetiştirdiğim bir televizyoncu... Keza Haluk Şirin yanı başımda yetişti...

Haberin Devamı

Kendi öz çocuklarına sahip çıktıktan sonra, televizyonlarda kendi yetiştirdiği çocuklara yılın televizyonculuk ödülünü elleriyle verebilen bir “baba” sanırım dünyanın şu andaki en mutlu babasıdır... Bu duyguları yaşıyorum şimdi...”

***

Kristal Fare Ödül töreninde dün gece, ödül verirken yaptığım konuşma buydu...

Söylemediğim ise şu...

Ödül törenini ve muhteşem geceyi düzenleyen Medya Faresi haber portalının sahipleri Hande ve Kubilay Tümen de, aynı haber merkezimizin ve televizyon programlarımızın seçkin birer üyesiydiler...

***

Babam üniversitede öğretim üyesi, annem lisede edebiyat öğretmeniydi...

Sanırım eğitimci bir ailenin tek çocuğu olmak, genetiğimde bir türlü vazgeçemediğim gizli bir “eğitmenlik ve öğretmenlik” olgusunu içimde barındırmama neden oluyor...

Dün “eğitmen ve yetiştiren bir baba olmanın” dayanılmaz mutluluğunu yaşadığım bir geceydi...

*****

ALMAK DEĞİL, VERMEKTİR MUTLULUK VEREN...

Ödülü kendi yetiştirdiğiniz çocuklara veriyorsanız eğer, ödül vermek, ödül almaktan çok daha büyük bir mutluluk veriyor insana...

Bilgeler, “vermenin insana almaktan daha büyük bir mutluluk verdiğini” söylerler...

Meslekte yetiştirdiğiniz çocuklar her zaman istediğiniz gibi olmayabilirler...

Aralarında size “ihanet etmiş gibi görünenleri bile çıkabilir bazen...”

Dün gece onlardan bir tanesi de kalabalıklar arasında göze çarpıyordu...

***

Önemi yok...

Aile de böyle bir şeydir işte...

İçinden ne çıkarsa, kabul etmeniz gerekir...

Hoşgörüyle ve tevazuyla...

Gurur duyduklarınızın sevinci, duygularınızı yumuşatır nasılsa...

İhanet edenlerin yapmış olduklarını hiç kabul etmeseniz de, “bir zamanlar çocuğunuz gibi gördüğünüz o insanlara çok da fazla kızamazsınız...”

İçiniz düğümlenir...

Boğazınızdaki düğümü yutmak zorunda kalırsınız...

DİĞER YENİ YAZILAR