36 yıl sonra Maria’nın ülkesinde...

Maria’ya; hayatımın kısa tarihçesinde hiçbir zaman gereken önemi vermediğimi yeni fark ediyorum... Birkaç günlük aşkımın anlamını kavrayabilmem için 36 yıl geçmesi gerekiyor...

Maria benim gizlilik sınırlarını aşarak; sokaklarda el ele dolaşabildiğim, parklarda dakikalarca öpüşebildiğim, Londra’nın parklarında; ağaçlarının altında usul usul fısıldaştığım ilk aşkım...

***

Yıllarca hayatımın temel koordinatını Paris üzerine kurduğumdan; kilometre taşlarında nedense İtalya’yı hep bir nebze es geçiyor ve hakkını yiyorum...

36 yıl sonra Maria’nın ülkesinde...

***

Bu Bayram;

Genel olarak İtalya’ya...

İtalyan kadınlarına...

İtalyan sinemasına...

İtalyan müziğine...

İtalyan mutfağına...

İtalyan Spagetti Western’lerine...

İtalyan spagetti al dentesine...

İtalyan espresso’suna, macchiatosuna, risrettosuna...

İtalyan Godfather’ına...

İtalyan aktörlerine...

İtalyan yönetmenlerine...

İtalyan aktristlerine...

İtalyan şarkıcılarına...

İtalyan futboluna...

İtalyan şehirlerine...

İtalyan modasına...

İtalyan kıyı şeridine;

Venedik’e, Positano’ya, Milano’ya, Firenze’ye duyduğum gizli ve özel ilgiyi; bugüne kadar kendime bile itiraf etmediğim derin hesaplaşmasını yaşıyorum...

Haberin Devamı

***

Çocuklarım varlıklarıyla; altı yıldır hayatımın yaşanmış ve yaşanamayıp yarım kalmış, mahrem kişisel tarihinin aynası oluyorlar...

Onları Venedik’in, gondollarında; küçük kanallar arasında gezdirirken, ben ruhumun gizli kalmış kanallarında, kendi gondolumun dümenine geçiyorum...

Kendi küreğimle, içimin dehlizlerinin diplerine dokunarak, küçük gondolumu hayatımın kanallarında yüzdürüyorum...

***

Çocuklar bana; “gondolun köprü altında neden yana eğildiğini” soruyorlar...

Ben; 36 yıl önce Maria’ya; “Neden şimdi İtalya’ya gitmek zorundasın” sorusunu soruyorum...

***

Mina, Poyraz ve Ayşe Nazlı’ya; gondolun sağa kaykılarak gitmesinin, köprüye değmeme endişesinden kaynaklandığını söylerken; o sene lise üçe geçen Maria’yla yaşadığımız Londra aşkı geliyor gözlerimin önüne...

1979 yazında... Yağmur çiselerken Londra’ya... 16 ve 19 yaşındaki iki genç bir daha birbirlerini hiç göremeyeceğini bilerek, ayrılıyorlar birbirlerinden... Piccadily tanıklık ediyor, gençlik aşkına...

Haberin Devamı

36 yıl sonra Maria’nın ülkesinde...

GABRİELLA’NIN KIRMIZI ŞARABI, ANİTA’NIN AL DENTE KARBONARASI...

Akşam çocuklar;

-“Bizi şık bir yere yemeğe götür baba...” diyorlar...

6 yaşındaki çocukların, kendi ektiğim tohumları, bu derece içselleştirmeleri hayrete düşürüyor beni...

Onların şık giyinerek şık mekanlara gitme alışkanlıklarını karşılayabilmek için, loşluğu ile ambiyansı; armonik bir akordun ezgisinde dekore edilen bir restorana götürüyorum...

***

Al dente spagettiyi soruyorlar bana yemekte... Onlara İtalyan usulü; az pişmiş kıvamında diri makarnayı anlatırken; bir Cambridge öğleden sonrası geliyor gözlerimin önüne...

Dışardaki sağnak yağmura inat, şöminede yanan ateş geliyor hayalime...

Gabriella’nın açtığı İtalyan kırmızı şarabından ilk yudumu alıyorum...

Anita; al dente karbonara pişiriyor...

-“Biz makarnayı böyle yeriz...” diyor...

-“Al dente...”

***

Hayatımda ilk kez, İtalyan usulü diri pişirilmiş makarnayı Anita’nın ellerinden yiyorum o Cambridge öğleden sonrasında... Gabriella’nın açtığı kırmızı şarap eşliğinde...

Haberin Devamı

***

Çocuklara al dente makarnayı anlatırken, kendime “uzun zaman sonra ilk kez” oldukça pahalı bir kırmızı Toscana şarabı ısmarlıyorum...

Anita’nın; Maria’nın, Gabriella’nın ve kendi çocuklarımın şerefine...

-“Şişenin mantarını koklasana baba...” diye uyarıyor beni Poyraz...

36 yıl sonra Maria’nın ülkesinde...

BİR FİNCAN İTALYAN KAHVESİ...

Venedik’te illa kahve içmek istiyor çocuklar babalarıyla beraber...

Ismarlamadın mı, kafe latte’den arka arkaya yudumlar alıyorlar...

Onlara, kahvesi az, sütü çok; kafe latte ısmarlıyorum her gittiğim yerde...

Maria, bir Londra bistrosunun önünde duruyor;

-“Sana espresso alacağım...” diyor;

-“Bekle...”

***

Uzunca bir süre sıra bekledikten sonra, iki yudumluk acı bir kahveyle karşıma geliyor...

-“Nedir bu?..” diyorum...

-“Espresso...” diyor...

-“Böyle içilir... İki yudum... Çok serttir...”

Bir yudum alıyorum...

-“Sevmedim...” diyorum;

-“Çok koyu...”

***

36 yıl sonra; çocuklara, risretto, capuccino, espresso, cafe latte, cafe macchiato arasındaki farkları anlatırken hayatı yeniden yaşadığımı hissediyorum...

Haberin Devamı

Maria gibi, espresso’nun...

Anita gibi; al dentenin spagettinin...

Gabriella gibi; Toscana şarabının hakkını yediğimi düşünüyorum 36 yıl boyunca...

MUHTEŞEM İTALYAN ÜÇLÜ... IL VOLO...

Ya Al Bano, Romina Power; Liberta ve Felicita... Ya Toto Cutugno ve L’İtaliano... Ya yine Al Bano Romina ikilisinden Sharasan...

Ya Nino Rota’nın Godfather müziği...

Ya Adriano Celentano ve Susanna...

***

Önceki gece İtalyan televizyonu birinci kanalda Rai’de Il Volo’nun performansını izliyorum...

Bariton Gianluca Ionble ve Piro Barone ve Ignazio Boschetto isimli iki tenordan oluşan üç İtalyan gencin, operatik pop dalında söyledikleri parçalar, Venedik gecelerimi yumuşatıyor; hayatı estetikleştiriyor...

***

Sonra mucize gibi gelen “We Are Love” parçasını söylüyorlar...

Parçayı dinlerken; Federico Fellini’den, Al Pacino’ya, Robert De Niro’dan, Spagetti Western filmlere, İyi Kötü ve Çirkin’den;

Godfather’a; Bir Zamanlar Amerika’dan, Kadın Kokusu’na...

Sophia Loren’den Prada’ya, Emporio Armani’den, Bulgari’ye; En çok da; Maria’ya, Gabriella’ya ve Anita’ya haksızlık ettiğimi düşünüyorum... Grande Amore parçası en sonda geliyor...

O parçada 50 yaşında başlayan ikinci hayatım çıkıyor ortaya...

Grande Amore parçasını bir daha bir daha dinliyorum...

DİĞER YENİ YAZILAR