Ali Kırca'nın yerinde olsaydım

Ali Kırca’nın başına gelen bir felaketti... Ali Kırca’nın bir kızla sevişme görüntülerinin çekilip internetten yayılması bir rezaletti... Utanmazlığın daniskasıydı...

Haberin Devamı

Ali Kırca’nın başına gelen bir felaketti... Ali Kırca’nın bir kızla sevişme görüntülerinin çekilip internetten yayılması bir rezaletti...
Utanmazlığın daniskasıydı...

Bir kadın veya bir erkek hayatının en mahrem sevişme anının, porno görüntü gibi milyonlarca insanın seyrine sunulması utanmazlığın, rezilliğin, ahlaksızlığın en son noktasıydı...

Utanmazlıktı çünkü bu özel hayatın değil, cinsel hayatın bile ayaklar altına alınmasıydı...

Utanmazlıktı çünkü, porno filmde oynamayı kendi gönül rızasıyla para karşılığı oynamayı kabul etmeyen birini porno yıldızı haline getiriyordu...

Ahlaksızlıktı çünkü, tanınan bir adamı, tanınan görüntüleriyle değil, azgın bir seks objesi gibi yatak odasından dikizleyerek, milyonlarca gözün izlemesine sunuyordu...

Ali Kırca karısını aldatma dışında bir suç işlemedi...

O da esasen bir suç değil, karısıyla arasındaki özel hayatlarının etik olmayan bir hareketidir...

Ayrılırlar, kavga ederler veya birbirlerini anlayışla karşılayarak yola devam ederler...

Karısının bu tartışmada etik olarak haklı olması, Ali Kırca’nın milyonlarca insanın gözleri önünde bir porno oyuncusu haline gelmesini haklı göstermez...

Karısını aldatmış olma gerçeği, bir rezilliğin örtbas edilmesini, bir alçaklığın ve utanmazlığın cezasız kalmasına örnek oluşturmaz...

Ama şimdi Ali Kırca’ya bazı sorularım olacak. Cevap vermesi için değil... Düşünmesi ve kendisi için en doğrusunu yapması için...

Sen Türkiye’nin en önemli iki üç Anchorman’inden biri değil misin?

Halen, dünyadaki ve Türkiye’deki bütün olayları Türkiye senin ağzından, senin dilinden, sesinden, görüntünden ve yorumundan izlemiyor mu?..

Hayatı senin dilinden anlamlandırmıyor mu?..

Peki bir insanın sevişme görüntülerinin Türkiye’nin göbeğinde, yayınlanmasından daha büyük ahlaksızlık, rezillik, utanmazlık var mı?..

Bu ahlaksızlık hesabı sorulacak büyük bir haber değil mi?..

Bu haberin mağduru olan Türkiye’nin en ünlü Anchormanlerinden birinin Türkiye’ye söyleyeceği iki çift lafı yok mu Ali?..

“Benim vücudumun sevişme anındaki görüntülerini hangi hayvan yayınlayabiliyor? Bu ahlaksızlık nasıl cezasız kalıyor?” diye soramayacak mısın Ali?..

Bunu milyonların önünde ekranlarda soramayacaksan, başka olayların hesabını nasıl ve kimden soracaksın Ali?.. Hayatı insanlarla nasıl paylaşacaksın?..

Yaptığın karına yönelik bir hatadır... Kabul...

Ama sana yapılanın, cinayet kadar ağır bir suç olduğunu görmüyor musun?..

Bunu yaşayan sen, bu haberi ve bu yorumu topluma veremeyecek misin?..

Bunu vermeden hangi haberi nasıl vermeye devam edeceksin?..

Bunu vermeden Siyaset Meydanı’nda neyi nasıl tartıştıracaksın?..

Eski SHOW haber ekibimin müdürleri, editörleriyle oturmuş konuşuyorduk... Biri dedi ki...

“Abi sen olsaydın her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatıp, sonra da ekran karşısında takır takır hesap soruyordun. Olayı saklamazdın. Gerekirse özür dilerdin. Ama hesabını sormadan o habere başlamazdın.”

Doğruydu dedikleri...

Bana yöneltilen eleştiri veya pisliklerde, onun cevabını vermeden, hesabını vermeden habere başlamazdım...

Bana yakışan buydu...

Ali’ye yakışan da budur...

Çünkü haberciye yakışan budur...

Hesabını ve cevabını vermeyen adam, habere devam edemez...

Mağdur olduğuna inanmıyorsan, kendini savunma Ali...

Kendini gerçekten gösterilmek istendiği gibi bir skandalın sorumlu baş aktörü gibi görüyorsan, haberi bırak Ali...

Ama öyle görmüyorsan, çık ve rezillerden hesap sor Ali...

Anchorman Ali Kırca gibi ol, utanıp pısma Ali!..

Gülşen’le bebeğimiz!
Gülşen’le tam oturduk sayfayı çiziyoruz... Hangi yazı nereye girsin, hangi habere hangi başlığı atalım... Gazeteciliği bilenler bilirler... Yeni bir gazete, yeni bir köşe, bir gazeteci için doğuracağı çocuk gibidir...

Doğum olana kadar gazeteci akla karayı seçer...

Zafer Mutlu’yla Tayfun Devecioğlu’nu odada başbaşa vermiş konuşurlarken gördüğümde, yeni bir maraza çıkacağını farketmiştim zaten... Bu Zafer Mutlu Türk basınındaki neredeyse bütün yeniliklerin fikir babasıdır...

Beni görünce yine attı ortaya müthiş yeniliğini...

“Reha, sen köşe değil... Köşeyle beraber sayfa yap... VATAN’ın arka sayfasını yap...”

Görüşme 15 saniye sürdü... Fazlası bu gazetede hastalık yapıyor... Sonra onlar bol kaşarlı, jambonlu diet! sandviçlerini yediler, bana da “sen de ye” dediler...

Yemedim. Olayın üzerine bir soğuk su içip Gülşen’le buluşmaya gittim. Bu Gülşen, o bildiğiniz Gülşen değil...

Bu Gülşen, benim gazeteciliğini müthiş bulduğum, dünya iyisi ve dünya güzeli meslektaşım Gülşen Yüksel...

Onu da 10 yıllık gazetesinden transfer ettim...

Tarihe “İki Gülşen vakası” olarak geçecek dönemi yaşamaktayım yani...

Gülşen’le sayfayı çatıyoruz, gazetecilik deyimiyle bebeği dünyaya getirmeye çalışıyoruz...

Meslektaşım Bilal Özcan aramaz mı?... “Gülşen hanımla bebek yapmak istiyormuşsun doğru mu abi” diye sormaz mı?.. “Evet” dedim Bilal’e “Şu anda Gülşen’le tam bebeği yapmaya çalışıyoruz... Sonra konuşalım...”

Telefonu kapattığımda farkettim ki bir tuhaf oldu çocuk... Neyse biz meslektaşım Gülşen’le sayfayı çattık gazetedeki bebeği doğurduk... Umarım seversiniz...

Bilal ne yaptı bilmiyorum... O hâlâ Gülşen’le bebeğimizi bekliyor sanırım.

Doktorun acayip zevki!..
Paper Moon isimli mavi kanlıların, nam-ı diğer Türk asillerinin mekânına uğradığınızda, barın her tarafa hakim köşesinde mutlaka ünlü estetik cerrahı Dr. Nazım Durak’ı görürsünüz...

Bir söylentiye göre Nazım Durak, göğüs, burun, kalça estetiği yapacağı müşterilerini bu bardan seçermiş...

Gelen geçen bütün Paper Moon hatunlarına, “Ne kadar güzelsiniz” diye başlayıp, “Bir de göğüslerinizi yapsak harikulade olacaksınız” diye ağır tahrik yaratırmış...

O gün gördüğümde etraftaki güzel hanımlara, Ömer Dinçkök’ün kendisine hediye ettiği, iki pahalı yüzüğü gösteriyordu...

Mavi ve yeşil renkli yüzüklerin pahalı saatiyle nasıl uyum sağladığını anlatmaktaydı ki, gözüme kullandığı cep telefonu ilişti...

Ünlü estetikçinin cep telefonu benim Ayşe Nazlı’ya aldığım oyuncak cep telefonunun bir benzeriydi...

Hani çocuklar oyuncak telefonları sürekli yere düşürürler ya...

Hani oyuncakçılar da bu yüzden çocuk telefonlarının estetik olmaktan çok dayanıklı olmasına dikkat ederler ya...

Ünlü estetikçinin telefonu da, Ayşe Nazlı’nın sürekli yere düşürdüğü plastik oyuncak telefonun neredeyse aynısı...

“Bu ne hal” dedim, “Sen Arap Şeyhi gibi yüzüklerini gösterene kadar kendine güzel bir cep telefonu al önce...”

Demesin mi bana, “Vertu’nun pırlanta taşlarla süslü modelinden ısmarladım... Onu bekliyorum...”

Plastik telefondan, 20 bin Euro’luk pırlanta taşlı cep telefonuna...

Meğer 60 Türk bu telefondan ısmarlamış...

Firma, ısmarlayanların ismini sır gibi saklı tutuyormuş...

Bir tanesini bu sayede öğrendim...

Dr. Nazım Durak...

“Hemen al...” dedim doktora, “Parmaklarındaki Arap Şeyhi yüzüklerinle uyumun tam olacak... Durumun arabesk de değil, tamamen Arabik olacak...”

Baktım Arapça “Şükran” der gibi kafasını sallıyor...

Kendi kendime “Yallah” dedim, “Buradan gitme vakti geldi...”

DİĞER YENİ YAZILAR