“Aldatma...”

Hayatta her şeyi olan bir kadının; bir gün bir yazarla konuşurken; yazarın sözlerinden etkilenerek, “hayatının monoton bir azap olduğunu düşünmesiyle” başlıyor roman...

Ne zamandır okuyacağım diye, “okunacak kitaplar” listemin içinde yer alıyor “Aldatmak” kitabı...

Paulo Coelho; “Simyacı”yı yazdığından beri dünyanın en etkili yazarları arasında yer alıyor...

***

Coelho benim için; “romanları yoluyla anlattığı yaşam felsefesi”nin, hayata kattığı değerler nedeniyle önemli bir romancı...

Yaşam sihrinin insanın içinde ve derinliklerinde bulunduğunu, hayatın sırlarının ve çıplak gerçeğini içimizden çıkabileceğini anlatan yazarlardan birisi o...

“Aldatmak” romanını sabahın erken saatlerinde okumaya başlıyorum...

***

Spor yaptıktan sonra, “gündüz saatlerinde oturup güneşi hissettiğim Bebek’teki bistromda” öğle yemeğinde romana devam etmeye karar veriyorum... Romanın kahramanı genç kadının;

Zengin ve düzgün bir kocası;

İki erkek çocuğu...

Çocuklarına Filipinli bir dadı tutabilecek ekonomik rahatı...

Çok okunan Fransızca bir gazetede iyi bir işi... İsviçre’de; Cenevre’de yaşamının verdiği mükemmel bir konforu...

Haberin Devamı

“Yarın ne olacağım” korkusunu duymayacağı, emniyetli bir hayatı...

İstediği zaman istediği alışverişi yapabileceği, maddi imkanları var...

***

Genç kadın; hayatında yapacağı hataların, elinden her şeyin kaymasına yol açacağının bilinciyle, tıkır tıkır işleyen hayatını yaşamaya devam ediyor...

Ta ki röportaj yaptığı bir yazarın; “hayatta risk almadan yaşamanın, yaşamak olmadığı” mealindeki sözlerinden sonra...

***

Genç kadın, o sözü düşünürken “hayatta yapmakta olduğu şeylere ve değer gibi gözüken koşullanmalarına yabancılaşmaya başlıyor...”

Kadının içindeki yabancılaşma aniden önüne geçemediği bir şekilde ayyuka çıkıyor...

***

Kitabı okuyorum...

Ancak Bebek’teki favori bistromun, bir dezavantajı var...

Çok fazla dost ve ahbapla karşılaşıyor insan Paulo Coelho’nun insanı bir anda içine alan romanını bir çırpıda bitiremiyorum...

Sonunda; romanın okuma zevkini daha uzun bir zamana yaymanın bana değişik bir haz vereceğini fark ederek, bu durumu da mutlulukla karşılıyorum...

Haberin Devamı

*****

MUSTAFA DENİZLİ VE ŞANSAL BÜYÜKA’YA RASTLAYINCA...

Etraf kalabalıklaşıyor...

Ben de işlerimi bitirmek üzere küçük masamdan kalkıp çıkmaya hazırlanıyorum...

Caddede yürümeye başlayınca, bistronun uzak köşesindeki masada dostum Erol Kaynar ve Mustafa Taviloğlu’nun; Mustafa Denizli’yle oturduklarını görüyorum...

Beş dakika diye oturduğum masa, bir süre sonra Şansal Büyüka’nın gelmesiyle, iki saatlik derin ve keyifli bir sohbete dönüşüyor...

***

Eski dostlarla ilişkinin çok tatlı bir tarafı var...

İki yıl, üç yıl beş yıl hiç görüşmeseniz de;

Onca yıl sonra karşılaştığınızda, sanki hiç ara vermemişcesine, “kaldığınız yerden devam ediyorsunuz sohbete...”

Birbirinizi tanıyorsunuz...

Karşınızdakinin nerede ne tepki vereceğini biliyorsunuz...

Kişilik koordinatlarını, vücut kimyasını, gelmişini geçmişini tanıyor, hayattaki şifrelerini kestirebiliyorsunuz...

***

Sohbet esnasında bu durum rahatlık ve konformizm sağlıyor...

Futbolun derinliklerinden, siyasetin labirentlerine kadar derin bir ufuk turu yapıyoruz...

Haberin Devamı

*****

MEDYANIN BEŞ ÜNLÜ ADAMININ, BİR MASANIN ETRAFINDA AĞLADIĞI UNUTULMAZ GECE...

Şansal Büyüka bir ara bana dönüp;

-“Türkiye’yi yıllarca televizyonlarda kasıp kavurmuş beş adamın, bir masanın etrafında hüngür hüngür ağladığı o geceyi hatırlıyor musun?..” diyor...

***

Aniden gelen bu sözlerin referans yaptığı geceyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyorum...

Uzun zamandır; o günlerde mesleğin zirvesindeki beş ünlü adamın, hep birlikte küçücük bir akşam yemeği masasının etrafında hüngür hüngür ağladıkları geceyi yazmaya cesaret edemiyorum...

***

Gizlemeye çalıştığımdan değil... Böylesine tarihi olaylar, oldukları esnada “katılan aktörleri tarafından tarihi olarak değil, kişisel bir olay olarak addediliyorlar...”

Daha çok “özel ve kişisel anılar demetinin unutulmaz bir parçası” olarak sayılma eğilimini taşıyorlar...

***

Ayrıca; sözkonusu aktörler medyada “yöneticilik gibi ağır görevleri üstlenmişlerse, duygularına gem vurmayı, yönettikleri insanlar üzerinde otorite olarak kalmayı, zaaf gösterdikleri anları saklamayı doğru buluyorlar...”

Haberin Devamı

***

Şansal Büyüka’nın “Hatırlıyor musun?..” dediği gece yaşananlar, “Türkiye’de medya tarihinin çok önemli bir kilometre taşına ve virajına denk düşüyor...”

***

Medyanın ve tarihin içinde aktör olarak yaşamaya devam ettiğinizde; o olaylardan sıyrılıp “insani taraflarla, zaafları da içerecek şekilde” olaylara kuşbakışı bakıp yazamıyor insan kolay kolay...

Oysa ben artık; uzun zamandır aktif gazetecilik yapmıyorum ve iki ay önce, “35 yıllık gazetecilik hayatımı” aktif olarak sona erdirdiğimi açıklamış bulunuyorum...

***

Şansal Büyüka dünkü sohbette bir ara;

-“En çok...” diyor...

-“Bu Reha’ya özeniyorum...”

Bu özlemin, gazeteciliğime değil, hayatın başka bir mecrasına kaymamdan kaynaklandığını biliyorum... Dün fark ediyorum ki;

Artık aktif gazetecilik yapmadığımdan, “medya tarihindeki dönemeç noktalarını oluşturan” olayları rahatlıkla yazabilirim...

Tarihe dönüm noktası teşkil eden olayları yazan kişinin;

“Günlük olayların hesabından, kitabından, girdabından ve önyargısından uzak olması gerekiyor...”

Ki eli rahat gitsin, kolay yazabilsin... Duygularına ve kalemine ket vurmasın... “Masa başında ağlayan 5 adamın öyküsünde” görüşmek üzere... Fransızların dediği gibi, A demain...

DİĞER YENİ YAZILAR