Anneannemin balık tuttuğu iskelede...

O gün; sabahın erken saatlerinde bir arkadaşımla Yeniköy’de buluşmaya karar veriyorum...

Bir çay içeceğiz...

Bir şeyler verecek bana...

Sonra ben taksiyle Nişantaşı’na gideceğim...

***

Yeniköy’ün girişi; esasen Yeniköy’dün değil, İstinye iskelesinin olduğu yerde başlar...

İskele sınırdır...

Yeniköy’ün girişi o iskeledir...

Önce iskelede buluşmayı teklif ediyorum...

-”Olur” diyor...

Sabah 8.15 gibi orada oluyorum...

Çocukluktan gençliğe terfi etmeye hazırlanan bir çocuk masaları siliyor usul usul...

-”Bana bir çay verir misin?..” diyorum...

-”Abi daha açılmadı buralar...” cevabını veriyor...

-”Ancak 9.30-10’da açılır...”

***

En uçtaki masaya oturuyorum...

Bu masa ve kafe, o sırada masaları silen o çocuğa acaba ne ifade ediyor; onu düşünüyorum...

Ben ise 48-50 yıl önce, bu oturduğum masadan, Boğaz’ın akıntılı sularına atlıyorum...

Anneannem tam bu masanın olduğu yerde, her öğleden sonra 15’ten, akşam 19’a kadar olta atıyor denize, balık tutuyor...

***

Bense; zaman zaman olta atıyor, istavrit, izmarit tutuyorum...

Haberin Devamı

Çoğu zamansa yüzüyorum...

Anneannem akıntının ve vapurların olduğu Boğaz’ın bu açık noktasında yüzmemden çok korkuyor...

Etrafa el ediyor...

-”Uşaklar çıkartın çocuğu; boğulacak...”

anneannemi sakinleştiriyor...

-”Çocuk yüzüyor anne, sen onu boşver, keyfine ve balıklarına bak...” diyorlar...

Anneannem teskin edilmiyor...

Beni denizden çıkartmanın lobisini yapmaya devam ediyor...

-”Uşaklar çıkartın çocuğu...”

***

Bunun üzerine, onu ifrit etmek için, denizin dibine dalıyorum...

Boğaz’ın derinliklerindeki oltasını, denizin altından başka oltalara düğümlüyor; anneannemin balık keyfine limon sıkıyorum...

Anneannem oltasını çekemiyor...

Ben yüzmeye devam ederken, o oltasını çözmeye girişiyor...

***

Kafe’nin masalarını silen çocuğa, oturduğum masa ve kafe ne ifade ediyor bilmiyorum...

Ben anneannemi özlediğimi fark ediyorum...

Gözüm yaşlanıyor...

İçimden;

-”Seni özledim anneanne...” diyorum...

Kalkıyorum...

***

Arkadaşım geliyor...

-”Burası kapalı, Yeniköy’e gidelim...” diyorum...

*****

YENİKÖY GÖZLERDEN UZAK KAHVE...

Haberin Devamı

Yeniköy’de; Yıllarımı geçirdiğim...

Şöhretten, ilgiden, tacizden saklandığım, ‘in’ niyetine sığındığım kafeye geliyoruz... Show TV’de esip gürlediğim günler o günler... Sabah kahvemi içtiğim, gazetelerimi okuduğum, Cumartesi Pazar uzun saatler geçirdiğim, gözlerden uzak kafemdeyim...

***

Kafenin büyüdüğünü; arkadaki dükkanı birleştirdiğini kocaman bir kahvaltı yeri haline geldiğini görüyorum... Dükkan adına seviniyorum... Kafenin o halinin, benim gizli “in”im olmaktan tamamen uzaklaştığını fark ediyorum...

***

İlk gelen garsonları tanımıyorum...

Yarım saat sonra, dokuz yıl bana hizmet eden garsonlar teker teker geliyorlar...

Halimi hatırımı soruyorlar... Kafenin işletmecisi geliyor... Herkes sımsıcak bir samimiyetle, eski müşterisini kucaklıyor...

***

Bu ilgi, bir megapolün televizyonda görülen şöhretlerinden birine vatandaşın gösterdiği ilgi değil, mahallelinin eski bir mahalleliye duyduğu sıcak bir özlemin tezahürü...

Çok mahalleli; Sadece mahallelilerin anlayacağı bir şey...

***

Burası Yeniköy... İstanbul’un nerede oturursam oturayım, her zaman Yeniköy’lüyüm... Bunun farkındayım...

Haberin Devamı

Aidiyetim burası... Mahallem burası...

Çocukluğum burası...

Atina dönüşü hayatımın en fırtınalı yıllarının geçtiğim “in”im burası...

Burası benim sığınağım...

Burası benim limanım...

Burası Yeniköy...

*****

GALATASARAY’LI OLMAMA ÇALIŞAN BAKKAL MUSTAFA...

Sabah anneannemle başlayan, “kahvehanem”le süren küçük maceram, eski evimin önünden bindiğim takside, mucizevi bir flashback’e doğru kıvrılıyor...

***

Taksici Ömer, dört kuşaktır Yeniköy’lü... Evinin olduğu yeri gösterirken; dört yaşlarımda anneannemle oturduğumuz sokak aklıma geliyor... Yeniköy’de sahile çıkan dar sokaklardan birinde ev... Karşımızda bir küçük bakkal dükkanı var... Bakkalın sahibinin adı Mustafa Bey... Sarışın renkli gözlü büyük oğlunun adı da Mustafa...

Dört ve beş yaşlarında iki yıl, o sokakta yazlarımı geçiriyorum...

En büyük zevkim; bakkal Mustafa’nın dükkanında pirinç çuvallarındaki pirinçleri karıştırmak... Mustafa Bey’in kendi adını taşıyan oğlu Mustafa;

Haberin Devamı

-”Tek bir şartla izin veririm...” diyor... -”Eğer Galatasaray’lı olduğunu söylersen, pirinçleri elleyebilirsin...”

***

-”Evet...” diyorum...

Pirinçlerle oynamaya başlıyorum...

Akşam eve çıkıyorum...

-”Ben Galatasaray’lı oluyorum...” diyorum...

-”Nasıl olursun?..” diyorlar...

-”Sen Fenerbahçe’lisin; Galatasaray’lı olamazsın...”

***

Bütün bir yaz, öğlenleri metazori Galatasaray’lı, akşamları zoraki Fenerbahçe’li addedilerek yaşıyorum...

İki yılın ardından 6 yaşında ilkokula gidiyorum,... Orada annem gibi sevdiğim öğretmenim Süheyla Ün;

-”Senin Beşiktaş’lı olmanı istiyorum yavrum...” diyor...

Ne sarışın renkli gözlü bakkal Mustafa...

Ne çuvaldaki pirinçleri...

Ne de yukarıda yoğun tazyikte bulunan evin ahalisi... Fayda vermiyor;

Ben bütün hayatımı etkileyecek iki rengin siyah beyazın peşinden o anda gitmeye karar veriyorum...

***

-”Bakkal Mustafa’ya ne oldu?..” diyorum şoför Ömer’e...

-”Bakkal kapandı abi...” diyor...

-”Mustafa Bey, aynı apartmanın en üst katında oturuyor... 60 yaşlarını geçiyor...” Elli yıl öncesinin Yeniköy’ünden bir çocuk geçiyor...

Pirinç çuvallarına uzaktan el sallıyor...

Yaşlı bir kadın balık tutuyor...

Çocuk denizden “anneanne...” diye bağırıyor... Anneanne “çocuk boğulacak...” diye çevreye el ediyor...

Uzaktan 55 yaşında bir çocuk anneannesine bakıyor... Ağlıyor sanki...

Yeniköy yeni bir sabaha uyanıyor...

Her zamanki gibi...

DİĞER YENİ YAZILAR