“Bu o... çocuğuna yeşil kartı kim verdi?..

Dün gecenin tam ortasında saat 03 gibi uyanıyorum...

Her sene olduğu gibi...

Kendiliğinden...

Beynimin içinde işleyen alarm; hiçbir saati kurmayı gerektirmeden; Oscar törenlerinin hız aldığı saatlerde, beni hayatın doğal mecrasında uyandırıveriyor...

***

“Bu o... çocuğuna yeşil kartı kim verdi..

Türkiye’nin gündemi her geçen yıl bir öncekine göre o kadar çok Batı’nın ajandasından uzaklaşıyor ki; Civarımda Oscar törenlerini konuşan kimsecikler kalmaz hale geliyor... Yaşadığımız günlerin, aslında ne anlama geldiğini, üzerinden yıllar geçtikten sonra fark edeceğiz... Neo Osmanlı ya da yeniden Osmanlı olmak; Siyasi bir durum gibi gözüküyor...

Elbette siyasi...

Ama esasen, değişik gündemi, sosyo psikolojik sonuçları, kültürel makasları olan büyük bir yol ayrımı bu...

***

Sinemanın en büyük ödüllerinin verildiği, yüzden fazla ülkede canlı gösterilen, sinemanın dünyadaki en büyük ödül gecesi; Türkiye’de de canlı yayınlanmasına rağmen, beklenen patlamayı yapmıyor...

Oysa Dolby Theatre; yine kırmızı halılarla kaplı, yine tıklım tıklım, yine taptaze bir enerjiyle dünya insanına taze bir ilham ve soluk veriyor... Amerika’nın ve dünyanın dört bir yanından star sinema sanatçıları toplanıyor Los Angeles’a... Oscar’a aday sanatçıların ödül töreni öncesi kırmızı halıdaki röportajlarını izliyorum...

Haberin Devamı

***

-“Washington DC’den Kaliforniya’nın güneşini de yaşarız diye geldik... Ama yağmur var burada...” diyorlar havadan hayal kırıklığına uğrayan bazı sanatçılar... Gecede kıyafetler; muhteşem bir defileyi andırıyor...

Lady Gaga, Jennifer Lopez; gibi ünlüler ABC’nin ödül gecesi öncesi partiden yaptığı canlı yayına katılıyorlar...

***

Lady Gaga “50 yıl öncesinin unutulmaz klasiği Neşeli Günler filminin parçasını öyle muhteşem söylüyor ki; salon alkıştan yıkılıyor...”

Neşeli Günler parçasının bitmesiyle birlikte, sahneye o filmin 50 yıldır efsane olan kadın karakteri Maria’yı oynayan Julie Andrews geliyor... Dolby Theatre o anda inanılmaz bir duygu seli yaşıyor... Meryl Streep dahil bütün ünlü starlar, ayağa kalkarak “hepsine, hayatlarındaki ilham perisi olan o unutulmaz kadını; Julie Andrews’ı çılgınca alkışlıyorlar...”

Haberin Devamı

***

Gecenin en müthiş lafını ise Sean Penn ediyor...

Sean Penn; “en iyi film ödülünü” açıklamak üzere zarfı açtığında Meksika’lı yönetmen Alejandro Gonzales’in ismini üçüncü kez görüyor kartta...

Gonzales’in aynı gecede üçüncü kez ödül alacağını fark edince, bir süre duraklıyor ve şöyle söylüyor:

-“Hangi o... çocuğu, bu adama Yeşil Kart verdi...”

Sean Penn’in “Amerika’da göçmenlere verilen oturma müsadesi anlamındaki Yeşil Kart’a referans yaparak Meksika’lı yönetmeni üçüncü kez sahneye çağırması, büyük alkış alıyor...”

Meksikalı yönetmen, dün gece Oscar ödüllerinin tartışlamaz karizması ve kahramanı oluveriyor...

*****

7 ÇOCUĞA BAKMAK ZORUNDA OLAN GÜZEL KADININ ÖYKÜSÜ...

Çocukluğuma dönüyorum... Hayatımda ilk izlediğim film; Ankara Çankaya sinemasında, beş-altı yaşlarında izlediğim Neşeli Günler filmi... Rahibe olmak için manastıra giren, fakat manastırdaki sabah derslerini kaçırıp, “her gün doğaya çıkarak şarkılar söyleyen” güzel Maria’nın öyküsüne gidiyor yüreğim usul usul...

Haberin Devamı

***

Onun başrahibe tarafından; hayatı tanısın diye, eşi yeni vefat etmiş yedi çocuk sahibi “Kaptan Van Trapp’a, gönderilmesi...”

Yedi çocukla kurduğu sevgi dolu iletişim, kaptanla kaçınılmaz aşkı ve devamı...

***

Çocuk yüreğim, Avusturya dağlarının, ovalarının, sonsuz yeşilliklerinde pastoral bir müzikal anlatımın hayat bulduğu unutulmaz filmi hatırlıyor... İki yanımda oturan annemin ve babamın kollarına nasıl sarıldığımı anımsıyorum... Neşeli Günler beni elli yıl öncesinin, neşeli ve mutlu çocukluğuna götürüyor...

***

Julie Andrews’ı seyreder, Lady Gaga’dan unutulmaz Neşeli Günler müziğini dinlerken, hayatta sanatı her şeye karşın muhafaza edebildiğimi fark ediyorum...

*****

SANAT, SANATÇI, SAHTE ÖZGÜRLÜK VE TRUMAN SHOW...

Sanat ve sanatçı... Bir de gazete ve gazeteci çocukluğumdan başlayarak, gençlik yıllarım ve sonrasının, hatta bütün hayatımın; idealize edilmiş yaşam tarzı iki mesleği...

Ben yıllar önce; gazetecileri, yazarları, sanatçıları “bireysel özgürlüklerine düşkün, kendi başlarına buyruk, nev-i şahıslarına münhasır, bağımsız, bağlantısız, biraz kaprisli, öz disiplinli ve kimselerin boyunduruğu altına girmeyen küçük burjuva aydın tipinin” seçkin örnekleri olarak görüyorum...

Haberin Devamı

***

Onbeş yaşından başlayarak gözümde idolleştirdiğim...

Hayatlarını idealize ettiğim... Bireysel özgürlüklerine düşkün küçük burjuva aydını diyerek hafif küçümsenen;

Gazeteci-yazar ve sanatçı taifesini;

Kalbimin derinliklerinde hep başka bir kategoriye koyuyorum...

Onların paradan, sermayeden, devletlerden, herkesten ve her şeyden daha güçlü olduklarına; kişisel özgürlüklerin bir nevi manevi kalelerini oluşturduklarına hükmediyorum...

***

Hayatım gazetecilikle ve gazetecilerle geçiyor otuz beş yıl...

Aşk hayatım bazen gazetecilerle, bazen de sanatçılarla “büyük olduğunu sandığım aşkların, zirvelerinde ve dehlizlerinde” ömür tüketiyor...

***

2012 yılı başlarken, dünyanın bir saydamlaşma ve aydınlanma dönemine gireceğini, gizli saklı hiçbir şeyin kalmayacağını, müthiş bir deşifrasyonun olacağını söylediklerinde, ilk başlarda bunu söyleyenlere burun kıvırıyorum:

-“Zaten her şeyi biliyoruz... Ne öğreneceğiz ki?..” diyorum...

O günlerde 28 Şubat yargı süreci henüz başlıyor...

***

Hiçbir şey bilmediğimi, gazeteci görünenlerden, sanatçı sayılanlara kadar etrafımda gözüken hiçbir şeyin “göründüğü gibi olmadığını” anlamaya başladığımda hayretten gözlerim faltaşı gibi açılıyor...

***

Gazeteci sandığım;

Sadece gazetecilik yaptığına inandığım;

Onlara öykünüp otuz beş yıl önce gazeteci olduğum insanların “aslında çok başka ve derin operasyonların gazeteci görünen sahte yüzleri olduklarını” anladığımda, “gazeteciliği bırakmayı düşünecek kadar” altüst oluyor hayatım...

***

Sanatçıların ise; her ne kadar zaman zaman aşklar yaşamış olsam;

İşim icabı yakın teşrik-i mesaide bulunsam da; tam içlerinde saymıyorum kendimi...

Onları hala esas olarak sanatlarını icra eden kimlikler olarak görmeye devam ediyorum...

Sonra “kişisel Rönesansım dediğim aydınlanma sürecim, kaçınılmaz olarak onları da kapsama alanına alıyor...”

***

Sanatçı gibi görünenlerin, “en yakın çevrelerindeki ‘derin’ kişiler tarafından yönetildiğini anlamam güç olmuyor...”

Jim Carrey’nin The Truman Show filminde yaşıyorum sanki...

Çevremdeki her şey; tıpkı Jim Carrey’nin başına geldiği gibi sahte çıkıyor...

Hiçbir şey göründüğü gibi değil...

Her şey “sahte ve gizlenmiş bir show’un parçası...”

*****

BENİM OSCAR’LARIM...

Dün akşam Oscar törenlerini izlerken çocuklar, çalışma odamda bulunan “Türkiye Oscar’larını” kütüphanemden teker teker indiriveriyorlar ve; -“Sen de mi bu ödüllerden aldın baba?..” diye soruyorlar...

Onlara söyleyemiyorum ki;

“Ben hayatı olabildiğince sahici ve gerçek yaşamaya çalışan bir gazeteci, haberci ve televizyoncu olarak o ödülleri alıyorum...”

***

Çevremde Truman Show misali; benim yaptığım show’ları yavan ve yayan bırakacak, sahte bir dünya olduğunun farkında bile değilim o zamanlar...

Ben gazeteci gördüklerimi gazeteci, sanatçı gördüklerimi, sadece sanatçı zannediyorum...

Birçoğunun sahte figüranlar olduklarını ne yazık ki bilmiyorum...

*****

MARLON BRANDO’NUN TÖRENE GÖNDERDİĞİ YERLİ KIZ VE REDDETTİĞİ OSCAR ÖDÜLÜ...

Bilseydim, Türkiye’deki Oscar törenlerine; tıpkı 1973 Oscar töreninde, kendisine Akademi ödülünü vermek üzere sahnede bulunan Roger Moore ve kadın partnerine, Marlon Brando’nun yaptığı fantastik protestonun bir benzerini yapabileceğimi düşünüyorum...

Marlon Brando ödülü reddetmek için, kendisi adına bir “Indian Amerikalı (yerli) genç kızı” sahneye çıkartıyor...

Genç kız, Brando’nun bu ödülü alamayacağını Oscar törenlerinde canlı yayında milyonlarca insana aksettiriyor...

Yerli kız, sahneye çıkarken fonda, Godfather filminin o ünlü ezgisi çalıyor...

***

Geçmiş zaman...

Dün böyle bir şey olmuyor Oscar gecesinde...

Siyahi sanatçılar Martin Luther King’i anarak muhteşem şarkılarını söylüyorlar...

Ben “kütüphanemi süsleyen mütevazı Oscar’larımı” çocuklarımla paylaşıveriyorum sevgiyle...

Her halükarda, babalarının sonuna kadar sahici, sapına kadar hakiki bir hayatın ödülleri değil mi onlar?.. Sevgiyle Oscar gecesini yaşıyoruz hep beraber...

DİĞER YENİ YAZILAR