Huzur hangisi?..

Bir gün halkı tarafından sevilen bir kral;

Huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan etti...

Yarışmaya çok sayıda sanatçı katıldı...

Günlerce çalıştılar...

Birbirlerinden güzel resimler yaptılar...

Sonunda eserleri saraya teslim ettiler...

Tablolara bakan kral, resimlerin özellikle ikisinden hoşlandı...

Ancak birinciyi seçmesi için ikisinden birisi arasında karar vermesi gerekliydi...

***

Resimlerden biri huzurlu bir göl resmiydi...

Göl; bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtıyordu...

Üst tarafında pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslüyordu...

Diğer resimde ise dağlar vardı...

Engebeli ve çıplak dağlar...

Üstte ise öfkeli bir gökyüzü resmedilmişti...

Yağmurlar boşanıyor, şimşek çakıyordu...

Dağın eteklerinde köpüklü bir şelale çağlıyordu...

Kısaca ikinci resim hiç de huzuru anlatıyor gibi gözükmüyordu...

***

Ancak kral resme dikkatlice bakınca, şelalenin ardındaki kayalıklarda oluşan bir çatlakta, anne kuşun örttüğü minik bir kuş yuvası olduğunu fark etti...

Haberin Devamı

Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını sulardan, sellerden korumaya çalışıyordu...

Kral, gök gürültüsünün, şimşeklerin, sellerin, yağmurların ve çağlayan şelalenin ortasında, annenin koruduğu kuş yuvasının gerçek huzuru ve sükunu resmettiğine karar verdi...

Ödülü huzurlu görünen gölün yer aldığı tabloya değil, şelalenin ortasında sert sulara karşı annenin korumaya çalıştığı minik kuş yuvasını resmeden tabloya verdi...

***

Kararını meraklı gözlere şöyle açıkladı:

-"Huzur denilen şey; hiçbir gürültünün, sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir...

Huzur bütün bunların ortasında bile, yüreğinizin sükun bulabilmesidir..."

Özer Uçuran Çiller'in Yaşam Düşüncedir kitabından...)

ANNEM VE BABAM...

Kırk yıl öncesiydi;

1975 yılının ilk aylarında aileye karşı bağımsızlığımı" ilan ediyordum...

Söylediklerine karşı çıkıyor...

Kendi bildiklerimi okuyor...

Sigaraya başlıyor...

Solculuk...

Sigara...

Kafeler, barlar...

Kızlar...

Paralı kağıt ve taşlı oyunlar...

Hayatıma hep birlikte giriyordu...

Haberin Devamı

15 yaşındaydım...

16'ya girmeye gün sayıyordum...

Ergenliğin; fırtınalı başlayacağı...

Sert rüzgarlarla çoğalacağı aşikardı...

Etki tepkiyi doğuracaktı...

Baskılar, içimdeki çağlayanları çağlayacaktı...

***

25 yıl, bitmek bilmeyen dalgalarda, vapurlarda, denizlerde, okyanuslarda "aileden uzakta" küçük teknemi sürdürmeye çalıştım...

Onların sevgisi yanımda, fakat onların söylediklerinden çok uzaklarda açıklarda seyredip durmuştum...

2000 yılı milenyumun başlangıcıydı...

Havai fişeklerin en ihtişamlısı...

Kutlamaların en çılgını...

Hayat dönemeçlerinin en asrisi...

Yılbaşıların en milenyumu...

1999'dan çıkıp, 2000'e girdiğimiz o gece yapılacaktı...

Bin yıl geride kalacak, ikibin yılına girecektik...

Çocukluk günlerimde, 40-41 yaşlarında karşılayacağım, 2000'in ilk yılbaşısını hayal eder;

-"Acaba nerede olacağım o yılbaşında?.." derdim...

***

Saat 20 sularında çocukluk yıllarının hayallerini karşılarcasına; "havai fişek gösterilerinin ortasında, kravatım ve smokinimle blue box'ın görüntülerinin önünde durmuş, ülkenin en fazla izlenen haber bülteninin sorumlusu olarak haberleri sunuyordum...

Haberin Devamı

Atatürk yaka bir gömlek giymiştim...

Yılbaşına has bir şıklıkta, 2000 yılını karşılamıştım...

Televizyon haberleri dışında, hayatımı pek organize etmediğim yıllardı... Bir gün önce çok önemli iki haber almıştım...

Bir tanesi özel hayatımdaki bir insanla ilgiliydi... Beklenmeyen bir yalanın ortaya çıkması beni derinden sarsmıştı...

***

Diğeri, annemin hastalandığını ve uzun bir ameliyat olacağını öğrenmemdi...

Yeni yılı izleyen ilk günlerde, saatler sürecek uzun bir ameliyata girecekti...

Sahnedeki pırıltılı hayatların, gerisinde yaşanan dramları çok düşünmüştüm...

Sahnedeki şovu seyredenler, oynayanların dramlarını bilmezlerdi...

Onunla ilgilenmezlerdi...

Şovu seyrederler, şovun kesilmesini istemezlerdi...

-"Show must go on; (Şov devam etmeli)" bir Amerikan özdeyişiydi...

Şovu her halükarda sürdürmek zorunda olanlar, yaşadıkları dramları, trajedileri, acıları, hüzünleri seyirciye aksettiremezlerdi...

Kural şovun her halükarda sürmesi, kesilmemesiydi...

Haberin Devamı

O halet-i ruhiyeyle o sıralarda kalmakta olduğum otel odasına gitmiştim...

***

Dışarıda milenyum kalabalığında, bir kutlama yapmak istememiştim...

"Şovum bitmiş", yıllar sonra kendimle ve ailemle başbaşa kalmak istemiştim... Odamın yılbaşı için iki konuğu vardı...

Annem ile babam...

Üçümüz bir otel odasında, baş başa bir yılbaşı geçirecektik...

Annemin ameliyatından hemen önce...

Hayatta o sırada üç kişiydik...

Yeni bin yılın gelişini üç kişi kutlayacaktık...

O gece annemle babama, yeni aldığım evin yanındaki dairede onların kalmalarını istediğimi söyledim...

Kaldıkları evi boşaltmalarını, benim yanıma taşınmalarını istedim...

25 yıllık parantezimizi o gece kapatmaya karar verdim...

70-75 yaşlarındaydılar...

Artık yakınımda olmaları gereken zamandaydılar...

***

Ayşe Nazlı, Mina Deniz ve Poyraz Deniz...

Hiçbiri gelmemişti henüz hayatıma; ve hayatımıza...

Üç kişiydik ve 25 yıl sonra yeniden bir arada yaşayacaktık...

Annem ameliyat oldu...

Yeniden hayat buldu...

25 yıl sonra yeniden bir arada yaşamaya başladık...

Hayatımıza üç muhteşem varlık katıldı...

***

Yarın değil öbür gün Bayram...

Şükür kelimesiyle, huzur kelimesini bir arada seslendirebildiğim bir Bayram'a şükrederek giriyorum...

Kralın resmindeki gibi "huzuru ve sükunu yaşadığım bir yuvadayım artık..."

Gök gürültülerinin, şimşeklerin, suların sellerin ortasında, kendini korumaya çalışan minik bir yuva burası...

Korumaya çalışırken, sert sulardan, çağlayan şelalelerden, yağmurdan, sellerden minik yuvayı...

Huzuru yuvanın varlığında buluyorum...

Sükun onu korumaya çalışan yüreğin içinde yaşıyor...

Varsın gökler gürlesin...

Şimşekler çaksın...

Şelaleler çağlasın...

Yağmurlar boşalsın...

Ben de Kral'ın hikayesinde olduğu gibi...

Huzuru ve sükutu...

Hatta mutluluğu...

Bu tabloda buluyor, bu

tabloda yaşıyorum...

DİĞER YENİ YAZILAR