Hayatımın en büyük romanlarından birini yaşamamıştım henüz...

Tüm zamanların en çok tanınan sopranolarından biriydi Yunanlı Maria Callas...

Onun kederlerle dolu inanılmaz inişli çıkışlı, kreşendolu hayatını yazmak için oturduğumda “kendi hayatımın en büyük romanlarından birini yaşamamıştım henüz...”

2010 yılının; Venedik’te geçirilen bir Sevgililer Günü ertesinde;

Maria Callas’ı yazmaya koyulduğumda... Büyük sanatçının kederli kaderinden...

Film tadında şizofrenik tatlar çıkartıyor;

Sanatçı yaşamlarının dramatik izdüşümlerinin;

Hayata şarabi tat veren “buruk hikaye”lerinde, dalgalar boyu sörf yapıyordum...

***

25 yıl önce Paris’te bir öğrenci yurdunun ahşap odasında Noel gecesi yaptığım gibi...

25 yıl önce hayatımın büyük romanlarından bir çoğunu yaşamamıştım...

Maria Callas’ı yazarken ise; sonuncu büyük romanımı...

Şimdi kendi yazdığım ve “her şeyiyle bir kadını anlatan” o yazıyı, yıllanmış bir şarabın paha biçilmez burukluğunun süzgecinde okuyorum... Maria Callas için...

Kendimiz...

Yaşadıklarımız...

Ve yazdıklarımız için...

Bu Cumartesi gecesi bir kadeh kırmızı şarabın burukluğunu hissederek tatmanın zamanıdır şimdi...

Haberin Devamı

ALDATAN; ALDATILAN VE KEDERİNDEN ÖLEN BİR KADIN

“Ailenin çirkin ördeğiydim ben... Şişko, sakar ve sevilmeyen... Bir çocuğa çirkin olduğunu

hissettirmek çok zalimceydi...”

Annesi “ablası Jackie’nin büyük bir müzisyen olmasını” istiyordu...

Ona piyano dersi aldırırken, Maria sadece dinlemekle yetiniyordu... Çünkü anneye göre “paralarını saçacak durumları” yoktu... Küçücük yaşındaki tek arkadaşı kendisinden sonra doğan erkek kardeşi Vassilis’ti... Bir gün tek can yoldaşı Vassilis için

Paloma şarkısını söyleyiverdi...

Pencereden sokağa ulaşan bu çocuksu ama müthiş ses, sokakta yankı bulmuş ve sokaktan geçen insanları durdurup onu

alkışlamalarını sağlamıştı...

Maria için hayatının dönüm noktasıydı o gün... Ablası kendisine nefretle bakıyordu... Annesi ise “bir şeyler kazanır” beklentisindeydi...

Uğruna şarkı söylediği Vassilis ise

kısa bir süre sonra öldü...

***

Ablasına piyano dersi aldıran annesi, Maria’ya şan eğitimi için üç kanarya aldı...

Haberin Devamı

Maria havayı ciğerlerine doldurmayı, ardından yavaşça notaya uygun olarak kuvvetlice çıkarmayı en küçük kanaryası Elmina’dan öğrendi...

Anne bir süre sonra Maria’nın evde tek sevdiği babadan ayrıldı ve para kazanmak için geldikleri Amerika’dan Yunanistan’a geri döndü... Hep ablasını kayırdı anne...

***

Maria ise güzel sesiyle Pire’deki tavernalarda 5 drahmi ve bir tabak çorba karşılığı şarkı söylemeye başladı...

Bir gün kızını “şarkı söyleyeceksin” diyerek kışlaya götürdü annesi...

Amacı Maria’yı “pazarlamaktı...”

Şişko, sakar ve sevilmeyen Maria bütün cesaretini topladı ve trajik ve sihirli şarkısıyla pazarlanmak üzere getirildiği kışladan, şarkısını söyleyerek çıktı...

Onu artık annesi bile tutamayacak ve

o merdivenleri teker teker tırmanarak

zirveye çıkan bir opera sanatçısı olacaktı...

Şişmandı ve fiziksel halinden memnun değildi...

İtalyan zengin bir iş adamı olan Giovanni Battista’yla işi için İtalya’ya gittiğinde

evlendi... Giovanni ona âşık olmuştu...

Maria’dan iki kat daha yaşlıydı, ancak mutlu görünüyorlardı...

Haberin Devamı

Giovanni kendi kariyerini bırakmış, tüm zamanını ve parasını karısına

harcamaya başlamıştı...

Onun menajeri ve temsilcisi oldu...

Onu bir yıldıza dönüştürmeye koyuldu... Birlikte oldukları sırada, Maria tenya yumurtası yiyerek zayıfladı...

Artık narin ve çekici bir kadındı...

***

Ari Onassis’in adını duymuştu

elbette Maria...

Duymayan yoktu ki...

Kendisiyle tanışmak istediğini öğrendiğinde soranlara şöyle demişti:

“Onassis mi?.. Onun çok bayağı bir adam olduğunu düşünüyorum... Zenginliğini görgüsüzce gözler önüne seriyor...”

Fakat Onassis pes etmedi...

Maria’yı kocasıyla birlikte ünlü yatına davet etti, Winston Churchill’in de orada olacağını söyleyerek...

Kocası için felaket bir yolculuktu...

Karısı elden gidiyordu...

Günlüğüne şöyle yazdı kocası Giovanni:

“Yatta birçok çift ayrılıp başka eşler buldular... Kadınlar, hatta erkekler tamamen çıplak bir şekilde güneşlenip, güpegündüz herkesin önünde dolandılar... Kendimi bir domuz ağılındaymışım gibi hissediyorum... Onassis de çırılçıplaktı... Bir insandan çok bir goril gibi gözüküyordu... Çok tüylüydü... Maria ona baktı ve güldü...”

Haberin Devamı

***

Ne yazık ki Maria’nın gülüşü uzun sürmeyecekti... Onassis’e fena halde âşık oldu...

Kocasının, dünyanın en ünlü opera sanatçısı olması için ona yardım etmiş olması, bu adama duyduğu aşkı engelleyemiyordu...

***

Şişman ve şöhretin çok uzağında olduğu günlerden itibaren kendisiyle beraber olan kocasına dönüp şöyle diyecekti:

“Benim gardiyanımmış gibi davranıyorsun... Beni hiç yalnız bırakmıyorsun... Her şeyimi kontrol ediyorsun... Çok kötü bir gardiyansın ve bütün bu yıllar boyunca beni baskı altına aldın... Şimdi de boğuluyorum...”

Kocası Maria’yı kaybettiğini anlıyordu...

Son bir kez Onassis de varken 3’ü birden buluştular...

Kocası Onassis’e “Sen hırsız ve

katilsin” dedi...

İki erkeğin arasında kalan Maria sarsılarak ağlamaya başladı...

ERKEKLERİN BİLMEDİĞİ GERÇEK...

Onassis’in o buluşmadaki cevabı kitaplara geçecek niteliktedir: “Evet, ben bir yüz karasıyım, bir katilim, bir hırsızım, iyi biri değilim, dünyadaki en iğrenç insanım fakat bir milyonerim ve güçlüyüm... Maria’dan asla vazgeçmeye niyetim de yok... Her türlü yolu kullanıp insanları, kontratları, anlaşmaları ve her şeyi cehenneme gönderip onu kimden kaçırmam gerekiyorsa ondan kaçıracağım... Şimdi söyle, Maria için kaç milyon dolar istiyorsun? 5 mi, 10 mu?..”

***

Erkekler bilmezler... Bir kadın için bir erkeğin katil, hırsız ya da beş para etmez birisi olması hiç önemli değildir... Bir erkek onun için ne yapabiliyor, neleri göze alabiliyor?..

Karizma ve çekicilik budur bir kadın için... Hırsız veya katil olması kocası

için bir anlam ifade edebilirdi, ama

Maria için Onassis’in “her şeyi yapabilecek bir erkek olması önemliydi...”

BEBEĞİ OMERO’NUN...

Bu tiraddan sonra kocasını bıraktı ve gitti... Maria resmen evli olan Aristotelis Onassis’in metresi oldu...

Dokuz yıl, mutluluk ve kâbusun karışımı bir hayatı vardı...

Onassis onun her şeyiydi...

Bir gün tam 43 yaşındayken

Onassis’ten hamile kaldı...

Çocuğu doğurmak istiyordu...

İsmini bile koymuştu...

Yunan denizlerinin babası, şairi, ozanı Homeros’tan esinlenerek Omero adını koymuştu karnındaki bebeğe...

Oysa Ari hiç öyle düşünmüyordu:

“Böyle bir skandalı kaldıramayız, aldır çocuğu...” dedi...

Aldırmazsa terk edecekti Maria’yı...

Maria, aldırdığı bebeği elleriyle giydirip Bruzzano Mezarlığı’na gömdü...

***

Bir gün Ari Onassis, öldürülen Amerikan Başkanı John Kennedy’nin eşi Jackie

Kennedy’le karşılaştı ve ona âşık oldu...

Ünlü yatına Jackie’yi alıp, geziye

çıktı ve Maria’yı yata almadı...

Yıkılmıştı, ama yeniden müziğe

sarıldı ve dağılan parçalarını toplamaya başladı...

Şarkılarıyla küllerinden yeniden doğacaktı...

ONASSİS’İN EVLİLİĞİ

1968’de Ari ve Jackie, Skorpios Adası’nın küçük bir kilisesinde sessiz sedasız evlendiler...

Maria matemdeydi: “Önce kilo kaybettim, sonra sesimi. Ve şimdi de Onassis’i...”

Ari onu reddetmesine rağmen o hâlâ Yunanlı milyonere âşıktı...

1969’da gazetecilere şöyle dedi:

“O benim aşkımdı ve aynı zamanda benim en iyi arkadaşımdı...

Ayrıldık ama hiçbir şey değişmedi. Başka bir kadınla bile olsa o mutluysa

ben de mutluyum...”

Nitekim Jackie’yle evlendikten

birkaç gün sonra Ari, Maria’yı reddetmekte hata ettiğini anladı...

Maria zamanı geçmiş ve sesini kaybetmiş olabilirdi, Jackie kadar göz alıcı da değildi; ancak onu hayatında yeniden görmek istiyordu...

Maria onun bir parçasıydı...

Onun için açık açık yeniden güzel sözler söylemeye başladı...

Onassis yeni evlendiği eşinin

hızına yetişmekte güçlük çektiğini

fark ederek Maria’ya daha da çok yaklaşmaya başlamıştı ki felaket geldi

ve 75 yılında öldü...

“BİRDENBİRE DUL KALDIĞIMI HİSSETTİM”

Maria o sırada onunla beraber değildi ama şöyle diyecekti ölümün ardından:

“Birdenbire dul kaldığımı hissettim...”

Ari olmadan hayat anlamsızdı... O da yeni bir anlam bulmaya uğraşmadı...

Onassis’in ölümünden sonra eve

kapandı, müziği tamamen bıraktı...

Yine de sadece iki yıl dayanabildi ve

54 yaşında kalp krizi geçirip öldü...

Dünyanın en ünlü opera sanatçılarındandı Maria Callas...

Şöyle demişti; “Ben bu yaşıma kadar çok şeyler yaşadım ama yanlışlıkla arka

balkonun ışığını açık unutmuşum...

Uyuduktan sonra ışıkları içimden söndürdüm...”

DİĞER YENİ YAZILAR