“Akşam yemeğini saat 16’da yemek...”

-“Bu büroyu ay sonuna kadar terk etmiş olman lazım... Kira kontratı bitiyor...” demişti Özgen Acar... Milliyet’in Atina Bürosu’nu bana devrederken...

-“Kirası fazla geldiği için bürosunu paylaşmak isteyen Amerikalı bir kadın gazeteci var... İstersen telefon numarasını vereyim... Sen onun Kolonaki’deki bürosuna taşın istersen...” demişti...

Atina’ya gazeteci olarak gittiğim günlerdi...

Kontratın bitmesine bir haftalık zaman dilimi vardı...

Pek bir seçeneğim yok görünüyordu...

Amerikalı kadın gazetecinin bürosu şehrin içinde, bakanlıklara ve haberin geldiği merkezlere yakındı...

Bir taraftan ev bulmam lazımdı...

-“Bir süre için oraya taşınayım bari...” dedim...

Dimokritou sokağında, Likavitos tepesinin yamaçlarında alt katta şirin bir büroydu...

***

Alelacele taşınmak ve çalışmaya başlamak istiyordum...

Yunan başkentinin hiçbir özelliğini doğru düzgün bilmiyordum...

Amerikalı gazeteciye “yarın öğlen konuşup anlaşalım...” dedim...

-“Öğlen bir-bir buçuk gibi yemek yeriz...”

Yunanistan’da öğle yemeğinin biraz geç yendiğini söylemişlerdi...

Haberin Devamı

Benim için bu durum idealdi!..

Ben de yemeklerimi geç yerdim...

13’den önce sofraya oturmazdım...

-“Buralarda saat 13-13.30’da açık restoran bulamazsın...” demişti Amerikalı;

-“İstersen sandaviççide yiyelim...”

***

-“Amma abartıyor...” demiştim içimden...

-“Dünyanın neresinde öğlen 13.30’da kapalı kalan bir restoran bulunur...”

Zar zor 14’de yemeğe gitmeye ikna olmuştu...

14.30’dan önce, Atina’da öğle yemeği için restorana gidilmeyeceğini, restoranların açık olmayacağını söylüyordu...

Dimokritou’nun altında, iş yemeklerinin yendiği küçük ve şık bir Yunan lokantasına gittik...

Saat 14’ü biraz geçiyordu...

Restoranda kimseler görünmüyordu...

Amerikalı kadın gazetecinin söylediği doğruydu...

Geç öğle yemeği yediğimi düşünen ben; fena halde affalamıştım...

***

Yemek 16’yı biraz geçe bittiğinde, hala masalarda insanların yemek yemekte olduğunu görmüş affalamıştım:

-“Bunlar akşam yemeklerini ne zaman yiyorlar acaba?..”

-“Saat 23 civarında...” demişti Amerikalı...

-“23’de giderler restorana, 1-1.30’a kadar kadar sürer yemekleri...”

Haberin Devamı

Gülerek söylüyordu...

Espri mi yapıyor anlamıyordum...

O gülerek söylüyordu...

Ben de gülümsüyordum...

***

Aradan bir ay geçti...

Saat 15’den önce öğle yemeğine çıkmayan;

-“14.30’da buluşalım...” diyenlere, hafif ironiyle bakan bir Atina’lı haline gelmiştim bu kısa süre içinde...

Akşam yemekleri için saat 22’den önce restoranlara teşrif!! etmiyordum...

Türkiye’den gelip saat 19 olduğunda akşam yemeği diye tutturanlara;

-“Buralarda saat 22’den önce açık; iyi bir restoran bulamazsınız...” diyordum...

Öğle yemeklerine saat 15’de çıkar olmuştum...

Yeni yemek saatlerimi; Akdenizli ve medeni yaşam biçiminin doğal uzantısı olarak görüyor, erken yemek isteyenleri “medeniyet dışı kalmış toplumların şartlanmış reflekslerinden muzdarip” yaratıklar olarak görüyordum...

8 SAAT YE 16 SAAT AÇ KAL...

“Alkali Beslenme” kitaplarının yazarı Dr. Ayşegül Çoruhlu’nun ikinci kitabı elime geçtiğinde; Atina’daki bu gençlik anısı geldi gözlerimin önüne...

Geç saatte yemek yemenin, bir ‘medeniyet’ göstergesi olduğunu zannettiğim “Akdenizli Zorba’nın hayatından esintili yıllarım geldi” aklıma...

Haberin Devamı

Gülümsedim...

Dr. Ayşegül Çoruhlu “Mideni değil, hücrelerini doyur” dediği “Tokuz ama açız...” kitabında sağlıklı bir akşam yemeğinin yeni saatini veriyordu:

-“Size çok şaşıracağınız bir şey söyleyeceğim...

Canlı olarak insan türünün akşam yemeği yememesi ve 16 saat aç kalması gerekiyor aslında...

8 saat yemek ye... 16 saat aç kal...!

İdeali budur...

Sosyoekonomik sebeplerin izdüşümü olan modern hayatın sabah 9 akşam 18 çalışma modeli bunu imkansız kılıyor...

Akşam yemeği ihtiyaçtan çok, sosyal bir olay haline dönüşmüş durumda...

Bir ödül gibi...

Oysa akşam yemeği denen şeyi tamamen ortadan kaldırabilirsek, herkes bunu yapabilse, kimsenin bir daha doktor yüzü görmesine gerek kalmaz...”

Kitabı okurken, Dr. Ayşegül Çoruhlu’nun Atina’ya gittiğim ilk günlerde öğlen yediğim yemekten sonra bir daha yemek yemememi öğütlediğini fark ediyordum...

O gün onu Atina’da görsem ne derdim acaba?..

Haberin Devamı

-“Siz akşam yemeği yemiyor musunuz?..”

Oysa o; Atina’daki öğle yemeği saatinde, akşam yemeğinin yenmiş ve bitmiş olmasını tavsiye ediyordu...

Saat 16’da...

KALABALIĞIN İNSANI İÇİNE ÇEKEN; ÇEKİM GÜCÜNDEN SIYRILABİLMEK...

İtiraf edeyim;

Son yıllarda hayatımda en zorlandığım şeylerin başında;

“Çevremdeki insanların, konuştukları, tartıştıkları, ilgilendikleri ve dünyayı bundan ibaret gördükleri” olaylardan kendimi uzaklaştırabilmek geliyordu...

Ruhum hayatın çok başka dalgalarında dans etmek istiyordu...

Fakat çevremde, sürgit devam eden o kasvetli siyasi havanın etkisinden bir türlü kurtulamıyor...

Daha üst bir enerjiye bir türlü geçemiyordum...

O kadar etkili ve o kadar güçlüydü ki enerji çevremde, ne yapsam ne etsem Bermuda Şeytan Üçgeni gibi bir türlü içine çekiyordu o enerji beni...

***

Enerjinin neden bu kadar güçlü olduğunu biliyordum...

Çevremdeki tüm kalabalıklar bu enerjiyle besleniyor; sadece bu enerjiyi çevrelerine yayıyorlardı...

Başka bir gündem...

Başka bir ajanda...

Başka bir enerji...

Başka bir dünya...

Başka bir hayat...

Başka bir düzlem...

Sanki hiç yoktu...

Sanki hiç olmayacaktı...

***

Uzun yıllar önce 1979 yazında da aynı duyguları hissetmiştim...

Üniversitede “o ağır kanlı siyasi enerji” beni içine çekiyor, bir türlü başka bir hayata doğru kanatlandırmıyordu...

Uçmamı engelliyordu...

Cambridge ve Londra’da iki ay kaldıktan sonra kendimi o enerjinin girdabından zar zor kurtarabilmiş...

Başka bir enerjiye kanatlanmıştım...

***

Bugün de Türkiye’deki hava benzer bir havaydı...

Ağırlık...

Ve enerji yüklü bir sis bulutu vardı...

Siyasi hesaplaşmalar, çevrede alabildiğine çok...

Alabildiğine kalabalıktı...

Kalabalık enerjilerin çekim gücü, ruhumun başka dalgalarla özgür dansını engelliyordu...

Müziğe, sinemaya ve Melekler Kenti Los Angeles’taki barışçıl enerjiye onun için inanılmaz ihtiyaç duyuyordum...

***

-“Kalabalığın çekim gücünden sıyrılmak ve gerçek bir yaşam sürmek, büyük bir kararlılık ve güç gerektirir...” diyor Robin Sharma...

-“Uzay gemilerinin kalkışlarının ilk üç dakikasında; dünyanın yörüngesinde yapacağı yolculukta harcadığından daha fazla yakıt harcamasının esas nedeni de budur...

Dünyanın sahip olduğu ve üstesinden gelinmesi güç olan şey ‘çekim kuvveti’dir... Ancak pişmanlık ve üzüntü dolu bir yaşam sürmek istemiyorsanız;

Bu çekim gücünün üstesinden gelmesini öğrenmelisiniz...”

DİĞER YENİ YAZILAR