Unutturulmaya çalışılan Yılmaz Güney...

Ölümünün 30. yıldönümünde yok farzedilenler...

Eğer Türkiye’de bugün bir Kürt barışından söz ediliyorsa... Eğer bu vatan toprakları üzerinde; 12 Eylül darbesini yapanlar yargılanıyor ve mahkum oluyorsa...

Eğer, yaşanan acıların, ızdırapların, gözyaşlarının hesabı gerçekten ortaya dökülmeye çalışılıyorsa...

Bütün bunların sonunda yaşamını Kürt meselesinin anlatımına...

Güneydoğu’daki feodal yapının çözülmesine...

Vakfetmiş bir sanatçı;

En azından “herkes kadar mağdur addedilir...”

Sinemanın en prestijli ödülünü alan uluslararası sanatçı...

En azından “herkes kadar hatırlanmaya layık bulunabilir...”

Avrupa çapında bir sanatsal siyasi kimlik;

En azından herkes kadar “hüzünlü bir hikayenin, bugünlere aktarılan hazin öyküsünde kendine uygun bir rol bulabilirdi...”

***

Heyhat!..

Eğer hayatın içinde “sürgün” diye bir kelime mevcutsa;

12 Mart 1971 darbesinde “solcu gençlere yataklık etmekten” hapse atılan...

12 Eylül 1980 darbesinde, cezaevinde kendisine yeni muhkumiyetlerin çıkacağını fark edip, kapağı yurt dışına atmak zorunda kalan...

“Sürgündeki uluslararası solcu sanatçının”; ızdırap dolu yılları hatırlanır...

Haberin Devamı

Sürgünde bir ölümden söz edilecekse eğer;

“Mide kanserinin gün be gün öldürttüğü ve mezara gönderdiği” bir devrimci gündeme getirilirdi...

***

Eğer iki askeri darbeden mağdur...

Değişik cezaevlerinde mahkum...

Mide kanserinde sürgün...

Ölümünde vatan topraklarına hasret...

Bu ızdıraplı adam...

Türk sinemasının en değerli yapıtlarını...

“Yol”u...

“Endişe”yi...

“Sürü”yü...

“Arkadaş”ı...

“Umutsuzlar”ı...

“Hudutların Kanunu”nu...

“Bir Çirkin Adam”ı...

“Baba”yı...

Çekmiş, yönetmiş, oynamış, yapmış...

Bir Çirkin Kral’sa...

O adamın adı eğer Yılmaz Güney’se...

Ve o adam mazideki her “mağdur” hatırlanıp büyütülür ve kutsanırken;

Unutturulmaya...

Yok farz edilmeye...

Kürt meselesinde hiç var olmamış muamelesi çekilmeye...

12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde “sanki mağdur o değilmiş” havası verilmeye...

Ve ölüm yıldönümü bile saniyelere sıkıştırılmaya çalışılıyorsa...

***

Yılmaz Güney gibi bugün ortada bir Kürt Barışı’ndan söz ediliyorsa...

Abidesi dikilmesi gereken adam...

Haberin Devamı

Askeri darbeler mahkum oluyorsa... Sinemadaki ve hayattaki macadelesi kutsanması gereken bir Adem...

Özellikle;

Sıradanlaştırılıyor...

Basitleştiriliyor...

‘Öylesine bir sanatçı’ muamelesine tabi tutuluyorsa...

Orada bir dakika durup;

Niye böyle oluyor diye sormak gerekiyor...

***

Basit bir unutkanlık mı acaba?..

Yoksa çok daha derin anlamlar içermekte midir bu hatıra?..

Neden bazı sanatçıların ölümleri, özellikle kutsanır ve abideleştirilirken;

Yılmaz Güney gibi ömrünü mücadeleye adamış sanatçılar yok farz edilir?..

Ölümlerinden sonra “manipülatif bir algı yönetimi yaşamda yaptıklarını imha eder?..”

Kime ne yapılacağının kıstası nedir?..

Niye böyledir?..

Niye tarih yazan kalemlerin ezici çoğunluğu;

Bazı insanlara, sanatçılara ve değerlere alabildiğine cömert...

Diğerlerine; karşı nakıs bile davranmaktan imtina edip, arazi olurlar?..

***

Yılmaz Güney’in kim olduğu için; sıradanlaştırıldığını biliyorum...

Yaşamlarında ve ölümlerinde; Sıradanlaştırılan...

İtibarsızlaştırılan...

Yok farz edilen...

Hiç sayılan...

Haberin Devamı

Önemsizleştirilen...

Değerlerin, sanatçıların haklarının neden yenmekte olduğunu fark ediyorum...

Bildiğim şeylerin hesabını tutmuyorum...

Hesabını sormuyorum, görmüyorum...

Ve fakat;

Artık bu ülkede “ötekileştirilen” insanlar...

Değerler...

Sanatçılar,

Bundan böyle benim ajandamda en mutena ve müstesna köşelerde yer alıyorlar...

Onların mezarlarında yatan kemiklerinin daha fazla sızlamaması için;

***

Ruhlarının daha fazla sıkışıp bunalmaması için...

Yılmaz Güney gibi “devleşmiş değerlere” hak ettikleri itibarı mütevazı satırlarımdan vermeye çalışıyorum...

Bu “resmi tarih değil...”

Bu gerçek muhteviyatıyla “ötekilerin tarihi...”

Bu komploya uğrayanların tarihidir...

Bu Yılmaz Güney gibilerin tarihidir...

Bu tarih kayıtların ve resmiyetin değil;

Sadece insan olanların tarihidir...

***

İnsanlık Yılmaz Güney’in “Bir Gün Mutlaka” dediği gibi...

Bir Gün Mutlaka...

Sadece insan olarak mağdur olanların tarihini yazacaktır...

30. ölüm yıldönümünde;

Yılmaz Güney’i önemsizleştirmeye ve içeriksizleştirmeye çalışanlara inat:

Haberin Devamı

Bu tarih “gerçek olan öteki”si yazılmaya başlanıyor...

“Bir kıvılcım düşer önce...

Büyür yavaş yavaş...

Bir bakarsın volkan olmuş...

Yanmışsın arkadaş...

Dolduramaz boşluğunu...

Ne ana ne kardaş...

Bu en güzel bu en sıcak...

duygudur ARKADAŞ...”

“YAVAŞ YAVAŞ ÖLÜM”

Birçoğumuz, tüm yaşamlarımız boyunca gerçek benliklerimizi gizleyen sosyal maskelerimizi takarız...
İnsanlığımızın iç yüzünü göstermek yerine, dünyanın olmamızı istediği kişinin şekline bürünmek için çaba gösteririz...
Diğer insanların söylememizi istediği şeyleri söyler...
Diğerlerinin giymemizi istediği şeyleri giyer...
Onların yapmamızı istediği şeyleri yaparız...
Bir de bakarız ki kaderimizdeki hayatı yaşamak yerine...
Başka insanların hayatlarını yaşamak zorunda kalmışız...
Bu bir ölümdür...
Yavaş yavaş ölüm...”
Robin Sharma

DİĞER YENİ YAZILAR