İlkokula başlayan çocuklar; gözlerimden akan yaşlar...

Sabah yediye çeyrek kala uyanıyorum... Birkaç günün yorgunluğunu hala yaşamaktayım...

Yine de inanılmaz bir enerji var üzerimde...

Yataktan fırlıyorum...

Yardımcı kızın uyanmış olduğunu fark ediyorum...

Çocukların kıyafetlerinin olduğu odaya gidiyorum...

İki gün önce küçüklerin anneleriyle okullarından; üzerlerinde K amblemi bulunan kırmızı, lacivert, beyaz tişörtler, etekler, çoraplar, kazaklar, şortlar, eşofmanlar, süveterler alıyorum...

Tıpkı benim giydiğim gibi, oğlum için de aynı gri pantolonları kalın ve incelerinden iki adet satın alıyorum...

***

Bugün (dün) ilkokula başlıyorlar...

İlk kez bugün; “Kolej kıyafetlerini giyecek ve okula gidecekler...”

Günlük değişik elbiselerini giymekte maraza çıkartan çocuklara, bugün Kolej kıyafeti giydirmek hiç kolay olmayacak biliyorum...

Fakat yapacak bir şey yok...

Kırkbeş dakika içinde, kıyafetleri giyilmiş, hazırlıkları tamamlanmış olarak Kolej’e yollanacaklar...

Okullar açılıyor ve onlar bugün ilkokula başlıyorlar...

Okulda törenleri var...

***

Onbeş dakika sonra ikisi de yeni ve alışık olmadıkları bu kıyafetleri giymek istemediklerini söylüyorlar...

Haberin Devamı

O sırada onlara “Bunu giyeceğiz... Zorunluyuz...” demenin hiçbir faydası olmayacağını biliyorum...

Ağlayacak ve giymemek için her şeyi yapacaklar...

Onun yerine onlara karşı; kendimi ortaya koymayı deniyorum...

-“Babanız elli yıl önce sizin bu giydiğiniz şeyleri giyerek Kolej’e gitti...

Dokuz yıl boyunca bunları hiç üstünden çıkarmadı... Biliyor musunuz?..” diyorum...

-“Keşke şimdi yine Kolej’e gitsem...

Sizin giydiğiniz bu kıyafetleri yeniden giysem...”

***

Şaşırıyorlar...

Babalarından böyle bir konuşma beklemediklerini anlıyorum...

Önce oğlan, sonra kız birer parça giyiyorlar...

Bana sorular sorarak, beni deşmeye çalışıyorlar...

-“Niye giymiyorsun şimdi Kolej kıyafeti?..”

-“Çünkü artık sizin gibi Kolej’de okuyamıyorum... Geçti o günler... Keşke şimdi sizin gibi olsam...”

Böyle böyle; onlar havaya giriyorlar...

Kıyafetlerini azar azar giyiyorlar...

Ne ki;

Onlar havaya girdikçe...

Ben de yavaş yavaş havaya giriyorum...

Haberin Devamı

Ben de kırkdokuz yıl öncesine gidiyorum...

Ben de, kırkdokuz yıl önceki kıyafetlerimi teker teker ruhuma giydirmeye başlıyorum...

***

Kırmızı, lacivert, beyaz ve griye bürünüyor çocuklar...

Kolej’in renkleri bunlar...

TED Koleji’nin...

Ankara’da...

Sonra İstanbul’da...

Ve şimdilerde Türkiye’nin dört bir yanında...

Hayhuy içerisinde, onları yedi buçuk servisine yetiştiriyorum...

Amacım, serviste kendileri gibi çocukları görüp, günün anlam ve önemini arkadaşlarıyla birlikte kavramaları...

Ben evdeki son hazırlıkları bitirip arkalarından arabamla yola çıkıyorum... Kolej’e geliyorum...

***

Bahçede tören için her şey hazırlanmış...

Tören yerinde olan her şeyi teker teker zihnime kaydediyorum...

Bir Atatürk büstü var...

Yanında Türk bayrağı...

Hoca’ların konuşma yapacağı kürsü...

Öğrencilerin ve velilerin duracağı yerler...

Hafızama her birini kaydediyorum...

Çocukken, “bana bu alanların ne kadar büyük geldiğini” hatırlıyorum...

O kadar haşmetli görünürlerdi ki gözüme; tören alanlarında tam olarak ne olduğunu seçemezdim...

Haberin Devamı

Büyük alanın haşmet ve azametinin ortasında kendimi küçük bir nokta gibi hissederdim... Şimdi her bir karesini zihnime kaydetmemin ve törende neler olduğunu beynime kazımamın nedeni bu...

***

İlkokulun müdiresi Belma Hanım, benden bir yıl sonraki Kolej mezunlarından..

Aynı yıllarda aynı sıralarda okumuşuz...

Açış konuşmasını yapıyor...

Hayatta her şeyden önemli şeyin “çocuklar” olduğunu söylüyor...

Velilerle çocuklar aynı anda geldiklerinde, önceliği çocuklara verdiğini anlatıyor...

Sonra İstiklal Marşı...

Sonra Kolej Marşı...

Sonra birinci sınıf öğrencilerine, liseli abi ve ablaları tarafından, kep takma töreni...

Kırmızı lacivert Kolej kepleri, miniklere takılıyor...

Onlar gerçek bir Kolej’li oluyorlar...

Liseli abilerinin ve ablalarının taktığı keplerle her birinin resmen Kolej’li oldukları tasdikleniyor ve tescilleniyor...

***

O sırada kendi çocuklarımın yüzünde, küçücük bir çocuğu görüyorum...

Minik vücudunu sarmalayan lacivert ceketin, beyaz gömleğin, gri pantolonun lacivert kravatının içindeki o küçük çocuğu...

Haberin Devamı

Anneleri ne düşündüğümü fark ediyor...

Bana doğru yönelip, duygusallığıma vurgu yaparcasına replikler sıralıyor...

Oyuncu olmanın verdiği dramatizasyon yeteneğiyle, duygularımın bam teline basmaya başlıyor...

Dayanmak istiyordum...

Dayanamıyorum...

Aniden gözlerimin nemlendiğini fark ediyorum...

Kendimi tutmak için büyük çaba harcıyorum...

Annelerine;

-“Üstüme gelme...” diyorum...

Törenin bitmesinden istifade okulun içine kaçıyorum...

***

İlkokullar, ortaokullar, liseler dün yeni öğretim yılına başlıyorlar...

Hayat yenileniyor...

Yaşam tazeleniyor...

Yepyeni bireyler...

Gencecik dimağlar yetişmeye başlıyor...

Gözlerimdeki nemi çocuklar görmesin diye saklıyorum...

Çocukları Kolej’e kendi okuluma teslim ediyorum...

Dönerken arabada yalnızım...

Victor Lazlo’nun “Canoe Rose” parçasını koyuyorum CD’ye...

Pembe Kano...

Kolej’den; Lile yakınlarındaki bir göle gidiyor anılarımdaki görüntüler...

Bir gençlik kampının, bohem rüzgarında dans ediyorum...

Arabada ve tek başıma...

70 YILLIK SANATÇI GÜDÜK NECMİ’NİN HASTANEYE KALDIRILMASI...

Önceki gün, sabahtan başlayarak inanılmaz stresli bir gün yaşıyorum...

Gece olduğunda, televizyon karşısında kanepeye uzanıp, vücudumun iliklerine kadar işlemiş stresi üzerimden atmaya çalışıyorum...

Kalbim çarpıyor...

Başımda ve içimde bir ağırlık var...

Disipline edilmemiş egolarının çevremdeki bütün yükü üzerime çöküyor...

Böyle anlarda kendimi “yenilemekte zorlandığımı” biliyorum...

Rahatlamak, kafayı boşaltmak kolay olmuyor...

İçki içmiyorum...

Sigara içmiyorum...

Kahve, çay içerek rahatlanmıyor...

***

Televizyon kanallarında şöyle bir geziniyorum...

Karşıma aniden STAR televizyonunda Hababam Sınıfı filmi çıkıyor...

Filmin bir yarım saati var bitmesine...

Çölde vaha bulmuş gibi seviniyorum...

Hababam Sınıfı filmini vücudumun ve beynimin tüm hücrelerine şırıngalayarak serinliyorum...

Filmin kahramanları konuştukça, filmin müziği odayı sardıkça, üzerimdeki bütün gerginlik, bütün stres uçup gidiyor...

***

Hababam Sınıfı çevrildiği 1975 yılından beri; neredeyse 40 yıldır binlerce kez stresimin ilacı oluyor...

Gerginliklerimi azaltıyor...

Kalbimi yumuşatıyor...

Ruhumu serinletiyor...

Önceki gece de üzerimdeki bütün ağırlıklar filmin 30 dakikalık bölümünü izlerken yok olup gidiyor...

***

Dün akşam Hababam Sınıfı’nın Güdük Necmi’si Halit Akçatepe’nin; hastaneye kaldırıldığını öğreniyorum...

Ne olduğunu bilmiyorum...

Bir şey olmaması için dua ediyorum...

İlk filmini 1944 yılında 6 yaşında bir çocukken çeken Güdük Necmi’nin 70 yıllık “gencecik sanat hayatına” gıptayla bakıyorum...

Onun gülen gözlerinin yine gülmesi için kalbimden bütün sevgileri ona gönderiyorum...

40 yıldır beni iyileştiren Hababam Sınıfı’nın iyi olması için mütevazı bir sevgiyi kalbimin derinliklerinden Güdük Necmi’ye sunuyorum...

Acil şifalar...

DİĞER YENİ YAZILAR