Başbakan’ın Gül mü Davutoğlu mu olacağını; Erdoğan’ın alacağı oy belirleyecek...

10 Ağustos’taki Cumhurbaşkanlığı seçimleri esasen bir Cumhurbaşkanlığı seçimi değil, bir Başbakanlık seçimi...

Erdoğan’ın 10 Ağustos’taki ilk turda Cumhurbaşkanı seçileceği neredeyse kesin...

Ekmeleddin Bey’in oluşturduğu hava, Selahattin Demirtaş’ın yarattığı rüzgar, kullanılan oyların yüzde 50’sini alamayacak gibi görünüyor...

Tayyip Erdoğan’a Cumhurbaşkanı çıkmayacak diyen kimseler yok etrafta...

Tartışılan çıkmasının adalet duygusunu rencide edeceği yolunda...

Alacağı oylarla ilgili bir tartışma yok...

***

Tayyip Erdoğan’ın hangi oy oranıyla Cumhurbaşkanlı’ğına çıkacağı çok önemli...

Erdoğan; yüzde 55 oy oranı veya fazlasıyla ilk turda seçilirse, seçmenden aldığı güvenoyuyla, AKP içinde çok güçlü bir konuma gelecek...

‘Tek adamlığın kamuoyunda rahatsızlık yarattığı, AKP’nin Erdoğan sonrası oluşumlarda toplumla geniş bir uzlaşma zemini araması gerektiği’ yolundaki tezler büyük oranda geçerliliğini yitirecek...

En azından Erdoğan, çevresi ve ondan sonraki siyasi oluşumu hazırlayan çevre bu tezi işleyecek...

Haberin Devamı

***

Tayyip Erdoğan’ın oy oranının ilk turda sınırda kalması; veya, seçimin ikinci tura kalması halinde; AKP’nin ağır topları, Abdullah Gül Başbakan’lığında “daha hoşgörülü, daha uzlaşmacı, daha toplumu kavrayıcı, değişik seslere kulakları tıkamayan, uluslararası alanda yalnız olmayan bir AKP” formülünü seslendirmeye başlayacaklar...

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra; AKP’yi 2015 seçimlerine bu tezler ve fikirler etrafında götürmenin doğru olduğunu savunacaklar...

***

Tayyip Erdoğan kazanırsa, işaret etmesi muhtemel isimlerin başında gelen Ahmet Davutoğlu ve çevresi ise, baskın bir erken genel seçimle sürpriz yapmayı düşünebilir...

Bir yıl beklemeyi uygun görmeyebilirler...

Buna karşın oyların sınırda çıkması, durumun muallakta kalması halinde güçlü bir inisiyatifle harekete geçecek Abdullah Gül, Bülent Arınç, Beşir Atalay, Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu gibi isimler merkezindeki hareket, seçimleri 2015’de sağ salim yapmaya çalışacak...

***

Erdoğan “Başkanlık sistemine yakın bir Cumhurbaşkanlığı arzuluyor...”

Haberin Devamı

Bu sistemde, arkasında bırakmayı düşündüğü genel başkan ve Başbakan aynı isim olacak...

Bunu istiyor...

Genç lider adayları arasında ilk isim olarak Ahmet Davutoğlu gösteriliyor...

Parti tabanındaki yoklamalar böyle geliyor...

Ancak Abdullah Gül bu partinin kurucusu ve en tepedeki iki isimden birisi...

Bu partiden çıkma bir Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı...

Parti tabanında gücü tartışılmayacak bir isim...

Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden zorlanmadan çıkarsa; kendisiyle uyum içinde çalışacağını umduğu genç adaydan yana ağırlık koyar...

Aksi halde toplumla daha uzlaşmacı ve kavrayıcı bir lider formülüne sıcak bakar...

Gerçi Tayyip Erdoğan’ı tanıyanlar; -”Abdullah Gül’e göstermiş olduğu nezaket ve iltifatın boyutundan, Başbakan’ın siyasi tercihinin diğer adayda olduğu anlaşılıyor” yorumunu yapıyorlar...

Ancak sandıktan çıkacak sonuç, kararları ve eğilimleri değiştirebilir...

Politika elastikiyeti yüksek bir sanat...

Tayyip Erdoğan için her şey söylenebilir... Bir sürüsünde haklılık noktası da vardır...

Haberin Devamı

Ama politikayı çok değişik bir tarzda yapmayı iyi biliyor...

İKİ MUHTEŞEM KADIN...

89 yılının 24 Aralık’ında; Noel gecesi Paris’te bir üniversite yurdunda Alain Delon’u izliyordum...

Onun hayatında yaşadığı dramlara, trajedileri, yakın çevresindeki ölümleri, llk çocuklarını reddeder tutumunu, Romy Schneider’den ayrılışını, izleyen yıllarda aktristin intiharın, Mirelle Darc’ı, Brigitte Bardot’yu, Simone Signoret’yle kocasının Alain’in hayatındaki destekleyici rollerini, kadınları, erkekleri, ihanetleri bir film gibi izliyordum...

Ünlü artistlerin yaşamlarındaki korkunç trajediler, filmografik geliyordu bana...

Yaşanan dramları, okuduğumdan ve dinlediğimden, yaşayan insanların onları yaşarken içinden geçtikleri ızdırabı, acıyı, ve felaketi kavrayamıyordum...

Bana trajedi dolu hayatlar, dokunaklı bir film senaryosu gibi geliyordu...

***

Bu iniş çıkışlı, ihaneti bol, dostu olmayan sadakatsiz dünyayı, insanların güç, para ve şöhret uğruna ortaya çıkan zaafları olarak algılamaktan ziyade, bir film senaryosunu estetik fırça darbeleriyle muhteşemleştiren kreşendolar olarak görüyordum...

Haberin Devamı

Dram ve trajedilerin onu yaşayanlar için “bir film olmadığını“ yaşayanların sonra ağır kırılmalar yaşayarak, bir daha kolay iflah olmaz cenderelere düştüğünü çok sonraları kavradım ben...

***

Sanıyorum o gece Paris’te Alain’in kişiliğinden bu “renkli görünen, gerçekte ızdırablı hayatı“ çağırmıştım ben...

1990’lardan başlayarak 2010’lara kadar uzanan 20 yıllık bir zaman diliminde bu lunapark oyuncaklarını andıran inişli çıkışlı, ızdıraplı, şizofrenik yanılsamalarla keyif verici olduğu sanılan hayatın içine sanıyorum o gece girmeye başlamıştım...

Keyif verici haline duyduğum özlemden değil... Senaryosundaki dramatizasyona duyduğum ilgiden...

***

Bu hayatın içinde önce Abacı‘yı sonra Ajda’yı tanıdım...

Muhteşem bir sesin, hiçbir enstrümana ihtiyaç duymayan bir nefesin, duygusal çarpılmalarla dans edişindeki inişler, çıkışlar ve kendini korumaya çalışmaların nahif kadınıydı Abacı...

Sahnedeki sesle evindeki nefes arasında dağlar vardı onun...

İnsandı, kadındı ve sevgi doluydu...

***

Yıllar sonra, bu sanal alemin içinde yolum Ajda’yla kesişti...

Onu tanıdım...

Allah’ın ona verdiği armağanı yaşayabilmek için inanılmaz fedakarlıklara katlanan, yalnız dünyasında iki üç yakınının koltuk değnekleriyle dimdik ayakta durmaya çalışan, şarkılarını kimselere belli etmeden dışarı söylediğinden daha fazla kendi içine haykıran bir kadındı o...

Bu dünyalarda hemen hiç görülmeyecek dostluklarına tanık oldum...

Gönül defterimde hiçbir zaman kaybolmayacak bir “dost” olarak yazıldı...

Bu gece bu iki muhteşem kadın, müzik türlerindeki farklılığa, tarzlarındaki ayrılığa, hedef kitlelerindeki ayrıksılığa karşın, birlikte sahneye çıkıyorlar...

Birlikte sahne alıyorlar demiyorum, birlikte sahneye çıkıyorlar...

Onların sahneye çıkacak olmaları, sahne alma deyimindeki sıradanlığın çok ötesinde çünkü...

***

Sahne, ekran ve perdeden gelen pırıltılı starların, hayatlarındaki dramlar, tek başınalıklar, içine kapanmalar, kopuşlar, küsüşler “senaryosu öyle yazılmış büyük bir filmin parçaları“ gibi görünür insanlara...

Onların filmi öyle yazılmış diye düşünür, filmin dramatizasyonundaki kreşendolardan keyif almaya bakar ademoğlu...

İzleyicinin takip ederken aldığı keyif, kahramanın içinde yaşadığı dramıdır...

Bütün bu cendereden ayakta kalarak geçebilen iki muhteşem kadının öyküsüdür bu gece sahnede yaşanacak olan...

***

Ben o sırada onları dinleyemeyeceğim...

Uzaklarda bir sahilde...

Küçük bir koyda...

Onların sesi, denizlerin bütün millerini aşacak, kalbime ulaşacaklar...

Onların sahnesi bu gece Ege’nin dolunayında, maviden laciverte çalan denizin hışırtısında kalbime saplanacak...

Haykıracak nefesim kalmasa bile...

Ellerim uzanır olduğun yere...

Ve;

Seninle cehennem ödüldür bana...

Sensiz cennet sürgün sayılır...

DİĞER YENİ YAZILAR