Galatasaray; Fenerbahçe deplasmanına gitmeyi düşünmüyor...

Haberin Devamı

Bize Kolej’de basketbol sporunu öğretenler, bu sporun futbola benzemediğini söyleyerek işe başlamışlardı...

Basketbol; futbola benzemezdi...

Seyirci ve sporcu kalitesi, sıradanlıktan ve midiokr (vasat) bir düzenin çok yukarısındaydı... Basketbol “kalitenin“ adıydı...

Futbol “arabesk“se, basketbol “batı“lıydı... Öyle öğretmişlerdi Kolej’de basketbolu öğretenler...

***


Basketbol maçlarında seyirci kızlı erkekliydi; Tamamen karışık gruplar halinde giderdik maça... Erkek erkeğe gittiğimiz hiçbir basketbol maçı hatırlamıyorum o günlerde...

Birinci ligde Kolej; İTÜ, Efes, Karşıyaka, Eczacıbaşı gibi takımlar oynardı...

Basket maçları, Cumartesi Pazar öğleden sonraları disko ve kafeler gibiydi...

Kızlarla flört ettiğimiz, kız arkadaşlarla sosyalleştiğimiz, ‘çıkma’lar teklif ettiğimiz, romantizm saatler geçirdiğimiz, yeni aşklar yaşadığımız; bu arada basketbol seyredip takımızı alkışladığımız yerlerdi... Biz basketbol maçlarında yaşamın rengarenkliğinde; “hayatın gökkuşağını“ yaşardık...

***


Bugün gazetede okuyorum ki; Fenerbahçe-Galatasaray maçında; takımlardan birinin koçu; rakip takımın yöneticisinin kendisine “burada pantalonunu çıkartır s... seni“ türü laf ettiğini söylüyor...

Eğer böyleyse, durum vahim noktasını aşmıştır... Eğer böyle bir şey yoksa, durum vahimden de öte rezildir...

Fenerbahçe’yle Galatasaray basketbol takımları final oynuyorlar...

Fenerbahçe’nin evi Ülker Arena’da Fenerbahçe fark atıyor...

Galatasaray’ın evi Abdi İpekçi’de Galatasaray... İki üç gün arayla oluyor bu maçlar...

***


Oysa basketbolle ilgilenenler bilirler ki, basketbol şans faktörünün çok az rol oynadığı spor dallarından biridir...

Daha kaliteli olan takım, şans faktörüne bakmadan genelde maçları alır götürür...

Basketbol rakip takımla aranızda farkın sonuca yansıdığı bir spor dalıdır...

Futboldaki gibi sürprizler çok yaşanmaz basketbolda...

Fenerbahçe ile Galatasaray 3 gün arayla birbirlerine tersten fark atacak ekipler değiller... Böyle fark oluyorsa, bunun tek nedeni oynadıkları salon karşılıklı 20 sayılık bir farka etki yapıyor demektir...

Basketbol böyle yapılamaz...

Bunun adı spor değil, savaştır... Savaşa dünyanın hiçbir yerinde spor denmez...

***


İki takımın yöneticilerinin sözleri, küfürleri, atışmaları, dövüşmeleri gösteriyor ki; Fenerbahçe ile Galatasaray maçları “basketbol“ olmaktan çıkmışlardır...

Dün güvenilir bir kaynaktan öğreniyorum ki; Galatasaray kendi evinde sadece kadın ve çocuklara oynayacağı maçı alır ve Fenerbahçe’yle durumu 3-3’e getirirse; Fenerbahçe’nin deplasmanına Ülker Arena’daki son final maçına çıkmayı düşünmüyor...

-”Bu salonda can güvenliğimiz yok... Maç oynayamıyoruz...” diyerek büyük ihtimalle son maça çıkmadan “hükmen mağlup olmayı göze alacaklar...”

Ceza almayı da...

***


Galatasaray’ın maça muhtemelen çıkmama ve hükmen mağlup sayılma kararı basketboldaki bu felaket ortamı düzeltir mi?..

Hayır...

Türkiye’de basketbol bu şekilde devam eder mi?..

Hayır...

Basketbol sporunda (aslında herhangi bir spor dalında) böyle kulüp yöneticiliği olur mu?..

Hayır...

Bu rezilliğe spor denir mi?..

Hayır...

Canım Kolej...

Canım İTÜ...

Canım Eczacıbaşı...

Geçmişe nostalji yapmayı hiç sevmem ve doğru bulmam...

Ancak basketbol bu haliyle Türkiye’de, futboldan daha berbat durumda...

Kapalı salonda, dar alanda seyirci baskısı, “aleni savaşa dönüşüyor...”

Ev sahibi takım, rakibini ne yapıp edip savaş ortamında boğuyor...

Üç günde bir yapılan maçlarda, tersten 10 sayılık farkın olmasının nedeni bu...

Üstelik kulüp yöneticileri, bu savaşın planlayıcısı, azmettiricisi ve stratejisti...

Bunun adı hiçbir şekilde basketbol değil...

Yöneticilere kesin yasaklar ve yaptırımlar gelmeden, yeni bir basketbol sezonu başlayamaz...

BASKETBOL SPONSORLARI “BU BASKETBOLA SPONSORLUKTAN VAZGEÇSİNLER!..”

LIV Hospital, Ülker, Integral Forex gibi markalara soruyorum şimdi...

-”Siz bu basketbola mı sponsor olmaktasınız?..”

Basketbolda gelinen bu nokta, milletin gözünde sizin marka değerlerinizi düşürüyor...

Bundan böyle ben artık sadece yöneticileri değil; Ülker’i LIV Hospital’ı, eğer Beşiktaş’lılar da aynısını yaparsa Integral Forex’i ayıplamaya başlayacağım...

Bu basketbola para yatırıp marka değerlerini böylesine düşürmeyi göze alan bir marka benim için “değerli olamaz...”

***


Bu markalar, takımların fanatik holigan taraftarı değil, ticari ve güvenilir birer markaysalar, bugünden tezi yok;

“Yeni bir basketbol rejimi ve düzeni yerleştirilene kadar sponsor olmaktan vazgeçerler...” Eğer gerçekten saygınlarsa tabii... Ve saygın olarak kalmak istiyorlarsa...

EFES PİLSEN ONE LOVE FESTİVAL’MİŞ!..

Ayşe Nazlı’yı küçükken, annesi Nilüfer’le beraber onu sık sık Park Orman’a götürürdük...

Çocuklar için çok güzel oyun yerleri vardı...

Güzel bir açık yüzme havuzu...

Yeşillik içinde yürüyüş parkuru, bale okulu, kafeleri, restoranlarıyla bir doğa harikasıydı...

Sonra bir şeyler oldu Park Orman’a...

O güzelim yerler bilmediğim nedenlerle kapatıldı...

Ayşe Nazlı’yı oralara götüremez olduk...

Sonra büyüdü kızımız, biz gitmez olduk...

***


Dün minikleri Darüşşafaka’da yüzme ve tenis antrenmanına bıraktıktan sonra; spor yaparken yokuşu tırmandım ve karşıma Park Orman çıktı...

-”Yıllar var ki buraya gelmedim...” diye düşündüm...

-”Şimdi belki güzelleşmiştir yeniden... Çocukları getirir, yeşillikler içinde doğa harikası ormanda güzel saatler geçiririz... Ayşe Nazlı’yla yaptığımız gibi...” diye geçirdim içimden...

Kapıların birinde gençlerin oluşturduğu küçük bir kuyruk vardı, öteki kapıdan görevlilere selam verip “yarım saat içeride ne gibi değişiklik olduğuna“ bakacağımı söyledim ve yürüyüp girdim...

***


Görevli beni buyur etti...

Bir süre yürüdükten sonra, arkamdan geldiğini gördüm... -”Bugün festival var yürüyüş yolu kapalı...” dedi...

-”İyi“ dedim;

-”Ben de zaten yürümeyeceğim... İlerde gelir miyim diye ne olup ne bittiğine bakacağım... Yarım saat sonra çıkarım...”

-”Peki“ dedi; yine gitti...

Biraz yürüdüm, bu sefer bir başka görevli arkamdan koştu...

-”Bugün buraya giriş yasak...”

Sinirlenmemeye gayret gösteriyordum...

-”Yavrucuğum basın kartım burada... Üstelik basın şeref kartı... Festival mi var?.. İyi gazeteci olarak olaya bakmaya geldim... Bir sorun mu var?..”

-”Gazeteciler için özel festival kartı çıkardınız mı?..” -”Hayır çıkarmadım... Al basın kartımı festival için akreditasyon kartı çıkart... Rahatlayacaksan...”

***


Böyle diye diye genç bir kızın yanına gittik...

O da “bir telefon edeyim“ dedi...

Bıkkınlık kapladı içimi...

Böylesine duyarsız, bu kadar olumsuz, bu kadar insan ruhuna anlayışsız bir tavrın nasıl olup da “Love“ festivali yaptığına akıl sır erdiremedim...

Efes Pilsen grubu yapıyormuş “One Love Festivali’ni...”

-”Basın ve halkla ilişkiler grubu yok mu bu festivalin..” dedim...

-”Var... Pozitif grup“ demezler mi?..

Ferit Şahenk dostuma benden bir tavsiye...

Ya yeni aldığı Pozitif grubu satın aldığı kişiye iade etsin...

Ya da grubun ismini “Negatif“ olarak değiştirsin... Tuncay Özilhan dostuma da küçük bir öneri... Bu festivallerin adını “Love“ koymaktan vazgeçirsin yetkilileri...

Kapıdaki görevlilerin hali Love’dan çok Hatred bir duygu içermekte çünkü...

Sonunda;

-”Boşver...” dedim içimden,

-”Belli ki Park Orman gelinecek bir yer olmaktan uzak hala... Hoşçakal Efes...

Hoşçakal Pozitif adı altındaki negatif...”

Merhaba özgürlük...

Günaydın Babalar Günü...

DİĞER YENİ YAZILAR