İnsanlık onurunun azrailleri!..

Haberin Devamı

Sevgi yaşadığım, aşkı duyumsadığım, hayatı paylaştığım özel kadınların benden sonraki hayatlarıyla ilgilenmeyi ayıp saydım...

Biten ilişkilerin ardından, takıntı yapmayı, obsesif davranmayı, arızaya bağlamayı, banal buldum...

Hayatıma giren kadınların eski arkadaşlıkları, geçmiş aşkları, mazideki bir aradalıkları, beni haddinden fazla önemseyerek “marazi bir saldırganlıkla“ üzerime geldiler...

***


Havaalanlarında adam toplattırıp beni, bir zamanlar bir arada oldukları kadınla birlikte toplama kalabalığa yuhalattılar...

Televizyon programlarını bastırttılar...

Sahnelere çıkıp muhtevası iftirayla dolu sözler, rencide eden kelamlar ettiler...

Zehir saçan dilleriyle, suçu günahı olmayan minik bebelerin günahsız dünyalarını kirlettiler...

***


Ben yapılanlarla ilgilenmedim...

Kendi yoluma gitmeye devam ettim...

Gün geldi yaptıkları çiğliklerden, hakaretlerden, lafazanlıklardan kendileri utandılar...

Sanki hiçbir şey olmamış gibi usul usul yanaşıp, eski dostlukları kurmaya kalktılar...

Yine bir şey söylemedim...

Utançlarını yüzlerine vurmadım...

“Geldi geçti,” dedim;

-”Herkes yaşadığını yaşadı, ibretini aldı...”

***


Yapılan saygısızlıklara alışığım...

Fakat benim üzerimden, benim resmimle, benim varlığım üzerinden öteki erkeklere yapılan haksızlıklara razı gelmiyor gönlüm...

Hayatımda geçmişte özel yeri olan, manevi kızımın annesi “dev sanatçı kadın“ annesini kaybetti...

Merhume, aynı zamanda kızımın anneannesiydi...

Terbiyemin ve haddimin sınırlarını aşmadan, cami avlusunda merhumenin son yolculuğunda bulunmamın manevi bir görev, kaçılamayacak bir sorumluluk ve bir insanlık olduğunu düşündüm...

***


Orası bir gece kulübü önü değildi...

Eski ve yeni sevgililerin “pişti“ olabileceği bir zevk-ü sefa mekanı, bir eğlence merkezi, bir keyf-i muhabbet mabedi değildi...

Orası bir cami’ydi...

O camide kılınan ise bir cenaze namazıydı...

Her canlının bir gün mutlaka tadacağı mukadderatın kederli buluşmasıydı...

Camide cenaze namazını kılarken, eski ve yeni sevgililer “pişti“ yapılmazlardı...

Onları pişti yapmak için “bir kadraja sokmaya çalışmak“ bir gazetecilik uğraşından ziyade bir insanlık günahıydı...

Ölüye saygısızlıktı...

Ölünün yakınlarının acısını hiçe saymak, insani duygulardan uzaklaşmaktı...

“Son yolculuğuna giden bir merhumeyi“ uğurlamaya gelenlerden, “sevgililer piştisi“ çıkartmaya çalışmak, günahtı ve vebali ağırdı...

***


Acılı bir kadının annesini son kez uğurlarken, ‘cenaze fotoğrafları çekiyorum’ diye “camide son görevi yerine getirmek için” insani görevi yapmak üzere olan erkeklerden; eski ve yeni sevgili kadrajı yapmaya uğraşmak; bir günahın bedeli olarak mutlaka müsebbibine dönerdi...

Gazetecilik gece kulübünün önünde “pişti“ fotoğrafı çekiyormuş umarsızlığıyla; camide cenaze namazı kılan ve ellerini Allah’a dua için açan cemaatten “eski ve yeni sevgili pişti“si çıkartmaya matuf bir cüretin günahı değildi...

***


Öte yandan gazetecilik “ucuz olmayan haber“i görebilme mesleğiydi aynı zamanda...

Türlü akrobatik numaralarla, cenaze namazında, cami avlusunda “aynı kadraja sokmaya çalıştıkları eski ve yeni sevgililer“ fotoğrafını çektiklerinde, yayınladıklarında ölüye ve cenazeye nasıl büyük bir saygısızlık yaptıklarının farkındalar mıydı bilmiyorum...

Oysa eğer, sadece bulundukları cenazeyi gözleriyle takip etme dikkatini gösterebilselerdi, türlü akrobatik numaralarla kadraja almaya çalıştıkları “eski sevgilinin, acılı kadının halihazırdaki eşinin yanına giderek cenaze sahibi sıfatıyla elini sıktığını ve taziyelerini ilettiğini“ görürlerdi...

***


Hiç olmazsa o anı fotoğraflamaya çalışsalar, insanlık alemine, cenaze namazında eski ve yeni sevgili piştisi yerine, insanlığın ortak acılarda nasıl birleşebildiğini gösterebilirlerdi...

İnsanoğlunun sonsuza uzanan mukadder vedalarında, bir parça ruhanilik, bir miktar kutsallık, az biraz saygı ararlardı...

Eski ve yeni sevgililerin el sıkışan ve taziye ileten fotoğraflarını çekmeyi akıl edebilseler, insanlığa kıskançlık, öfke, haset ve intikam yerine, dostça bir selamın vizyonunu iletmeyi çok görmezlerdi...

Heyhat...

Gazeteci olarak değil, insanlık onurunun Azrail’i olarak bulunmaktaydılar orada... Eski ve yeni sevgilileri cenaze namazında aynı kadraja alarak, “ne gaddar gazeteci olduklarını göstereceklerdi dünya aleme!..”

*****


ALMAN CUMHURBAŞKANI SADECE ALMAN CUMHURBAŞKANI DEĞİL...

Alman Cumhurbaşkanı Gauck, çok ağır sözler söyledi...

Kolay hazmedilmeyecek sözlerdi bunlar...

Önce Cumhurbaşkanı Gül’le konuşurken söyledi...

Arkasından durumu düzeltmesi beklenirken bu kez ODTÜ’ye gidip daha da ağırını öğrencilerin önünde söyledi...

***


Berlin’de Uluslararası Gazetecilik Enstitüsü’nde okudum...

Bir Alman’ın davranış rol modellemesinde, “tahammül ve tölerans eşiğinin çok düşük olduğunu“ defalarca check ettim...

Hele hele Doğu Alman kökenli olan Gauck’un tölerans eşiğinin düşük olması çok normal...

Ancak yine de Alman Cumhurbaşkanı’nı sadece Alman Cumhurbaşkanı olarak görmemek lazım...

***


Almanya demek, Avrupa Birliği’nin neredeyse yarısı ve ekonomisinin lokomotifi demek...

Almanya uzun zamandır Türkiye’deki dinamik muhalefetin Batı’daki en etkin uluslararası destekçisi...

Almanya böyle davranıyor diye Türkiye tavrını değiştirmeyecek...

Fakat Gauck Almanya’dan öteye Avrupa Birliği’ni yöneten bir ülkenin Cumhurbaşkanı...

Onun tölerans eşiği düşük olabilir...

Bizim tölerans eşiğimizin o derece düşük olması bizi abad etmeyecek...

Ona benzemeye çalışmamakta yarar var...

DİĞER YENİ YAZILAR