Tanrı’nın hediyesi...

Kurbağalar bir gün sürü halinde ormanda yürüyorlardı...

İçlerinden ikisi derin bir çukurun içine düştü birden...

Bunun üzerine diğer bütün kurbağalar arkadaşlarının düştüğü çukurun etrafına üşüştüler...

Çukura düşen arkadaşlarına yardım edeceklerdi...

Fakat bir süre sonra gördüler ki çukur bir hayli derin ve arkadaşlarının zıplayarak, dışarı çıkması mümkün değil...

***


Bunun üzerine kendilerince bir çözüm bulmaya çalıştılar...

En doğru olanın arkadaşlarının daha fazla acı çekmesini önlemek için onlara gerçeği söylemek olduğuna karar verdiler...

-”Boşuna çabalamayın...” dediler...

-”Çukur çok derin... Yukarı çıkmanız mümkün değil... En iyi çare kendinizi yormamanız ve mukadderatınızı beklemeniz...”

Çukura düşen kurbağalar, yukarıdaki arkadaşlarının telkinlerine kulak asmadılar...

Umutsuzca, çukurdan çıkmaya uğraştılar...

Yukarıdakiler onlara, boşuna çabalamamalarını söylüyor, kendilerini boşuna yorduklarını anlatıyorlardı...

***


Sonunda kurbağalardan birisi arkadaşlarının sözlerinden etkilendi ve çukurdan çıkma mücadelesini bıraktı...

Diğeri ise çabalamaya devam ediyordu...

Yukarıdakiler bu defa, mücadeleye devam eden kurbağaya, çırpınıp durarak daha fazla acı çektiğini, mücadeleyi bırakıp dinlenmesini söylemeye devam ettiler...

***


Bir süre daha geçmişti ki, çukurdaki kurbağa son ve inanılmaz bir hamle yaptı...

Bu kez mucizevi bir şekilde yukarıya sıçramayı başardı...

Zor bela çukurdan çıktı...

Haberin Devamı


Kurtulmuştu...

Yukarıda bulunan arkadaşları şaşırmış ve utanmışlardı...

Ona pes etmesi gerektiğini söyleyerek, “ölümüne neden oluyorlardı az kalsın...”

Böyle bir sıçramayı gerçekleştirebileceğine ve çukurdan çıkabileceğine hiçbirisi ihtimal dahi vermemişti...

***


Suçluluk psikolojisiyle kurbağaya yarenlik yapmaya çalışıyorlardı...

-”Nasıl çıkabildin bu çukurdan hayret doğrusu!.. Hiçbir şekilde mümkün değildi...”

-”Senin atletik gücün bizden daha mı fazla?.. Nasıl oldu da çıktın o çukurdan?..”

-”Bizim sözlerimizi dinlememiş olman çok hayret verici... Neyse verilmiş sadakan varmış da kurtuldun...”

***


Kurbağa arkadaşlarının bu sözlerine hiç cevap vermiyormuş...

Kendi kendine yaralarını berelerini tedavi etmeye uğraşıyormuş...

Arkadaşları sorularına cevap vermeyen kurbağaya sinirlenmeye başlamışlar:

-”Ne o, çukurdan tek başına çıktın diye bize hava mı atıyorsun şimdi?..”

-”Bize tavır mı alıyorsun?..” diye arka arkaya söylenmeye başlamışlar...

Kurbağa yine cevap vermiyormuş...

Arkadaşlarına bakmış bakmış ve bir süre sonra elleriyle cevap vermiş:

-”Ben sağırım duymuyorum sizi...”

***


Bugün 23 Nisan...

Tüm çocuklar gibi benim çocuklarımın da bayramı bugün...

Bu öyküyü onların Bayram’ında onlar için yazdım...

Öyküdeki “sağır kurbağa“ onların babalarıydı...

Otuz yıl “gazetecilik yaparak çukurları aşmaya çalışırken,“ etrafında kurulan gizli tezgahları, yapılan oyunları, konuşmaları, onu çukurda bırakmaya matuf telkinleri, çabaları, söylemleri, bağırmaları ve çağırmaları duymuyordu...

Onu ölüme terk etmek isteyenlerin seslerini duymadığından, bir başına umutsuzca düştüğü çukurdan çıkmaya çalışıyordu...

Her defasında biraz daha yukarı sıçramaya çabalayarak...

Duysaydı, öteki kaplumbağa gibi seslerden etkilenecek, o da bir süre sonra çukurdan çıkma mücadelesi vermekten vazgeçerek mukadderatını bekleyecekti...

***


Allah babalarına çok kıymetli bir hediye vermişti...

Tanrı babalarını otuz yıl boyunca “yaşadığı coğrafyada oynanan oyunlara, yapılan kumpaslara, gizli kapaklı derin operasyonlara“ karşı sağır olmasını sağlamıştı...

Bu bir eksiklik değil, mucizevi bir hediye idi...

Etrafında varolan bu gizli ve kirli oyunların hiçbirini duymadığı için, gazetecilikte olmayacak bir mucizeyi gerçekleştirmiş, tek başına sıçraya sıçraya imkansız olan o çukurdan çıkmayı başarabilmişti...

“Bağımsız“ kalabilmişti, bunca yıl sonra, bunca yıla rağmen...

O kurbağa gibi sağır olmasa, o çukurda kalan diğer kurbağa gibi ölecekti...

İçerde gülen ve oynayan çocuklarına baktı uzun bir süre...

Çocukların şansı babalarının “sağır“ olmasıydı...

*****


ÇOCUK OLAMAYAN BÜYÜKLERİN ÜLKESİ...

Çocukluklarını yaşayamadan büyüyenlerin, büyüdüğünü sananların ülkesidir burası...

Büyükler çocukluklarını yaşayamadıkları için anlayışsız...

Çocuklar; büyüklerin çocukluklarını yaşamalarına izin vermeyeceklerini bildikleri için huysuz olurlar buralarda...

Bu kısır döngü bir türlü kırılmaz...

Büyük; “ben senin yaşındayken...” diye nutuk atarak “çocuğunun içindeki çocuğu öldürür...”

Çocuk yaştayken ölen çocukluk büyüdüğünde, doğacak kendi çocuğunun içindeki çocuğu öldürmeye yeminli bir cellattır...

***


23 Nisan’lardan hatırladığım ne var?..

Yavrukurt olmam, güzelim yavrukurt kıyafetlerini bile yağmur yağdığı için, altında ıslanırım gerekçesiyle, 23 Nisan Bayramı’ında giyemediğim bir törenin içimde kalmış öyküsü...

Başka ne var 23 Nisan’dan bana yadigar?..

Okullar arası 23 Nisan törenlerinde; okullararası jürinin puanlarıyla aldığım tertemiz birinciliğin, katakulli numaralarla “mülakat“ diye bir şey icat edilip, elimden alınıp, kulis yapan bir başkasına verilmesi...

Yavrukurt kıyafeti giyip 19 Mayıs stadının çimlerine çıkamadığım ilk 23 Nisan’ımla...

Katakulli numaralarla, elimden alınan birincilik öyküsü...

Bir çocuğun elinden alınan gösteri hakkı ve “katakulli numaralarla kendisinden çalınan ödüllerin“ sakatlamaya çalıştığı bir bilinçaltı...

23 Nisan diye sadece benim çocuk isteklerimin yapıldığı bir Bayram hatırlamıyorum maateessüf...

***


Yaşadıklarıma ve bu ülkede yaşananlara inat...

Bugün sadece çocuklarımın...

Bayram onların...

Tabi olacak olan ise ben...

DİĞER YENİ YAZILAR