Yasaklanan Youtube ve vivaldi istanbul’da...

Haberin Devamı

Günlerdir, Gamze Sakallı ismindeki basın ve halkla ilişkilerci arkadaşın mailime gönderdiği “Vivaldi İstanbul’da” klibini izliyor; kulaklığımdan dinliyordum...

Hayatım yeniden değişmişti...

Böyle muhteşem bir klibi, beni uçurup başka dünyalara ışınlayan bir performansı uzun zamandır dinlememiş, izlememiştim...

***


Vivaldi’nin eserlerinin oluşturduğu bir dinletiyi en son 6 yıl önce Prag’da bir kilisede dinlemiştim...

Yalnızdım...

Duygusaldım...

Hayatımın en önemli virajlarından birine giriyordum...

***


Soğuk bir Prag günü, geçtiğim kilisenin önünde; akşam 19 sularında bir Vivaldi dinletisinin olacağı duyuruluyordu...

Sararmış yapraklar, dar sokaklarının üzerine dökülmüştü Prag’ın...

Nehir hüzünlü akıyordu...

Arnavut taşlı sokaklar arada bir ıslanmaktaydı...

Şehrin hüzünlü, romantik ve melankolik halinin, etrafımda yarattığı sis perdesi, bir içe dönüş seansına dönüşmüştü benliğimde...

Vivaldi’nin bestelerine ve müzisyenin “papazlığından mütevellit” mistisizmine ihtiyacım olduğunu fark etmiştim...

***


İki saat zaman geçirdikten sonra Vivaldi dinletisine gittim...

Kilise soğuktu...

Dinleti, sürdükçe soğuk artıyordu...

Soğuk havayı içime çekiyor, buhar üflüyordum...

Dışım titriyordu...

İçim de titriyordu...

Hayatım değişiyordu...

Kundera’dan, Kafka’ya uzanan melankolik, ağır duygu bulutu üzerime çökmüş, Prag bana hayatımın en önemli virajlarından birini vermek üzere harekete geçmişti...

Bu şehrin kaderimi değiştireceği, çok önceleri alnıma yazılmıştı...

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği filminin çekildiği 1987 günlerinden beri...

***


O filmi o kadar çok izlemiş, o kadar çok içselleştirmiş, o kadar çok, filmden ilham almıştım ki, gün gelecek o filmin geçtiği Prag, yazıldığı ve yaşandığı hüzünlü şehir bana rehber olacaktı...

Bunu biliyordum...

Fakat o anın Vivaldi’nin o dinletisi esnasında geldiğini fark etmemiştim...

Vivaldi o anın geldiğini haber vermişti...

Farkında olmadan içim ve dışım ürpererek o dinletiyi izledim...

***


Üzerinden 6 yıl geçti...

İstanbul’da beş yaşına basmakta olan ikiz çocuklarımla, yazı çiziyle geçen bir hayatın yalınlığında, yeşilliklerin içinde, maviliklerin kıyısında uzun yürüyüşler ve tırmanışlar yapmaktaydım...

Kulağımda cep telefonumun kulaklığı, müziğin beni götürdüğü meçhul uzaklıklarda, bulunduğum şehrin ve coğrafyanın çok uzaklarına kaçmaktaydım günde birkaç saatliğine olsa bile...

***


Vivaldi İstanbul’da klibi beni altı yıl sonra bu duygu atmosferinde yakaladı...

New Age müziğin Türkiye’deki en önemli ismi Can Atilla düzenlemişti parçayı ve klibi...

Bir mıknatıs gibi içine çekiyordu beni, genç müzisyenin Vivaldi İstanbul’da klibi ve düzenlemesi...

Günlerce İstanbul’daki Vivaldi’yle hayat buldum...

Spor yaptım...

Yeşilliklerin içinden, içime nefesler çektim... Maviliklere daldım...

Oksijensiz coğrafyada bana oksijen verdi Vivaldi İstanbul’da klibi...

***


İki gün önce, yeni bir sabah, yeni bir heyecan, yeniden bir dinleti heyecanıyla ‘Vivaldi İstanbul’da’yı cep telefonumdan açmaya çalıştım...

Genç halkla ilişkilercinin gönderdiği mailden you tube’a girip İstanbul’daki Vivaldi’yi dinlemek için düğmelere bastım...

Heyhat!..

Düğmeler ölmüş; çalışmıyordu...

Vivaldi bir türlü İstanbul’a gelmiyordu...

***


Sonra birileri you tube’a erişimin kapandığını söylediler...

Kasetler, konuşmalar falan varmış, o yüzden erişim yasaklanmış...

Oysa ben kasetlerden uzakta, Vivaldi’nin İstanbul’daki klibini seyrediyordum you tube’dan...

You tube gitmişti elimden, Vivaldi uçmuştu gözümün önünden...

Sonra...

Bu yazının tam bu yerinde, o haber geldi cep telefonuma...

Gecenin 22’sinde “eyvah” dedim...

Eyvah!..

KAYA DORSAN GİDİVERDİ ANİDEN...

Geçenlerde İstanbul’da Amerikan Hastanesi’nin yanında kaldığı eve gitmiş, uzun uzun konuşmuştum onunla...

Hastaydı...

Zayıflamıştı...

Yine de umut ediyorduk...

Daha yaşayacak, güzel günler geçirecektik beraberce...

***


Dün gece nedense, saatler geçti, elim yazılara bir türlü gitmek bilmedi...

Bir türlü yazmak gelmiyordu içimden...

Saat 22’de ancak oturmuştum yazıları yazmaya...

Meğerse elim “onu yazacağı için, başka bir şey yazmaya gitmiyormuş,” gecenin o saatine kadar...

Kızı Esin gece 22’de, “babasını ani bir kalp kriziyle kaybettiğimizi” yazdı mesajla bana...

Kaya Dorsan gidivermişti aniden bir gece vakti aramızdan...

-”Eyvah” dedim...

Sonra bir daha “eyvah” çıktı ağzımdan...

O kadar...

Sustum...

Derin bir sessizlik vardı etrafımda...

Kimsecikler yoktu evde...

Yine yalnızdım, yine çalışma masamda, yine çalışma lambamın yanında...

***


Onun ölüm haberi birkaç dakika önce gelmişti...

Hiç beklemediğim bir anda gelivermişti ölüm, çoğu zaman yaptığı gibi...

Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilmiyordum...

Atina günlerinde yanımdaki en önemli dostumdu o...

Onun varlığı, bana güç, kuvvet verirdi Atina’da yapayalnız günlerimde, düşman gibi görünen bir ülkenin ve şehrin ıssız tenhalığında, onun sıcaklığından ve dostluğundan güç alırdım...

***


Böyle akşamlarda, beni eve çağırırdı...

Onlara giderdim...

Sıcacık evleri, yuvaları, eşi ve iki kızıyla oluşturduğu ailenin sıcaklığını ve dostluğunu hissederdim...

Eşimden Atina’da ayrılmıştım...

Yalnızdım...

Evimde buram buram yalnızlık eserdi...

“Yalnızlık Ömür Boyu” şarkısını dinlerdim...

***


Sadece onlara gittiğim günlerde, o duygu atmosferinden kurtulur, aile sıcaklığından yalnız olmadığımı hissederdim...

Uzun uzun sohbet eder, Atina’daki olayların dalgasını geçerdi benimle...

Her şeyi anlatabileceğim, her şeyi paylaşabileceğim bir dostumdu...

Eşimden ayrılacağımı ilk kez ona söylemiştim...

Sanırım Atina’da uzun zaman bu konuyu bir tek ona söylemiştim...

Başka kimselerle paylaşmamıştım...

Dün gece tıpkı Yunan başkentindeki gibi yine yapayalnız bir gecemde, yakaladı, ölümü beni...

Ne diyeceğimi bilmiyorum...

Ne söyleyeceğimi...

Telefonu açıp ailesiyle ne konuşacağımı...

Geceyi nasıl yaşayacağımı?..

Ölüm Allah’ın emri...

Ayrılık olmasa...

DİĞER YENİ YAZILAR