Namık Kemal’in medya onur ödülü...

Haberin Devamı

Önceki gece saat 23 sularında bir arkadaşımla konuşurken;

-“Bugün 25 Mart... ‘Kaset yayınlanacak’ deniyordu, bak yayınlanmamış” dedim...

-“Gün henüz bitmedi...” cevabını verdi...

-“Daha yarım saat var...”

O konuşmayı izleyen dakikalarda yeni kasetlerin ortaya sürüleceğinden bihaberdim...

Dün Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’ne “Medya Onur Ödül’ünü” almaya giderken, ne yayınlanan kasetlerden ne de içeriklerinden haberim vardı...

Yol birbuçuk saat sürüyordu...

Dönüş yolunda dostlar telefonda konuşurken haber verdiler...

Gece ‘23.30 sularında yeni kasetler yayınlandı’ diye...

***


Twitter hesabımdaki gazete yazılarımı Vatan bilgi işlem servisindeki arkadaşlar günlük olarak koyuyorlar...

Twitter’ın kapandığı ilk gün telefonda arkadaşlar, twitter’a girişin yeni yol ve yordamlarını söylediler...
-“Bilmem ne hesabından twitter’a girebiliyorsun...” dediler...

-“Ben anlamam o işlerden...” dedim...

Bilgi işlemdeki arkadaşlara da, “başka bir hesaptan twitter’a girebiliyormuş...” diye üstümde kalmasın diye söyledim...

Onlar da, “pek güvenli bir yol değil, yazılar için...” dediler öyle kaldı iş...

***


Dün karşılıklı konuşma tapeleri, ortam dinlemeler, kasetler falan çıkmış...

Oysa, ben çok başka bir dünyada bulutların üzerinde gezinmekteydim dün...

Nedense Tekirdağ’da doğmuş olduğunu unutmuşum Namık Kemal’in...

Osmanlı’nın Batı’ya açılan penceresi olan, yazarının, şairinin ve gazetecisinin...

Onun Batı’yla haşır neşir yaşam gustosu, vakit buldukça ve kaçmayı düşündükçe Paris’le rastlaşan gazeteci-yazar öyküsü, Vatan Yahut Silistre oyunundan sonra Mağusa’da Akdeniz’in kıyısındaki küçük kentte yıllarını geçirdiği hüzünlü sürgün yerinin bende önemli izleri vardı...

Nereden bilebilirdim ki, gün gelecek Namık Kemal’in üniversitesinden, geleceğin Namık Kemal’lerinin elinden alacağım Medya Onur ödülünü...

Henüz ikincisi Namık Kemal Üniversitesi ödüllerinin bu yılki...

İlkini geçen yıl Türkan Şoray’a vermişler, okul yönetimi ve öğrenciler...

***


Dün ne kadar farklı bir tablo vardı üniversitede...

Pırıl pırıl gençler, Namık Kemal’in medya onur ödülü...İstanbul’a birbuçuk saat uzaklıkta kurulan muhteşem bir kampüste, barış ve huzur içinde Namık Kemal’in adına yakışır mükemmel bir eğitim alıyorlardı...

Benim televizyon haber bültenlerinde, “espirili fırça konuşmalarımdan oluşan bir potburi” hazırlamışlardı...

Onu izlettiler, sonra ödülü üniversite rektörü Prof. Dr. Osman Şimşek’in elinden almak üzere beni sahneye davet ettiler...

-“Başarılı olmak önemlidir...” dedim Namık Kemal Üniversitesi’nin gençlerine...

-“Ama başarıdan daha önemli bir şey var... Onurlu ve dik durarak başarılı olmak... Bana verdiğiniz bu onur ödülü, size; hayatta başarılı olurken, onurdan ve dik duruşunuzdan taviz vermemeyi hatırlatsın...”

***


Uzun uzun alkışladılar...

Gözümün önüne üniversite yıllarım geldi...

Genç ve idealisttik hepimiz...

Bu gençler gibi her birimiz birer Namık Kemal gibiydik...

Tertemiz ve yepyeni başarıların altına imza atmak istiyorduk...

Enerjimiz sonsuzdu...

İsteklerimiz sonsuz...

Arzularımız sınırsız...

Bir parça fırsat verilmesi için uğraş veriyorduk...

Bizi getiren arkadaşlara;

-“Olay çıkıyor mu üniversitede?..” dedim...

-“Hayır...” dediler;

-“Pek bir olay çıkmaz buralarda...”

***


Yemyeşil koskoca bir araziydi burası...

İçinde yurt, yeni binalar, yerleşkeler, fakülteler, spor salonlarından oluşan koskoca bir kampüs vardı...

26 bin genç üniversiteli burada okuyordu...

Geleceğin Namık Kemal’leri olarak...

Kasetlerin dünyasından uzakta, hayata yeni enerjiler katmak üzere, sıralarda okuyor sırada bekliyorlardı...

Dik duracak onurlu bir hayatı yaşamak adına...

YILANIYLA YAŞAYAN ÖTEKİ KADIN...

Gözde Baykara’nın Çukurcuma’daki “kadın” konulu resim sergisinde dikkatimi çok çeken bir resim vardı...
Arkadan resmedilmiş nü bir kadın resmi...

Sağ omzunun üstünde renkli bir kuş vardı kadının...

Yanıbaşında ise yerde sürünen bir “yılan...”

***


Doğrusu “boynuzlu kadınlardan” daha fazla ilgimi çekmişti, bu resim ilk gördüğüm andan itibaren...

Bir süre düşündükten sonra, ressamın “bir öteki kadını” resmettiğine hükmetmiştim...

Yılanlı kadın, bir öteki “kadın”dı...

Erkeğini “kadının” elinden almak için, sağ omuzunda kuşuyla görünüp, ‘yılan’la sokulan öteki kadın...

Genç ressam hiç kuşku yok; bu resmi yaparken çevresindeki bir “öteki kadın”dan ilham almıştı...

Muhtemeldir ki bir dramdan bir sanat eseri vücuda getirmişti...

***


Resme bakarken, “öteki kadınları” düşündüm...

Yanlarında yılan taşıyan Namık Kemal’in medya onur ödülü...“yılanlı” kadınları...

Genç ressamın kadınsı bir tanımlamasıydı “beraberinde yılan taşıyan kadın” tanımlaması...

Sonuçta her kadın bazen esas kadın, bazense öteki kadındı...

Hayatı hiç tanımayan erkekler, kadınları “esas kadın ve öteki kadın” diye kategorize ederlerdi...

Oysa aynı kadın, bir erkek için “esas kadınken, bir başka erkek için delicesine mücadele eden bir öteki kadın halini alabilirdi...”

Bu aynı zaman dilimi içinde de olabilirdi...

Farklı zaman dilimleri içinde de...

Hayat böyle bir şeydi...

Kadın da öyle bir şey...

***


Her kadın içinde “esas ve öteki kadını bir arada bulundururdu...”

Anneliği ve dişiliği birarada yaşayabildiği gibi...

Mazbutluk ile albenili bir seksapeli aynı anda hissettirebildiği gibi...

Kadın, anne ile femme fatale bir çekiciliği, mazbut bir eş ile başdöndürücü bir cazibeyi, romantik bir sevgiliyle, talepkar bir dişiyi aynı anda yaşar, aynı anda bunların her birisi ve her birinden çok daha fazlası olabilirdi...

Resimdeki öteki kadına baktım...

Yanında yılan; sağ omuzunda ise renkli bir kuş taşımaktaydı...

***


Bir kadın...

Sağ omzunun üzerinde saflığın sembolü bir kuşla görünüyor, yılanını ise saklayıp, sonradan sokmaya hazırlanıyordu...

Resim bunu anlatıyordu...

Sanatçısı kadındı...

Bakış açısı da “kadın...”

Bense, “yılanlı öteki kadına” bakarken...

“Yılansız” görünen öteki esas kadınları düşünürken...

Yılanlar ve kuşlar yer değiştirdiler...

Hep birlikte kadınlar omuzlarında bazen kuşlar, bazen yılanlar, bazen sakladıkları kuşlar, bazen gizledikleri yılanlarla hep birlikte kadraja girdiler...

Hepsi hem yılanlı ve hem kuşluydular...

Bazılarında yılanlar görünüyor, bazılarında ise kuşlar görünüyordu...

Ancak hepsi resimdeki gibi “nü”ydüler...

Hiçbirinin yüzleri seçilmiyordu...

DİĞER YENİ YAZILAR