“Evlenilecek kız; eğlenilecek kız var” diyenlere; Nar-ı Aşk cevap!..

- “Resimlerimdeki kadınların her birini Havva’ya öykünen, Adem’siz saklı cennetlerinde büyük bir tutku ve cesaretle; ama tek başlarına acımasızca ve hiç utanmadan, Adem’lerine bakan ve onları günaha davet eden modern Havva’lar olarak yorumlayabiliriz...” diyor Gözde Baykara;

- “Kimi zaman çıplak, kimi zaman çekici bir etkiyle giydirilerek, sadelikleri lüksleştirilmiş ve tuvalin içinde konumlandırılmış bu modern kadınlar, hem kendilerini seyirlik bir nesne olarak kabul etmekte, hem de her ne kadar savunmasız bir şekilde izleniyor olsalar da, sahip olunamayacak kadar ulaşılması imkansız bir yerde durmaktadırlar...

Çünkü onlara sahip olmak için, ellerinde tuttukları elmaya uzanmak, ya da vücutlarına dolanmış yılana dokunmak, kısacası günahlarına ortak olup bedelini de beraber ödemek zorundadır izleyicisi...”

***


Nikos Kazancakis’in Zorbası’nın “kadın”la ilgili tiradından esintiler taşıyan ama, onun çok daha ötesinde, çok daha gerçekçi bir kadın tasviri Gözde Baykara’nın “tuvallerindeki kadını” anlatırken anlattığı “kadın” tasviri...

O tasvirin son kelimesi olan “izleyici” sözcüğü yerine “erkek” kelimesini yerleştirin, “kadın”ı anlarsınız...

Bir zamanlar “evlenilecek kadın, eğlenilecek kadın vardır” diyenlere cevabı; ressam Gözde Baykara Nar-ı Aşk isimli resim sergisi için söylediği bu sözlerle veriyor...

***


Yıllardır kadını anlatırken, kadının içinde farklı görünen her kadından bir miktar olduğunu anlatmaya çalışırdım...

Kadının içindeki anaçlıkla, onun içindeki hafif meşreplik, ruhundaki kararlılıkla, cesaret ve seksilik at başı giderdi...

Kadını muhteşem yapan zıtların birlikteliğindeki, tarifsiz bu sentezdi...

Bir yoruma göre, Sex And The City’de birbirine benzemez dört kadın, aslında tek bir kadının, dört ayrı yüzüydü...

Gözde Baykara Çukurcuma’daki Galeriartist’te 8-26 Mart arasında açık olacak ‘kadın’ konulu bir sergi açtı Cumartesi günü...

O sergide tuvallerin içindeki resimleri anlatırken yaptığı “kadın” tanımlamasından bir tutam bu alıntıladığım sözler...

***


Gözde Baykara’nın Nar-ı Aşk’ını görmek ve kadına dair resimler ile felsefesini anlamak istiyorsanız Pazar hariç her gün açık olacak Çukurcuma’daki Galeri Artist’e gidin...

Birkaç yıl önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan; aralarının limoni olduğu zamanlarda; “Çukurcuma’da saydıkları sevdikleri bir büyüklerinin tanıklığında bir araya gelmişlerdi...”

Çukurcuma siyasi tarihimizde bu buluşmayla yer aldı yıllar boyu...

Bu buluşmaya rağmen, Çukurcuma’nın; “kadını böylesine çıplak anlatan bir resim sergisinin Nar-ı Aşk’ın mekanı” haline gelmesi, onun siyasetle anılan kaderine boyun eğmeyeceğini gösteriyor...

Tıpkı kaderine boyun eğmeyen bir “bütün kadınlar” gibi...

Tıpkı kendisine tarih boyu biçilen rolleri kabul etmeyip, kendi rolünü kendi yazan, tarihe istendiği gibi değil, kendi istediği gibi geçmeye ahdedmiş ‘kadın’lar gibi...

Tıpkı eğlenmeye ve evlenmeyle bölünmeye inat, hem eğlenen hem evlenen kadınlar gibi...

Bir kadın gibidir artık Çukurcuma...

*****


AF ÇIKMAZSA BARIŞ SAĞLANMAZ!..

Türkiye eğer gerçekten barışmak istiyorsa... Eğer yeni bir sayfa açmak, eski sayfaları kapatmak istiyorsa...

Geçmişi geçmişte bırakmak, maziden kin ve intikam intikal ettirmemek amacındaysa...

Toplumda olumlu bir rüzgar estiren tahliyeleri, afla taçlandırmalıdır...

***


Bu köşede ilk günden beri, “yeniden yargılama değil, af” diye diretiyorum...

İlk başlarda içerdeki tutukluların bir bölümü bu talebime karşı çıkıyorlar...

Haberin Devamı


- “Bir af değil, yeniden yargılama ve beraat istiyoruz...” diyorlar...

Dinlemiyorum onları...

Olağanüstü dönemi kapsayan olağanüstü bir afta diretiyorum...

***


Neden yeniden yargılama değil, af istiyorum?.. Çünkü yeniden yargılama “yeniden adli bir rehin alınma süreci” anlamına geliyor da ondan...

Dün tahliye olan sanıklar, yargılandıkları mahkemelerden “müebbet” alıyorlar...

Yeniden yargılanmaya başladıklarında ne olacak peki?..

Yine aynı suçlarla suçlanacak ve benzer hükümlerle iddia makamının önünde oturacaklar...

Yeni yargılama dönemi ne kadar sürecek belli değil...

Bütün bu süreç boyunca, bütün tahliye edilenler, “süreç sonunda ne olacaklarını bilemez halde, kararı bekleyecek ve yine uykusuz geceler geçirecekler...”

Kâbuslarında “müebbet” hapis cezası aldıkları günleri görerek...

Deyim yerindeyse maddi işkenceler bitse de, manevi işkenceleri kâbuslar yoluyla devam edecek...

Yargılama sonunda neye hüküm giyeceklerini bilemeyecekler ve senelerce bekleyecekler...

***


Toplumsal barış süreci böyle gerçekleşmez...

Her kesime yönelik bir özgürlük, herkese yönelik bir barış ve tüm topluma yönelik bir huzur peşindeysek;

28 Şubat’ın Salih Mirzabeyoğlu gibi kendini mağdur hisseden, radikal İslamcılar da dahil, herkese yönelik bir af çıkartır ve tüm siyasi mücadele suçlularını, bu olağanüstü aftan yararlandırırız...

Ancak bunu yaparsak, siyasi bir yumuşamanın zeminini hazırlarız...

Tahliye edip; “dışarıda doğru durmazsan; yeni mahkumiyetle yeniden içeri girersin...” demek, hayata barışı getirmez...

Kendimizi aldatmayalım savaşı ve kavgayı körükler...

***


Toplumsal barışın yolu, birbirimizi affetmekten geçiyor...

Bunun adına “af” da diyebilirsiniz, olağanüstü döneme uygun barışçı düzenleme de...

Ne derseniz deyin...

Yapmamız gereken birbirimizi affetmektir...

Affedersek barışa gideriz...

Tarihin hiçbir yerinde, dünyanın hiçbir tarafında “rehine” siyasetiyle barış sağlandığı görülmedi bugüne dek...

Ne Argo filminde sahnelendiği gibi İran’da...

Ne de Captain Philips filminde senaryolaştırıldığı gibi, Somali açıklarında...

İki gerçek öyküde de “rehine krizi vardı” ve ikisi de “barışla sona ermedi...”

Barış istiyorsak, rehin almaya da, rehine yaratmaya da son vermeliyiz...

Barışı gerçekten istiyorsak eğer...

İstiyor gibi gözüküyorsak değil...

DİĞER YENİ YAZILAR