“Yaşamak acı çekmektir...”

Haberin Devamı

-“6 Ocak sabahı daldığım derin uykudan uyandım...

Yedi küçük odası bulunan, iki katlı cezaevinin bir koğuşunda tek başına uyumuşum...

Hava soğuktu...

Getirdiğim eşyalar arasında bulunan kalın giysilerden seçtiklerimi giyindim...

Aşağı kata indim...

Büyük bomboş bir salon... İki masa bir de eski bir televizyon vardı...

Yüzümü yıkadım...

Televizyonu açtım...

Kenarda bir tepsi üzerinde kurabiye kutuları, su ve meyve suları vardı...

Herhalde cezaevi idaresi tarafından ilk ihtiyaçların karşılanması için konmuştu...”

***


6 Ocak 2012 günü yaşıyor bu anlattığı anıyı İlker Başbuğ...

Cezaevindeki ilk günü bu onun...

-“Başsavcıya yalnız kalmak istemediğimi söyledim... ‘Düşünüp değerlendireceğiz...’ dedi... İnfaz savcısı ise bu sürenin biraz zaman alacağını belki birkaç ay falan süreceğini söyledi... Bunu duyunca içimden demek burada epeyi kalacağız, diye düşündüm...”

İki yıl önceki tutukluluğun ilk gününün anıları böyle devam ediyor İlker Başbuğ’un...

-“Odaya birileri girdi... Kızım Feride ile oğlum Murat’ın beni ziyaret için geldiklerini söyledi...

Günlerden Cuma idi...

Yani cezaevindeki ilk günüm... 6 Ocak 2012...”

***


Savcılar ile konuşmamız uzuyordu...

Benim aklım çocuklardaydı...

Bir an önce buradaki konuşmayı bitirerek onları görmek istiyordum...

Nasıl karşılaşacaktık?..

Ne konuşacaktık?..

Kapalı görüşmeyi, küçük bir bölmede yapıyorsunuz...

Aranızda kalın bir cam var...

Konuşmanızı telefonla yapıyorsunuz...

Ve kayda alınıyor...

Feride ve Murat’ı karşımda gördüm...

Adeta iki kuş gibi uçarak babalarını görmeye gelmişlerdi...

Yüreklerinin pır pır ettiğini hissediyordum...

Filmleri hatırlayın...

Sevdiklerinden uzaklarda olan biri, kış günü pencerede oturur dışarıya bakar...

Beklemektedir...

Ansızın pencerenin sahanlığına iki kuş konar, pır pır ederek...

Gözlerindeki büyük sevgi ile ona bakarlar...

Oturan adam o kuşlarda sevdiklerini görür...

***


Cezaevinde bu süreçte geçirdiğim iki yılın ilk günü böyle geçti...

Akşam koğuşta düşünürken kendi kendime şu sözleri fısıldadım...

“Yaşamak acı çekmektir...”

***


İlker Başbuğ‘u gazetecilik hayatımda sanırım iki kez davetlerde yakından gördüm; elini sıktım ‘nasılsınız’ dedim...

Dün bana yazdığı kitabı geldi...

“Suçlamalara Karşı Gerçekler...”

Doğrusu suçlamalara karşı gerçekler kadar, hayatın İlker Başbuğ tarafından da iki yıldır yaşanan ‘insani’ gerçeklerini önemsiyorum bugünlerde...

-“Yaşamak acı çekmektir...” diyor...

-“Ancak yaşamak için nedeni olan kişi hemen hemen her şeye dayanabilir...

Benim için yaşamak için ortada çok neden vardı...

Her şeyden önce eşim ve çocuklarım için yaşamak zorundaydım...

Önemli olan cezaevinde de olsa yaşam yiğitçe ve onurlu olmalıydı...

Cezaevi hayatı zor...

Bu zorluğu ancak umudunuzu hiç yitirmeden aşabilirsiniz...”

***


İlker Başbuğ bu ülkede Genelkurmay Başkanlığı yapan sadece bir örnek cezaevindekileri anlatmak için...

Bugün ülke herkesin birbirini “içeri atmakla, yargılamakla, hesap sormakla, gün yüzü göstermemekle tehdit ettiği” bir sürecin göbeğinde...

Cezaevlerinin; “siyasi hesaplaşmanın arenasıymış, türeviymiş gibi algılandığı bir” dönemi yaşıyoruz....

“Birbirini yok ederek“, çıkılmaya çalışılan bu dehlizden “barış ve huzur” çıkmayacak...

Kafalarından; “size gün gelecek; gününüzü göstereceğiz...” diye geçen kimse, yarın kişisel huzurunu bulamayacak...

Bu badireden hesap sormayı düşünerek değil; hesapları kapatmaya çalışarak çıkabilir Türkiye...

*****


ÇARŞAMBA VE PERŞEMBE!..

Karşınızdakine silah gösterip, öldüreceğinizi ima ederek, onu “yola getirmek” uğruna “zora” başvurduğunuzda, esasen o kişi “yola gelmez...”

Gelmiş gibi gözükür...

Değişmez...

Değişmiş gibi görünür...

Sizinle barışmaz...

Barışmış gibi hissettirir...

Yanlışlarından arınmaz...

Arınmış gibi davranır...

***


Eğer “huzur bulmak” ve kendinizle “barışmak” istiyorsanız, karşınızdaki ve çevrenizdekilerle uğraşmaktan vazgeçeceksiniz...

Eğer karşınızdakinin “iyi olmasını” istiyorsanız, siz ona karşı “iyi olmayı” deneyeceksiniz...

Eğer karşınızdakinin samimi ve dürüst davranmasını istiyorsanız; ‘siz aklınızdan başka düşünceler geçirmeden, ona samimi ve dürüst yaklaşacaksınız...’

***


Siz karşınızdakine nasıl bir enerji verirseniz, o enerjiyi geri dönüş olarak alırsınız...

Dost değil fakat dost görünüyorsanız, siz de dost olmayan bir sahte dostluk gösterisine maruz kalırsınız...

Bugün Türkiye’de yaşanmakta olan her şeyin bir izahı var gibi gözüküyor...

Ancak, “böylesine bir cepheleşme, çatışma ve hesaplaşma” çağdaş demokratik ülkelerde olağan değildir;

Farklılıklar artık bu şekilde yaşanmıyor oralarda...

***


Gelinen nokta gerçek anlamda bir kaostur...

Sadece iktidarın ve Cemaat’in değil... Ulusalcıların, BDP’nin; MHP’nin herkesin bir duruşu ve haklı olduğuna inandığı bir pozisyonu var...

Kimin gerçekten haklı olduğunu; tezlerle “izah edilebilecek” noktayı geçiyor Türkiye...

Polis, yargı, medya ve devlet aygıtı ve siyasi sistem kendi içinde sürekli kırılmalar yaşıyor...

Birbiriyle asla yapışmayacak parçalara ayrışıyor...

Kırılan parçalar tek bir toplumsal sistemin, ayrı fakat kırılmaması gereken parçacıkları...

Bu kadar parçalanmış bir yapıyı, kırılmış bir vazoyu, kimse kolay kolay tamir edemez...

Başsavcılar, emniyet müdürleri, valiler, ve devletin bütün organları bu kırılmadan nasibini alıyor...

Parçalar birbirinden ayrılıyor...

***


Polisin birbirine düşman hale getirildiği “Pol-Der ve Pol-Bir” diye örgütlenerek, birbirine silah çekecek duruma geldiği 12 Eylül 1980 öncesi günleri yaşadım ben...

Aktivist gençler nerede hangi polis tarafından içeri alındığını konuşurdu...

Solcuysalar “Pol-Der”li polisler tarafından alınmak ve kolayca serbest bırakılmak isterlerdi...

Ülkücüyseler, Pol-Bir’li polisler tarafından...

En berbatı solcuysan Pol-Bir’li polisler tarafından gözaltına alınmaktı...

Ya da tersi...

Dayaklardan dayak, falakalardan falaka beğenmek zorundaydın o zaman...

***


Devlet aygıtının bugünkü gibi “bölünüyormuş” göründüğü durumlar, her şeye davetiye çıkartırlar...

Dışarlarda; Türkiye için nasıl bir plan hazırlanıyor bilmiyoruz...

Artık “darbe” dönemleri kapanmış gibi görünebilir...

Ancak “gelmekte olan Perşembe’nin nasıl olacağını bilmesek de”, Bir “Perşembe’nin gelmekte olduğu” görülüyor...

“Çarşamba”yı görüyoruz ve yaşıyoruz çünkü!..

DİĞER YENİ YAZILAR