Hakan Şükür olayının derin kodları...

Haberin Devamı

Futbolculuğu esnasında hayatta hakkı en çok yenmiş insanlardan biriydi Hakan şükür...

Muhteşem bir santrafordu...

Attığı 249 golle, Metin Oktay’ı, Tanju Çolak’ı bile geride bıraktı...

Arkadaşlarına pozisyon üretti...

Topa çıkar, kafayla ceza sahasında arkadaşlarına indirir, pasörlük yapardı...

Kaleyi bulan kafaları çok tehlikeliydi...

Diğer santraforlardan daha çok pozisyona girerdi...

Bu bir santrafor için gol kadar önemli bir meziyetti...



***


Buna karşın hakkı hiçbir zaman tam verilmedi, itibarı hep indirilmeye çalışıldı Hakan Şükür’ün...

Hakan Şükür olayının derin kodları...


“Şaban” denerek itibarsızlaştırılmaya çalışıldı, Galatasaray’ın içini karıştırıyor diye karakter suikastine tabi tutuldu...

Sarı kırmızılıların; gelmiş geçmiş en iyi santraforuydu Hakan...

Hiçbir zaman en iyi santrafor muamelesi görmedi...

Hep “Galatasaray’a pek de yakışmıyor” edası vardı sarı kırmızılı camiada...

***


Beşiktaş’ta yöneticiydim...
Hakan Şükür olayının derin kodları...
Galatasaray’la sorunlar yaşıyordu...

Yönetim kurulunda “Hakan Şükür’ü alabileceğimiz, transfere sıcak baktığı söylendi...”

-“O Galatasaray’la özdeşleşmiş... Gelir mi ki, acaba almalı mıyız ki?..” dedim...

-“Gelir...” dediler...

-“İstersek ve uğraşırsak gelir...”

Araya başka transferler girdi olmadı...

Şurası bir gerçekti ki, Galatasaray’da futbolculuğunun büyüklüğü kadar “büyüklüğüne yakışır bir muamele görmedi...”

***


LİG TV’ye spor yorumcusu olarak alındığında bütün Türkiye karşı çıktı...

Yerin dibine batırdılar Hakan Şükür’ü...

AKP milletvekili olduğu için bu görevin ona verildiği söylediler...

Doğruydu!..

Fakat o doğru kadar, bir doğru daha vardı...

Hakan Şükür gibi bir futbol ilahı futbolu yorumlamayacak da kim yorumlayacaktı?..

***


Bir tarafta milletvekilliği maaşı, diğer yanda ballı börek spor yorumculuğu, Hakan’ı “linç etmek için bu iki unsur yetti arttı Türkiye’ye...”

Milletvekilliğinin yanında bunu yapması yakışık almazdı...

Meclis’te müzakerelere mi katılacaktı yoksa Pazar akşamları futbol mu yorumlayacaktı falan filan...

Esasen merkez medyanın ve algı yönetimi yapan büyük sermaye egemenliğindeki üst yapının, “parlatılmasını istediği favori isimlerinden biri değildi” Hakan Şükür...

Mesela bir Kemal Derviş gibi değildi...

Onun Amerika’dan ithal kurtarıcılığı, oynadığı tenisle bütünleştirilir; bir mucize olarak sunulurdu...

Hakan Şükür’ün ise 249 gol atarak Türkiye rekorunu elinde bulundurduğu santraforluğunun üzeri örtülür; “futbol yorumculuğu ile milletvekilliği birlikte olmaz” denilirdi...

***


Tüm bunlar gerçekti...

Ancak şimdi söyleyeceklerim de gerçek olacak maalesef...

Hakan Şükür sonuna kadar hakettiği “Lig TV yorumculuğuna ne yazık ki; o günlerde bu asetleriyle gelmedi...”

“Güç”ün merkezindeydi...

Onu attığı gollerden ziyade, içinde bulunduğu “güç” bir yere getiriyordu...

Hayatta bir yere gelişiniz hangi motifle gerçekleşiyorsa, o motifin bitmesiyle işiniz de bitebilir...

Hakan Şükür’ün bugün işinden olması eleştirilebilir...

Fakat Hakan Şükür’ün o gün o işi kapmasını da aynı nedenle eleştiriyorsanız eğer...

Sizi bir yere getiren saik, götüren saikle aynıysa, “mağduriyetten çok karmik bir durum” vardır ortada...

Hakan Şükür, hayata derin pencerelerden bakmasını bilen biri...

Bu çerçeveden bakarsa, üzülecek hiçbir şeyin olmadığını görür...

***


Bizlere gelince;

Özyeğin Üniversitesi‘nde söyleşiye gelen gençler bana dayanamayıp sordular:

-”Yine haberleri yapmayı düşünür musunuz?..”

-”Hayır...” dedim gençlere...

-”Haberi hangi kurumda yapsam, ona göre yandaş, cemaatçi veya darbeci olarak yaftalanacağım...

34 yılda salt gazetecilik sezgileri ve gönlümün ibresinden ibaret hayatımı böyle yaftalatmam... Dönmeyeceğim haberlere...”

Bir kişinin giderken mağdur olup olmadığını belirleyen şey, ‘gelirken nasıl geldiğidir...’

Mağduriyet “fark”tadır...

“Aynı”lıkta değil!..

BERTARAF!..

Üniversite söyleşisinde; hayata daha olgun ve tevekkülle baktığını gösterircesine “Haberlere dönmeyi düşünmüyorum” demek kolaydı...

Bunu söyleyebilecek bir lüksüm, bunu seslendirebilecek bir tatminim vardı yaşamakta olduğu hayatta...

Ancak, bunu seslendirebiliyor olmam “Türkiye’nin milyonlarca gencinin önünde meçhul kalan istikbal” sorununu çözmüyor...

Şimdi büyümekte olan çocuklarımı gözönüne alarak hep şunu düşünüyorum...

-“Ne olacak bu çocukların mesleki geleceği?..”

***


Allah yazdıysa bozsun ama diyelim ki çocuklardan biri “gazeteci” olamayı kafasına koydu...

Ne yapacak şimdi bu çocuk?...

“Yandaş”, “cemaatçi”, “candaş”, “darbeci” sıfatlamalarının dışında bir mecra yaratabilir mi gazetecilikte?..

Bu yaftalamaların dışında, bir oluşumda, bir kurumda, bir medya kuruluşunda görev alması mümkün mü?..

***


Diyelim ki; haber yapacak bu çocuk ilerde; bülten hazırlayacak, topluma sunacak...

Haberleri olabildiğince objektif görebileceği, bir tarafa ait olmadan değerlendirebileceği bir mecra olacak mı o tarihte?..

Babalarının her zaman güçlü bir siyasi görüşü oldu... Ne ki bu görüş “hiçbir zaman bir tarafa aidiyet şeklinde tecelli etmedi...”

Vicdana göre, gerçekler karşısında gönül ibresinin doğru dediği yöne göre şekillendi tavrı ve pozisyonu...

Şimdi onlar babaları kadar bile olsa “tarafsız ve aidiyetsiz gazetecilik” yapabilecekler mi?..

Hayır yapamayacaklar!..

Bunun şartları artık hiç kalmadı Türkiye’de!..

***


Zaten çocuklara gerek yok “babalarına bile; 2002 yılında, bu hükümetten de önce, bu ülkede öyle bir gazetecilik yapma hakkının olmadığını” uygun dille söylemişlerdi...

***


Üçüncü köprünün yapılması muhteşem bir gelişme... Üçüncü havaalanı...

Türkiye’nin yakın gelecekte onüçüncü ekonomi olması...

Vizesiz Avrupa’ya gidecek olmak...

Hepsi mükemmel de “bu çocuklar istikbalde ne iş yapacaklar?..”

Bağımsız, bağlantısız, aidiyetsiz, tarafsız...

Bunu merak etmekteyim...

Biliyorum “taraf olmayan bertaraf olur...”

Bu söylendi...

Benim bertaraf olduğum kesin de, “çocuklarımı nasıl bertaraf olmaktan kurtarırım, onu düşünüyorum...”

Mümkün müdür bu şartlarda?..

Sanmıyorum!..

DİĞER YENİ YAZILAR