Aşağılık kompleksi yaratan bir uçak yolculuğu...

Haberin Devamı

- Los Angeles

Japon Gazetecilik Enstitüsü dünyanın dört bir yanından gazetecileri “Uzakdoğu kültürü ve Japon yaşam tarzı üzerine bir ay sürecek uzun bir eğitim için” Tokyo’ya davet etmişti

Milliyet’in Ankara bürosunda diplomasi muhabiri olarak çalışıyordum...

- “Japon Hava Yolları JALL’la uçuyorsun...” dediler;

- “Uzun bir yolculuk olacak... Önce KLM ile Amsterdam’a uçacaksın... Orada bir gece kalıp ertesi günü direkt uçuşla ver elini Tokyo...”

- “Dönüş?..” dedim...

- “Dönüş daha da iyi...” dediler...

- “Geceleme yok... JALL’la Frankfurt... Oradan aynı gün Lufthansa’yla İstanbul...”

***


- “Bu kadar değişik havayollarıyla yolculuk yapacağım da tek bir Türk Hava Yolları uçağı olmayacak mı aralarında?..” diye geçirmiştim içimden...

İçten içe de kendimle hafif de gururlanmıştım...

23 yaşında okyanus aşarak, dünyanın bir başka köşesine tek kelime Türkçe konuşacak kimse olmadan gidecektim...

Amsterdam’a uçmak için KLM’e bindiğim anda, Türkiye ile bütün ilişkim kesildi...

Uçakta ne bir Türk gazetesi, ne Türkçe bilen bir hostes ne de yanımda Türkçe konuşan birisi vardı...

Daha İstanbul Yeşilköy Havalimanı’ndan havalanırken bile uçakta yapayalnız kalmıştım...

***


Lufthansa ismini andığımda Almanya, KLM’i duyduğumda Hollanda, JALL’ı telaffuz ederken Japonya gözümde büyüyordu...

Onlar “dünya”ydılar...

Bizse dünya dışında kalmış “yerli”ler...

Japonya’ya gidebilmek için “Önce bunlar gibi medeni!! bir ülkeye giderdiniz...”

“Ancak oraya vardıktan sonra Tokyo’ya gitmeye hak kazanırdınız...”

Türkiye’den kalkıp direkt oralara gitme hakkını size vermezlerdi...

O günlerde Çetin Altan’ın dediği gibi henüz dünyalı değildik...

***


Yoksunluk, aşağılık kompleksi yaratır...

Aşağılık kompleksi ise kendine yabancılaşma...

Gözünde “onlar” dediklerin büyür, “kendin” dediklerin küçülür...

Marazi bir “kendini ispatlama” duygusu gelişir öz benliğinde...

- “Ben geldiğim ülkedekilere benzemem” şeklinde tezahür eden yamuk bir davranış modeli gelişir şahsiyetinde...

Dışarıdan bakanlar “bu niye böyle konuşuyor?” der ve anlamazlar...

Yıllar yılı Batı’nın üniversitelerinde “Türk olduğunu saklayanlarla” böyle karşılaştım...

Kendilerini duruma göre “İtalyan, Yunan, İspanyol” gösteren genç Türkler’le böyle tanıştım...

Aşağılık kompleksi denilen şey bir toplumu daha hava yolu şirketinden başlayarak esir alırdı...

***


O günlerde “dünyada hiçbir yere uçamayan; o fukara ve dandik hava yolları şirketinin, gün gelip dünyada en fazla merkeze direkt seferi olan hava yolu şirketi olacağını” söyleselerdi, cevap bile vermeye gerek görmezdim...

- “Kafayı yemiş bunu söyleyen...” diyerek geçerdim...

Fakat o gün geldi benim hayatımda karşıma çıktı...

Hayat bana Avrupa’nın en iyi hava yolları şirketinin, en fazla merkeze uçan hava yollarının kendi ülkemin Türk Hava Yolları olduğunu gösterdi...

Yoksunluğun verdiği aşağılık kompleksinden, başarının verdiği hak edilmiş bir gurura ve sindirmiş bir bilgeliğe...

Sanıyorum hamsili pilav yerken bunu düşünüyordum...

*****


333 kişilik uçak...

Ali Genç; - “Abi...” dedi...

- “O çok sevdiğin Messi’li Kobe Bryant’lı reklam filmi var ya... Onun yenisi çekildi... Lansmanı için Los Angeles’a gideceğiz... Gelsene...”

- “İstanbul’dan fazla uzak kalamıyorum biliyorsun...” dedim...

- “Ne kadar sürüyor?..”

- “Direkt sefer Los Angeles... Her yere direkt artık.. 13 saatte oradayız... Uçakta iki öğün, iki film, biraz kitap karıştırdın mı Los Angeles’tasın...”

- “İyi ayarlayabilirsem son gün haber veririm...” dedim...

- “Ne son günü abi?.. Bütün seferler tıklım tıklım dolu... Tek bir boş yer yok... Önceden söylemen lazım...”

***


İçimden bu çocuk dalga geçiyor benimle diye geçiriyordum...

Gidiş ve dönüşte yolcuları gördüğümde beynimden vurulmuşa döndüm...
Aşağılık kompleksi yaratan bir uçak yolculuğu...
Neredeyse Türk yolcu yok gibiydi 333 kişilik uçakta...

İranlı, Hintli ve İsrailli yolcular çoğunluktaydı...

- “Niye böyle oluyor?..” dedim...

- “Tahran ve Bombay’dan direkt uçuş yok... İstanbul aktarmalı THY ile uçuluyor... Tel Aviv var ama, İsrailliler THY’yi seçiyorlar...”

Şaka gibi bir şeydi!..

Tek bir boş yer yoktu...

Business dahil her yer full’dü...

***


Türk Hava Yolları bana bir jest yapmış... Koltuk olarak 1 A’yı vermiş...

Kendi ülkemin uçağıyla, İstanbul’dan Pasifik kıyısına Los Angeles’a gidişte ve dönüşte tam 650 yabancı ülke vatandaşıyla seyahat ediyordum...

1 A’da oturmuş ilk gençlik günlerimden bugünlere taşınan “kader”imi gözlüyordum...

Okyanus aşmak için kendi hava yolu olmayan bir ülkenin 23 yaşındaki gencinin, iki yolcu arasına sıkışmış yüreğini hissettim o an...

Yabancı bir uçakta tek başına kalıvermenin öksüzlüğünde, yüreğinin heyecanla attığı dakikaları hatırladım...

O genç çocuk şimdi; tam 30 yıl sonra, dünya vatandaşlarının aktarma yapmak zorunda kaldığı ve akın akın doldurduğu bir Türk Hava Yolları uçağıyla birinci sırada Okyanus’u aşmaktaydı...

Uçakta otuz yıl önceki gibi yine Türk sayısı çok azdı...

Fakat bu sefer küçük bir fark vardı...

Uçağın kendisi Türk Hava Yolları uçağıydı...

Yolcular misafir...

Bu kez genç çocuk ev sahibi konumundaydı...

Yabancı değil...

*****


Hamsili pilav...

35 yıl önce uçakla ilk yurt dışına çıktığım zamanlarda, bonfile, fleminyon, köri soslu tavuk gibi ana yemekleri, soğuk balık, havyar gibi antreleri yer, “içten içe ne kadar Batı’lı olduğumu” hissederek gururlanırdım...

Uçak yolculuğu, Türkiye’nin Batı’nın ayrılmaz bir parçası olduğunu “yemeğiyle, içkisiyle, kültürüyle bir kez daha göstermek için vardı” sanki...

Havyar yerken şampanya servis edilirdi...

Fleminyon yerken, kırmızı şarap açtırmaya önem verirdim...

Bordo seçerdim et filetoda ki damağımda tat uyumu tam oluşabilsin...

Soğuk balık antrede ve tavukta beyaz şarap ısmarlardım...

Yemek öncesinde, kuru yemişle bir kadeh de viski söylerdim...

İskoç viskisi elbette...

Her uçak yolculuğu bana “Ne muhteşem Batı’lı bireyler olduğumuzu” duyumsatırdı...

Batı’yla uyumlu çağdaş bir ülkeden geldiğimi...

Batı’nın ayrılmaz bir parçası olduğumuzu hatırlatırdı uçak yolculukları bana...

Ruhum coşkuyla taşardı bu gerçeklerle...

Sabah kahvaltılarında Air France “çırpılmış yumurtaya domuz pastırması koyduğunu söylerse” iyice Batı’lılaşmış hissederdim kendimi!..

***


Ben mi değiştim, veya Doğu’lulaştım!!! bilmiyorum...

Los Angeles’a giderken bunların hiçbirini istemedim...

Fındık fıstık geldiğinde, yanında viski arzulamadım...

Domates suyunu tercih ettim...

Yemek gelince, “dilimlenmiş bir parça limonlu su” istedim...

Yemekte ne domuz pastırması aradım, ne kalın fileto etlerden arzuladım...

- “Hamsili pilav var...” dediler...

- “İster misiniz?..”

- “Evet...” dedim büyük bir iştahla...

- “Siz hamsili pilav getirin bana...”

Tokyo’ya otuz yıl önce gittiğim Japon Hava Yolları uçağı geldi aklıma...

Japon kahvaltısı yapan ve kahvaltıda suşi yiyen Japonlar geldi gözümün önüne...

O gün onlar nasıl bu kahvaltıyı yapabiliyorlar diye hayretler içinde kalmıştım...

- “Niye bizler gibi Batı’lılaşmıyorlar?..” diye hayıflanmıştım...

Şimdi gizli gizli Japon’laşıyor olmaktan keyif aldım...

Uçakta annemin hamsili pilavını yerken, Japonlar’ın aslında herkesten daha Batı’lı olduğunu anladım...

Ruhumla uyum içinde, Batı’nın harmonisini yaşamaktan keyif aldım...

DİĞER YENİ YAZILAR