Genç kızlarımız ve jurnalciliğe müsait vatandaşlarımız...

Haberin Devamı

Aşıktım... Hayatımın ruh ikizini o günlerde bulduğumu düşünüyordum...
Rüyalarımın prensesi Ankara’da kız arkadaşıyla Emek semtinde zemin katta iki odalı mütevazı bir evde yaşıyordu...
Ben ise annem ve babamla kalıyordum; büyüdüğüm evde ...
Henüz üniversitedeydim...
Gazetecilik yapıyor, diğer yandan da üniversiteyi bitirmeye çalışıyordum...

***


Bir süre sonra kız arkadaşımla “ortak bir eve taşınmak istedik...”
Evlenmeyi düşünüyorduk...
İkimiz de gazeteciydik...
80’li yılların Ankara’sında beraberce bir eve taşınmamızda hiçbir sorun çıkmayacağını düşünüyorduk...
Bu düşünceyle ev aramaya başladık...
Çankaya, Kavaklıdere, Ayrancı gibi “kendi dünyamızın semtlerinde” ev arıyorduk...
Hiç aklıma gelmemişti, büyüdüğüm şehirde, sokaklarında oynadığım mahallelerde “kiralık bir ev tutmanın” bu denli zor ve meşakkatli olacağını...

***


Ev sahipleri ve emlakçılar enteresan davranıyorlardı...
- “Evli olup olmadığımızı...” soruyorlardı...
Önceleri cevap vermeye gerek duymuyordum...
Bir süre sonra, sevgilimden dolayı sorular ve sorgulamalar gururuma dokunur, onurumu incitir hale gelmeye başladı...
- “Elbette evleneceğiz...” diyordum...
Evlenmesine evlenecektik, fakat bunun bir önşart olarak önümüze konmasına içerlemeye başlamıştım...
Gururum kırılıyordu...
Estirilen hava, genç bir kızı eve kapatıp sanki “gayrımeşru bir ilişki yaşayacakmışım” havasıydı...
Yasa dışı bir şey yapmıyorduk...
Ahlak dışı bir faaliyet söz konusu değildi... Sonuçta sevgiliydik...
Zaten beraberdik...
Evlenmeyi düşünüyorduk ve aynı evde yaşamaya karar vermiştik...
Ailelerimiz biliyordu, ikimiz de üniversiteyi bitirmek üzereydik...
Üstelik birimiz Milliyet’te diğerimiz Yeni Asır’da “gazeteci” olarak çalışıyorduk...

***


Bu konumdaki iki yetişkin gence, ev vermek istememeleri, işi yokuşa sürmeleri, açıktan evlilik cüzdanı sormaları, beni iyiden iyiye rencide etmiş, gururumu kırmıştı...
Sonunda Çankaya’da Alaçam sokakta çok sevdiğimiz bir çatı dairesi bulduk...
Bir oda bir salondu çatı dairesi...
Koskocaman bir terası vardı...
O kadar sevmiştim ki evi ve romantizmini...
Apartmanda aşağı komşum, oğluyla ilkokulda aynı sınıfta olduğum bir aile dostuydu...
Bunu öğrenince mutluluğum ikiye katlanmıştı...
Beni tanıyorlardı nasıl olsa...
Ailemi biliyorlardı...
Evi başka bir amaçla kullanmayacak kadar temiz bir genç olduğum aşikardı...
Bu evde bir sorun çıkmayacaktı...
Ya da ben öyle sanıyordum...

***


Aile dostumuz şöyle dedi:
- “Ev sahibi evi size kiraya verecek... Fakat evliliğin bir an önce yapılmasını istiyor... Evinde uzun süre bekar kalmanızı kabul etmeyecek...”
Önceleri bunun adetten söylendiğini sanmıştım...
Zaman geçince öyle olmadığını anladım...
1982 Ekim’inde evi tuttuk...
1983 Mart’ında evlendik...
Altı ay bile bulmamıştı “evli olmadan kaldığımız süre“, Çankaya Alaçam sokaktaki o evde...
Kaç kere eve kadar gelip “ne zaman evleneceksiniz” diye sorduğunu hatırlıyorum komşuların...
Sanki kirli bir iş yapıyormuşuz gibi, sanki hırsızmışız, uğursuzmuşuz, fuhuş yapıyormuşuz gibi nasıl kötü, nasıl gururu kırılmış, nasıl derinden yaralanmış hissetmiştim kendimi...
Eşim olacak sevgilimi, apartman içinde kötü kadın gibi hissettiriyorlardı...
Bu beni iyice çileden çıkartıyordu...
Çankaya’da, büyüdüğüm, yetiştiğim mahallede bana kendimi “aşağılanmış“ hissettiriyorlardı...
O kadar kötü olmuştuk ki, evlendikten bir süre sonra o daireden kendi isteğimizle çıktık ve biraz aşağıda Paris Caddesi’nde bir başka ev tuttuk...
Nasıl olsa bu sefer evliydik...
Kapılar önümüzde açılıyordu...

***


Dün akşam; İçişleri Bakanı Muammer Güler; öğrenci evleri meselesini revize edip, “terör ve fuhuş meselesiyle” sınırlı tuttuklarını söyleyince, aklıma bu öykü geldi...
Bakan; öğrenci evleriyle ilgili, “terör ve paralı seksle ilgili ihbarlar geldiğini söylüyor“ yapılması düşünülenlerin yasal düzenlemelerin ve önlemlerin sadece bunlarla ilgili olduğunu açıklıyordu...
Özel hayata saygıda kusur edilmeyeceğine vurgu yapıyordu...
Başbakan da benzer şekilde Finlandiya’da Fin gazeteciye konuşmuştu...
- “11 yıllık iktidarımızda ne zaman kimin özel hayata karıştık?” diye sormuş kontr çıkış yapmıştı...
Böylece bir anda alevlenen tartışma “yetişkin kadın ve erkeklerin aynı evde kalmalarını engelleyecek bir yasal düzenlemeye gidilmeyeceğinin” anlaşılmasıyla sona ermiş görünüyordu...

***


Öyleydi fakat; “üniversitede okuyan genç kızlarımız ve erkelerimiz açısından çözülmesi gereken büyük bir sorun” daha vardı...
Hukuki açıdan bitmeye yüz tutan tartışma, “Başbakan ve bakanların ilgili sözlerinden sonra, konu; durumdan vazife çıkartmak isteyen ev sahibi, namus bekçisi, apartman yöneticisi, ihbarcılığa meyilli komşu, ahlak bekçisi mahalle sakini“ gibi yüzbinlerce “jurnale müsait vatandaş” tarafından da bitecek miydi?..
Her öğrenci evi, kız ve erkeklerin beraber yaşadıkları “potansiyel bir fuhuş yuvası, kiralanması sakıncalı bir terörist sevişme merkezi” muamelesinden ve intibaından kurtulabilecek miydi?..
Başbakan çocukları ve gençleri korumayı önemsiyordu...
Bunu anlıyordum...
Ancak o evlerde genç yaşta kalan gencecik fidanlar, hayatlarının daha baharında “jurnale meyilli, gammazcı, dedikoducu, haset dolu mahalle sakinleri, apartman yöneticileri, ev sahipleri, ahlak bekçileri” tarafından “damgalanırsa“ o çocukların ve kızların kırılan gururları, damgalanan hayatları bir daha kolay kolay tamir edilebilir miydi?..

***


O genç kızlar ve erkekler böyle bir durumda hayat boyu kendilerini ne hissedeceklerdi?..
O genç kızlar bizim evlatlarımız değil miydi?..
Onların namusu kadar, gururları, isimleri de, hayatları da lekesiz bir biçimde bize emanet değil miydi?..
Bir gençlik mecrası, emniyette bir jurnalcinin, gammazcının fişlemesiyle sabıkalı hale mi gelmeliydi?..
Başbakan bir babaydı...
Babalar sadece kendi biyolojik çocuklarına değil;
Allah’ın yarattığı bütün çocukları ve gençleri, baba gibi davranıp korurlarsa huzura ererdiler...
Misyonlarını tamamlardılar...
Başbakanlar; gammazcıların, ihbarcıların, ahlak bekçilerinin, namus abidelerinin “fahişe ve ahlaksız gibi jurnallemeye çalıştığı genç kızlarımıza ve çocuklarımıza da” baba gibi davranmalıydı...
Mesele “baba” olma misyonu ve meselesiyse, “Başbakan onların da babasıydı...”
Değil mesele sadece hukuksa;
Çocuklarımızın ve genç kızlarımızın “gammazcıların, jurnalcilerin, mahallenin ahlak zabıtalarının, apartmanın namus bekçilerinin şerrinden ve ihbarından koruyup, isimlerini temiz tutmak, onları korumak hükümetin yasal göreviydi...”
Gençlerimizi, çocuklarımızı iyi ve kötü diye ayırmayacaktık...
Bu gençler hepimizin çocuklarıydı...
Yaşam tarzları, inandıkları ve eğilimleri ne olursa olsun...

DİĞER YENİ YAZILAR