Hayatla didişme ve barışma

Haberin Devamı

Arzu Kaprol, (modacı olanı değil, onun aynı isim ve soyadını taşıyan kuzeni) televizyondayken benim yanımda muhabir olarak çalışırdı...

Yengeç burcuydu...

Balık burcu ve akrep burcu iki kıdemli muhabirle birlikte “yaşam haberleri”ni yaparlardı...

Su burcu muhabirleri “duygusal ve sezgileri güçlü olduğundan” yaşam haberlerine verirdim...

Büyük işler çıkartırlardı...

Gel zaman git zaman, Psikeart diye bir psikiyatri dergisinde çalışmaya başladı...

İnanılmaz yazıların olduğu bir dergiydi bu...

***


Derginin bu ayki kapak sayısında “Hayatla didişme ve barışma” üzerine Doğan Şahin tarafından kaleme alınan inanılmaz güzellikte bir yazı var...

Yazının geniş bir bölümünü bu Pazar günü sizler için, özet halinde veriyorum...

Hayatla didişmenizi, barışmanın yollarını bu yazıdan öğreneceksiniz...

Fakat daha önemlisi, hep merak ederiz...
Neden bazı toplumlar “Kendi içlerinde sürekli didişmezler... Daha rahat ve barış içinde yaşarlar?..” diye...

Bunun tek tek bireyler olarak “yaşamın çocukluktan öğrenmemiz gereken 3 temel uzlaşmasını beceremediğimizden kaynaklandığını” biliyor muydunuz?..

İşte hayatla neden didiştiğimizin çocukluktan gelen kodları:

***


“Uzlaşarak insanlaşır ve olgunlaşırız”...
Başkaları ile yaptığımızı sandığımız uzlaşma ve kavgaları aslında kendi parçalarımızla ve ebeveyn temsillerimizle yaparız...

Şeytan da dost da düşman da kendi içimizdedir...

DÜNYA BİZİM ETRAFIMIZDA DÖNMÜYOR

Hayatla yaptığımız ilk uzlaşma, “her şeyin
istediğimiz gibi olmayacağı gerçeği” ile yapmak zorunda olduğumuz uzlaşmadır...

Her istediğimize anında ulaşamayabileceğimizi anlamaya başladığımızda şaşırırız...

Anlarız ki dünya bizim isteklerimizi gerçekleştirmek üzere şekillenmemiştir...

Anlarız ki annemiz bizim arzularımıza göre hareket eden bir Anka Kuşu değildir...

Ve dünya bizim etrafımızda dönmemektedir...

Dünyanın bizim istediğimiz gibi olmadığı gerçeğiyle, kendinizin de istediğimiz kadar zeki, yetenekli ve güzel olmadığını kabul etmek ve bu sınırlılıklarla yaşamak zorunda olduğumuz gerçeğini kabul etmek zorunda kalırız...

İÇİMİZDEKİ İYİ VE KÖTÜ

Bu gerçekle yüzleştikten sonra, ikinci büyük uzlaşma ile imtihan ediliriz...

1-3 yaşları arasında daha önce birbirinden ayrı tutulan “iyi ve kötü” bir araya gelmeye başlar...

İçimizdeki iyi ile kötünün birbirini fark etmesi ve bütünleşmesi ile gerçekleşen uzlaşma o denli önemlidir ki, kişilik örgütlenmemizin temelini oluşturur...

Bu uzlaşmanın temel niteliklerinden biri, başta ebeveynlerimiz ve kardeşlerimiz olmak üzere, sevdiklerimize karşı kötü duygu ve düşüncelerimizin olabileceğini idrak etmektir...

Yani kötü yanlarımızla, başkalarına kötülük yapma arzularımızın olabileceği fikri ile uzlaşmaktır...

Bu uzlaşmayı yapabilmek için; kendi öfkemize, hasetimize, kıskançlıklarımıza rağmen, iyi olduğumuzu hissedebilecek kadar sağlam, olumlu ve kendililik imgelerine gereksinimiz vardır...

ANNE BABANIN YETERSİZLİKLERİ

Üçüncü büyük uzlaşma, ebeveynlerimizi yetersizlikleri ve kusurları ile kabul etmemizi sağlayan uzlaşmadır...

Bu süreci başlatan şey anne babaya duyulan hayal kırıklıklarıdır...

Çocuk kendisini güvende hissedebilmek için, koruyucularınızı sadece “iyi” yanlarıyla algılamak eğilimindedir...

Annesini sevgi dolu ve şevkatli, babasını da güçlü ve koruyucu olarak algılayan bir çocuk huzurlu olur... Çocuk büyüdükçe, kendine güveni arttıkça, anne ve babasının o kadar da mükemmel olmadıklarını fark eder...

Yalan söyleyebildiklerini, iki yüzlü olduklarını, kendisinin önemsediği bazı insani değerleri önemsemediklerini, bencil olduklarını fark eder...

Ergenlik krizindeki isyanlardan biri, gözden düşen anne babaya duyulan hınçtır...

Kendileri böyle ‘bencil, yalancı, iki yüzlü’ iken, hala kendisine öğüt vermelerine duyulan öfkedir...

Anne babayı eksiklikleri ve kusurları ile kabul edip sevmek, hayli zaman alacak bir süreçtir...

Anne babanın tam istediğimiz gibi olmadığı gerçeği ile uzlaşmak, kişiyi bağımsızlaştırır, kendi dünyasını kurma olanağı sağlar...

Bunu başaramayanlar, kendi hayatlarını değil, ya anne babalarını memnun etmek, ya da onlara karşı çıkmak üzere yaşarlar...”

ETNİK DÜŞMANLIKLARIN NEDENLERİ...

Doğan Şahin’in Psikeart dergisinin kapak konusu olan yazısı, çocukluk yıllarında kendisiyle bu üç büyük uzlaşmayı gerçekleştiremeyenlerin, kendinden farklı kültürlere, dinlere, etnisitelere ve yaşamlara düşmanca baktığını anlatıyor...

Şöyle:
“İlk uzlaşmayı, yani ‘dünyanın bizim isteklerimizi karşılamak için var olmadığı’ gerçeğini sindiremeyenler, talepkar ve bağımlı olurlar...

Sürekli kendilerini koruyan, besleyen nesnelere yapışır ve çeşitli yollarla insanları kendisine bakım vermeye zorlarlar...

***


İkinci uzlaşmanın tamamlanmaması, yani kendi içindeki “iyi ve kötüyle barışamayan bir tutum alınması”, ise “düşmanlıkları” körükler...

Kendi içindeki “farklı” kötü olanı görmeyen kişi, onu sürekli dışarı yansıtacak, başkalarında bu kötülükleri görecek ve onlara karşı ne kadar hasmane tutum içinde olursa, karşı olduğu şeylerden o kadar uzak olduğunu hissedecektir...

Kendini temiz ve kötülüklerden uzak hissedebilmek için, hep birilerini kötü olarak görüp, onlara düşmanlık gösterecektir...

Düşmanlığın ölçüsü ve şiddeti oranında da kendisini kötülüklerden uzak biri olarak algılayabilecektir...

DIŞIMIZDAKİ ŞEYTAN

Bu dönemdeki uzlaşmayı tamamlayamayanlar, kendi içlerindeki kötü ile uzlaşamayanlar, hep şeytanlarla yaşar, şeytanlar yaratır ve onlardan nefret ederler...

Onları küçümseyerek, hor görerek, onlara kötülük ederek kendi iyiliklerini kanıtlamış olurlar...

Etnik düşmanlıklar, çoğunlukla bu uzlaşmayı başaramayanların, kendi içlerindeki kötülükleri yansıtmasına bağlıgelişir...

Sürekli dışarda hata görme, kusur arama çabaları bundandır...

***


Kişi kendi içindeki iyi ve kötü yanları bir arada görmez...
Kötülükleri mümkün olduğu kadar inkar ederek, diğer insanları da ‘bütünlüklü’ olarak algılayamaz...

Düşmanlık beslediği veya rekabet ettiği insanları ‘şeytan gibi’, kendisini destekleyenleri ise tamamen ‘iyi’ imiş gibi algılar...

ANNE BABA PSİKOZU

Üçüncü uzlaşmayı yani ebeveynleri yetersizlikleri ve kusurlarıyla kabul etmeyi beceremeyenler, “ya sürekli ebeveynlerini memnun etmek için, ya da onları hüsrana uğratmak için” yaşarlar...

Kendi hayatlarını ve dünyalarını kuramazlar...

Bir kısmı otoriteye boyun eğer, itaat eder ve otoritenin beklediği gibi bir yaşam sürmeye başlar...

Bir kısım ise otoriteyi hayal kırıklığına ve hüsrana uğratmak için, başarısız ve isyankar olur...

UZLAŞAMAYAN TOPLUMLARDA BÖLÜNME VE DÜŞMANLIK

Bu tür kişi ve gruplardan oluşan toplumlar, gerçekle bağı zayıflamış bir dünyada yaşarlar...

Ruhsal olarak olgunlaşmayan bu tür toplumlarda, azınlıkta mesela -Kürt, Alevi, Hristiyan, Ermeni, Çingene- olmak
nefretin yöneltilmesi için yeterlidir...”

KİŞİSEL YORUMLAR

Yazının son bölümünde, yazarın değişik olaylarla ilgili kişisel analizleri yorumları var...

O yorumlar, kendi içinde bir sübjektivite içeriyor...

Onun için “sübjektif” olduğuna inandığım bölümleri, objektif bölümlerin arasına almadım...

Yorumlara katılan da olur katılmayan da... Fakat özetlediğim bölümler, objektif bir bilimsellik içeriyorlar...

Böyle okunmalılar...

İMLA HATALARI...

Yazıları gençler okumasa ve bu hata defalarca tekrarlanmasa, burada bir yazı konusu yapmayacaktım...

Fakat aylardır, haftalardır fark ediyorum ki, yazılarımı bilgisayarda dizen arkadaş, “Türkçe’deki heceleri” bilmiyor...

Kelimeleri sürekli olarak yanlış yerden kesiyor...

Dünkü yazıda iki kez televizyon kelimesindeki hecelemeyi “tel-evizyon” şeklinde yaparak satırı kesmişti...

Oysa televizyon kelimesinin heceleri “te-le-viz-yon” şeklinde...

Bunun gibi çok hata var, kelimelerin hece kesimlerinde...
O yanlış yapmayacak ki yanlışlar yuvarlana yuvarlana bir çığ halini almasın...

Yeni kuşaklar, hecelemeyi doğru öğrensin, yanlış yapmasın...

DİĞER YENİ YAZILAR