Başbakan’a ‘aptal’ diyerek başlatılan; “Özal, Ecevit türü derin operasyon!..”

Haberin Devamı

Hayatımda kaderimin hiç kesişmediği, hiç oy vermediğim, hiçbir kadrosunun içinde yer almadığım, Tayyip Erdoğan’a yapılan derin uluslararası operasyonu deşifre edip anlatmak da bana düşüyor ya, artık ne söylesem bilmem...

Turgut Özal’a ve Bülent Ecevit’e de aynısını yapmışlardı...

Ne enteresan ki; Turgut Özal’la yolum hiç kesişmedi...

Bülent Ecevit’le de...

Ecevit’le bana eş zamanlı operasyon yapılması dışında...

Muhtemelen kişiliklerimizdeki ortak bir “gurur” duygusu yüzünden...

Yüzde 99’u aynı olan koro, aynı şekilde, aynı şiddette, aynı minvalde, aniden ve topyekün bir biçimde karalama ve itibarsızlaştırma harekatına başladılar Türk Başbakanı’nı...

***


Uluslararası psikolojik merkezlerin kullandığı derin stratejiler ve taktikler var...

Önce “hedefi” arkadaşlarından ve yoldaşlarından ayırıyorsunuz...

Tecrit ediyorsunuz...

Yalnızlaştırıyorsunuz...

“Çankaya’nın Şişmanı”, “Diktatör”, “Karısından Başka Kimseyi Dinlemeyen Adam” gibi ifadelerle, ustaca bir kırmızı çizgi çekiyorsunuz yol arkadaşlarıyla arasına...

Tekleştirilme ve yalnızlaştırma sağlanırken, “arka arkaya” darbeler de gelmeye başlıyor...

Ne kadar hakaret edilirse o kadar karizmanın çizileceği ve ismin kitleler üzerindeki etkisinin azaltılacağı düşünülüyor...

***


Özal için “Çankaya’nın Şişmanı” algısı yaratmak derin psikolojik harekatın bir parçasıydı...

“Diktatörlüğe soyundu” başlıklarıyla bir arada servis edilen “Çankaya’nın Şişmanı” betimlemesi; Özal’ı kamuoyunda bitirmeye yönelik zincirleme darbeydi...

Çankaya’nın Şişmanı deyimi kamuoyunca benimsendikten sonra, Özal‘a artık Cumhurbaşkanı muamelesi yapılamazdı...

Kamuoyu buna hazırlandı...

Özal siyasi olarak “buharlaştırıldı...”

***


Ecevit için; “Hasta”, “Ölüyor”, “Sürmenaj Oldu” “Günlük Hayatını Sürdüremiyor” manşetleri gazeteleri süsledi...

Ekonomideki çıkmaz dolar operasyonlarıyla derinleştirilerek, “Ecevit’in Hasta Adamlığı algısıyla” bir zamanlar Avrupa’nın Osmanlı için söylediği “Hasta Adam” algısı örtüştürüldü...

“Ecevit’in Başbakanlığı sürerse, Türkiye’nin Hasta Adamlığı da Ecevit‘le birlikte sürecek“ algısı ustaca zihinlere kazındı...

***


Ulusal ve uluslararası operasyonlar, “karizmatik liderleri” itibarsızlaştırmak için, siyasi ve psikolojik olarak şu ifadeleri arka arkaya kullanarak beyinlere zerk ediyorlar;

“Karısından başka kimseyi dinlemeyen adam...”

“Diktatör...”

“Otokrat kişilik...”

“Zor ve kimseyi dinlemeyen uyumsuz karakter...”

Bülent Ecevit‘i sadece Başbakan’ken değil...

12 Eylül 1980 darbesi sırasında da, “kendisini yönetmeye çalışan çevresindeki CHP yönetiminden ‘İllallah’ demiş ve tek başına DSP’yi kurmak zorunda kalmıştı...”

O günlerde de operasyonu yapmak için Eevit’e “Geçimsiz ve huysuz biri” imajı ustaca şırıngalanmıştı...

***


“Huysuz”, “uyumsuz”, “otokrat”, “diktatör”, “aksi”, “geçimsiz” ifadeleriyle “hedef” uzun bir süre dövüldükten sonra ikinci aşamaya geçiyor ulusal ve uluslararası derin psikolojik harekat...

İkinci aşama “hastalık aşamasıdır...”

Turgut Özal “By-pass oldu ve kafayı yedi” ifadelerini hatırlar mısınız?..

Özal sevecen bir kişilikti...

Kamuoyunda öyle biliniyordu...

Bu durumda “psikolojik harekat için başka bir formül bulmak zorundaydılar...”

By-pass ameliyatı geçirenlerde “radikal kişilik değişimleri olduğunu sürmanşetlere taşıdılar!..”

By-pass’dan sonra hastanın kişiliğinin 180 derece değiştiği, “sevecense, zorba, zorbaysa sevecen olduğu”nu yazdılar...

Kısa bir sürede “Özal’ın sevecen kişiliğinin, by-pass ameliyatı sonrası 180 derece değişerek zorbalığa dönüştüğüne” inandırıldı kamuoyu...

***


By-pass olanlara soruyorduk o günlerde;

- “Sende de 180 derecelik kişilik değişimi vaki oldu mu?..”

Bu manşetler hep aynı mecradan sürülüyordu piyasaya nedense...

***


Ecevit için ise “huysuz ve aksi kişilikle” başlatılan, “kimseyi dinlemeyen içinde bir otokrat var” biçimindeki psikolojik harekat “hastalık” aşamasında;

- “Öldü, ölüyor, yürüyemiyor, evde yürürken kemikleri kırılıyor, yakınmıyor...” şekline dönüştürüldü...

***


Tayyip Erdoğan için de aynıdır...

İlk aşamada “diktatör” algısı ve arkasından “ağır hasta saklıyor, ölecek” algısı yaratıldı...

Geçtiğimiz günlerde, nedense “Tayyip Erdoğan’ın bir anda yine hastaneye yattığı, neler olduğunun bilinmediği” söylendi...

- “Otokrat, diktatör, huysuz, kimseyi dinlemeyen aksi kişilik” bir süre sonra ciddi! şekilde hastalanmalıydı...

Psikolojik savaşın “doğal mecrası” buydu...

Tayyip Erdoğan kendisi de bilmeden “hastaneye yattı...”

Bir Başbakan’ın hastaneye yatmadan, hastaneye yatmış gözükmesi şaka gibi bir şeydi...

***


Fakat zamanında Bülent Ecevit, sapasağlamken, kemikleri kırılmış, yürüyememiş ve sürmenaj olmamış mıydı?..

Yıkanamaz hale gelmemiş miydi?..

Turgut Özal’a gelelim...

Ölümünden birkaç ay önce, Süleyman Demirel, Turgut Özal için “O gidici” dememiş miydi...

Süleyman Demirel’in o sözü sonradan başına iş açtı...

“Demirel Özal’ın öleceğini biliyordu; öyleyse Özal’ı öldürmüşler” haline geldi o söz...

Oysa muhtemelen Demirel de aynı psikolojik savaşı yapmakta, Özal’ı ölmeden “ölüyor” intibaıyla “yok”luğa yolcu ediyordu...

***


Ulusal ve uluslararası derin psikolojik harekatın üçüncü aşaması, “hedef“e, dış etkin lobilerden “güçlü ve prestijli görünen alemlerden, sanatçılardan ve medyadan”, “itibarsızlaştıracak hakaretamiz sözler” sarf etmektir...

Dün Financial Times’ın etkili olduğu söylenen yazarı Gideon Rachman’ın “Yavaş yavaş Başbakan’ın aptal olduğunu düşünmeye başlıyorum” yolundaki, aşağılayıcı sözleri “özel bir amaca” matuftur...

Yazar neyin hakaret olduğunu bilemeyecek kadar aptal değildir...

Amacı, “uluslararası karizmasını çizmeye çalışmaktır...” Tayyip Erdoğan’ın...

Özellikle de Ortadoğu’da...

Bu ifadeler basın özgürlüğü anlamında kullanılıyor, kullandırtılıyor...

Derin çıkar örgütlerinin, istihbarat birimlerinin, lobilerin ve dezenformasyon çalışmalarının, bir kolu bu faaliyetler...

Bunlar isteseniz de istemeseniz de zaten özgürce çalışıyor ve hizmet veriyorlar...

Biz sadece “iktidarların medya üzerindeki baskılarını” görüyoruz ve sadece onlara karşı çıkmanın “basın özgürlüğü olduğunu” zannediyoruz...

***


Bu kişilerin ve faaliyetlerin “bağımsız gazetecilikle, basınla, özgür medyayla” bir ilgisi yok...

Derin operasyonlar bunlar...

Hayret!..

Ne Ecevit‘le, ne Özal‘la, ne Tayyip Erdoğan’la hayatta hiç yolum kesişmedi...

Bir satırlık bir “ikbal” sahibi olmadım onlarla...

Ne ki; onlara yapılan derin operasyonu deşifre etmek ve anlatmak da bana düşüyor; daha artık ne söyleyeyim...

Bu adamların yanında yıllarca ikbal sahibi olanlar mı ne yapıyorlar şimdi?..

***


Bülent Ecevit, Turgut Özal, Tayyip Erdoğan...

Hepsini ipe göndermeye çalışan koro aynı korodur...

İsimlerine, şemallerine, mecralarına kadar...

Aynı madalyonun değişik yüzüdürler onlar...

Başlarken en yakınlarında görünürler...

Bir süre sonra, en acımasız bıçağı saplayacak bir uzaklığa çekilirler...

Basın özgür olmalı...

Bağımsız olmalı...

İktidarlar etkilerinden uzak kalmalı...

Bunların altına imza atıyoruz da...

Bu derin operasyonları “basın özgürlüğünden mi sayacağız?..”

Amaçları “muhteşem yalnızlık” falan değil...

“Karanlık bir tecrit...”

DİĞER YENİ YAZILAR