Demokrasiyi hep ithal edeceğimizi düşündük...

Haberin Devamı

12Mart ve 12 Eylül’e “ilkesel bazda” karşı olmamın altında, solcu bir gençlik kültüründen gelmem yatıyordu...

Askerin siyasete müdahalesine, hukuka karşı olduğunu düşündüğümden değil, kendim solcum olduğum için karşı çıkıyordum...

Bana Demirel‘in “12 Eylül’e karşı çıkan sözleri hiç inandırıcı gelmezdi...”

Neticede “Partiler anlaşamamış, bir Cumhurbaşkanı’nı seçtirememiş, Türkiye her gün gençlerin öldürüldüğü anarşi nedeniyle bölünmeye gitmiş, ‘asker de İç Hizmet Kanunu’nun kendisine verdiği yetkiye’ dayanarak yönetime el koymuştu...”

Ben solcu olduğum için karşı çıkabilirdim 12 Eylül’e...

Ülkeyi yöneten ve “O duruma!!! sokan Demirel neden karşı çıkardı” anlamazdım...

Yönetememişti ülkeyi ve Türkiye bölünmeye gidiyordu...

Öyle deniyordu...

Asker de ‘yasal!’ hakkını kullanıp “müdahale” ediyordu...

***


12 Eylül günü; Demirel‘in çok yakınında bulanan küçük bir azınlık, CHP’nin en yakınındaki mahut bir çember, Türkeş‘in militan çevresi ile bir miktar Milli Görüş sevdalısı ve sosyalist sol dışında kimseciklerin 12 Eylül’e karşı çıkmamasının nedeni buydu...

Geniş kitleler 12 Eyül darbesinden yanaydılar...

Toplumda “hukuki bir zemini vardı darbelerin ve 12 Eylül’ün...”

Hukuki zemin üzerine toplumsal zemin inşa ediliyordu...

***


28 Şubat da aynıdır...

“Türk Ordusunun vatanın bölünmesi, Cumhuriyet’in korunup kollanması gibi temel konularda, inisiyatif alması gerektiği algısı” hukuk ve İç Hizmet kanunu dayanak alınarak topluma aşılanmıştır...

Darbelerin yasal dayanağı “İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesidir...”

Asker çıkıp; “İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesine göre hareket ediyorum...” dediğinde, kimse “Öyle bir madde sana bu hakkı vermiyor” demedi, diyemedi, dediyse de kalabalıklar arasında sesi kesildi gitti...

***


Demirel’in 12 Eylül’e karşı çıkması, bende “demokrasi fatihi bir Başbakan’ı değil, iktidar oyuncağı elinden alınan bir politikacının hezeyanı” olarak yankı buldu...

Geniş kitlelerin de algısı aynıydı...

Müslüman nüfusun ezici çoğunlukta olduğu ülkeler, “askeri darbelerle” aralarına bir kırmızı çizgi çekme mücadelesi veriyorlar...

Askerin müdahalesiyle “topluma nizam vermeye kalkması, yeni, çağdaş ve demokratik! bir birey yaratabileceği” algısının dayanağı dün kalktı...

İç Hizmet Kanunu ve müdahalelere olanak tanıyan 35. maddeyle geçerliliğini yitirdi...

Bu madde kalkınca “askeri darbelerin” hukuki boyutu ortadan kalkıyor...

***


Çok önemli gelmeyebilir “geniş kitlelere bu değişiklik...”

- “Darbeyi yapacak olanlar, İç Hizmet Kanunu mu tanıyacaklar?..” diye düşünebilirler...

- “İç Hizmet Kanunu’nun değişiminin, pratikte pek bir şey ifade etmeyeceğini” söyleyebilirler...

Yanılıyorlar!..

İnsanların “bilerek kanunsuz işlere kalkışma eğilimleri” sanıldığı kadar fazla değildir...

Daha önemlisi, bu işe kalkışanların değil, dolaylı ve dolaysız destek olan geniş kitlelerin tavrındaki değişikliktir belirleyici olan...

***


Demokrasiyi “hep ithal edeceğimizi” düşündük...

Oysa demokrasiyi bize “ithal” edeceğini, bizi çağdaşlaştıracağını, medenileştireceğini düşündüğümüz güçler, gerektiğinde darbeleri demokratik bir kılıfla bize sunmaktan çekinmediler...

Bugün Mısır’da aynısını yapıyorlar Mursi’ye karşı...

Bir yıl önce yüzde 52’yle seçilmiş Cumhurbaşkanı içeri atılıyor kimse sesini çıkarmıyor Batı’da...

Tek parti iktidarlarında, demokrasi dengelerinin kurulup kurulamadığı, Müslüman coğrafyalarda çoğulcu demokrasinin nasıl gerçekleşeceği sorusu cevabını bulamadı burası doğru...

Hala gündemdedir, Müslüman coğrafyada “Çoğulcu gerçek demokrasinin nasıl geleceği” sorusu...

Bu konu çözülmedi...

Şu anda çözülen “çoğulcu demokrasinin, askeri müdahalelerin didaktik öğreticiliği eşliğinde gelmeyeceği gerçeğinin hukuki olarak tescil edilmesidir...”

İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ın temel dayanağıdır...

Bu yasal dayanak Meclis’ten geçmiş haliyle; Cumhurbaşkanı’nın dün onaylamasıyla ortadan kalkmaktadır...

Şimdi mesele, demokrasilerin askeri müdahaleler olmadan nasıl ve hangi çoğulcu dengeler üzerinde kurulacağı meselesidir...

MÜSLÜMAN ÜLKELERE DEMOKRASİ “DEVRİM”LER DEĞİL EVRİMLER YOLUYLA GELECEK...

Demokrasilerin “devrim” yoluyla geleceğine inanmış kuşaklardan ve kültürlerden geliyoruz... Çarlık Rusyası’nın 1917 Sovyet Bolşevik Devrimi’yle yıkılmasının, “demokrasi”yi getireceğine inandık...

Nerede ilerici bir “devrim” olursa, orada ileri bir demokrasinin kurulacağını varsaydık...

Oysa mesele “devrim” değil, “evrim”dir...

***


Toplumlar da insanlar gibi “devrim”lerle değil, “evrim”le gelişirler...

Hayatınızı gözünüzün önüne getirin...

Yaptığınız hamlıkların zaman içinde sizi nasıl olgunlaştırdığını, geçirdiğiniz tecrübelerin sizi nasıl kıvama getirdiğini hemen fark edersiniz...

İnsan için geçerli olan “evrim”in, insanların oluşturduğu toplumlar için geçerli olmadığını söylemek aptallıktır...

Elbette toplumlar da “ani devrimlerden” çok, geniş zamana yapılmış evrimsel gelişimlerle, olgunlaşır, çoğulcu bir nitelik ve hoşgörülü bir kimlik kazanır...

***


Müslüman coğrafyalar, her geçen gün daha fazla demokrasiyle kucaklaşacaklar...

Bugün Müslüman coğrafyada “gerçek, çoğulcu ve dengeleri oturmuş bir demokrasinin olmadığı” aşikar...

Ancak bu, “didaktik söylemli askeri müdahaleler”le değil, “Müslüman ülke demokrasisinin kendi iç dinamikleriyle geçeceği zor ve meşakkatli” yolun sonunda gerçekleşecek...

Sabır, evrim ve demokrasiden vazgeçmeme inancı bizleri, bir gün “ithal edilmek istenen çifte standartlı demokrasilerin“ üzerine taşıyacak...

Demokratlığınızdan ve çoğulculuğa olan inancınızdan vazgeçmeyin...

Ancak, “didaktik söylemlerin” demokrasi getireceğine inanmayın...

Ne Mısır’da...

Ne Türkiye’de...

DİĞER YENİ YAZILAR