Türkiye’de ittifaklar değişti...

Haberin Devamı

Ne oluyoruz?..

Daha doğrusu Türkiye’de ne oluyor?..

Günlerdir sokaklarda yaşanan olaylar belli ki; Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine duyulan tepkiden ibaret değil... Çok daha derin anlamları var bu olayların...

Sadece sosyolojik değil...

Siyasi olarak da...

Türkiye’de 11 yıldır sürmüş olan ittifaklar sistemi değişiyor...

Toplumu derinden etkileyen güçlerin pozisyonları farklılaşıyor...

Hareketlenme başlıyor, Türkiye’yi etkileyen büyük aktörlerin, duruşları, pozisyonları ve ittifaklarında... Türkiye’nin “büyük ittifakları” değişiyor...

Sokaktaki hareketlenme, sokak altındaki dip dalgalarla paralel gidiyor...

Aşağıda anlatacağım analizleri ve bilgileri, derin siyasi merkezlerdekiler biliyorlar... Onlar bu mücadelenin gerçek aktörleri...

Fakat geniş kitle, bu keskin saflaşmayı ve mücadeleyi günlerdir süren protesto gösterilerinin penceresinden anlamlandırmaya çalışıyor...

Olayları o pencereden anlamlandırmak mümkün değil...

Derin fotoğrafları kimse dillendirmiyor; çünkü o zaman işin sihri bozulacak...

Şimdi oyunun perde arkasındaki, rol dağılımını ve mücadelesini verelim...

Olan şudur;

Türkiye’deki ittifaklar değişiyor; taşlar yerinden oynuyor...

Neler mi onlar?..

Söyleyeyim...

***


On bir yıla yaklaşan bir iktidar dönemini arkasında bırakıyor AKP...

İktidar demek icraat demek...

İktidar demek, tercihte bulunmak demek...

İktidar demek bir kesimi mutlu ederken, bir kesimi mutsuz ya da rahatsız etmek demek...

İktidarlar bir yandan kendi tabanlarını güçlendirir ve çeşitlendirirken, diğer yandan da kararlarından hoşnutsuz kitleler yaratırlar...

Birinden oy alırlar...

Diğerinden ise müttefik ve sempati kaybederler...

Bunu iktidar olmanın “yıpranma payı” sayarlar...

***


İktidara geldiğinde “Milli Görüş” kökenli AKP’nin, 28 Şubat’ta birinci parti olmasına rağmen hükümetten düşen yine Milli Görüş kökenli Refah iktidarından üç önemli farkı vardı...

Birincisi yüzde 34’lük bir kitle desteğine sahipti...

Refah gibi başka bir partiyle koalisyona ihtiyacı yoktu...

Tek başına hükümet olabiliyordu...

Tek başına hükümet oldu...

***


İkincisi; AKP iktidarına demokratik kitle desteği, geçen her seçim ve referandumda artarak devam etti...

Genel seçimlerin üçüncüsünde AKP yüzde 50’yi yakaladı...

Seçimlerde aldığı oylardaki artış oranında, kendisini rahatlatacak reformları yapmaya başladı...

Siyasi bir partinin amacı, iktidara gelmektir...

İktidara gelen siyasi partinin amacı ise iktidarda kalmak...

AKP iktidarda kendisini sağlam tutacak önlemleri arka arkaya almaya başladı...

Ordu içinde, kendisine muhalif duran askerler, klikler ve generaller etkisizleştirildi...

Medyada haber ve manşet bombardımanıyla, iktidar yıkmaya yönelik yollar kapatıldı...

Bu süreçlerin geçmişteki “nihai!” uzantısı olan; parti kapatmaya giden yol, yargıdaki değişikliklerle bitirildi...

***


AKP dersini iyi çalışmıştı...

28 Şubat’ta birinci parti olan Refah Partisi’ni iktidardan uzaklaştıran ne vardıysa, önlemini alıp, tıkacını tıkamış, yolları kapatmıştı...

1) Koalisyon zaten yoktu...

2) 28 Şubat’taki gibi, iktidar inisiyatifi dışında hareket eden, askerlerle veya farklı güçlerle hareket etme serbestisine sahip bir Cumhurbaşkanı da mümkün değildi...

Kendi adayını Cumhurbaşkanı seçtirdi...

3) Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısını değiştirdi...

4) En önemli ayak olan istihbaratı; polisten ve askerden alıp tek elde kendi sivil otoritesinin altındaki MİT’in emrine soktu...

***


Bütün bunlar olurken, AKP’nin iktidara geldiği günlerdeki ittifakları; eski etkilerini ve güçlerini teker teker kaybetmeye başladılar...

Bunlardan birincisi kamuoyunda kısaca Cemaat olarak bilinen Fethullah Hoca Cemaati’ydi...

Tayyip Erdoğan için; zaman zaman kürsü konuşmalarında selam gönderdiği Cemaat önemli bir yol arkadaşıydı...

Cemaate göre de, AKP’nin Refah Partisi’den farklı olarak bütün bu reformları yapmasının nedenlerinden en önemlisi AKP ile Cemaat arasındaki yol arkadaşlığıydı...

AKP’nin 11 yıllık tek başına iktidarı, kendi sistemini kurmak istemesi, yol arkadaşının bundan dönem dönem duyduğu sıkıntılar ve rahatsızlıklar bu “ittifakı rendeledi...”

Oylar yüzde 50’ye çıkarken, geçmiş ve önemli bir yol arkadaşlığında, ayrışma başlamıştı...

Hayatın doğası buydu...

Bir yerde çoğalma, diğer yandaki azalmayı beraberinde getiriyordu...

İŞ DÜNYASININ VE MEDYANIN ZİRVELERİYLE İLİŞKİLER...

AKP on bir yıla yaklaşan iktidarında, kendisini sağlama almaya çalıştığı ikinci çok hassas konu, iş dünyası ve medya zirvesiyle kurmaya çalıştığı ilişkilerdi...

İktidar partisi için, Refah-Yol’un iktidardan düşmesi, Erbakan‘ın Başbakanlık’tan gitmesi ve partinin kapatılması, “kendilerine yol gösterecek ibretlik ders niteliğinde” bir olaydı...

Medyaya hiçbir zaman güven duymadı AKP iktidarı...

TÜSİAD gibi iş dünyasının krem de la kremine de... Her zaman şartlar oluşursa onların bir punduna getirip iktidarını düşüreceğinden endişe etti...

***


Bu güvensizlik ilişkisi zikzaklar çizerek sürdü gitti 11 yıl boyunca...

27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat içinde en fazla önemsenen, didik didik edilen sürecin “28 Şubat olmasının” nedeni buydu... İbret alınan ders 28 Şubat’tı AKP için...

Lider kadro Refah Partisi’nden gelmişti... Bir daha aynı süreci yaşamak istemiyorlardı...

İş dünyasının zirvelerinde yer değiştiren büyük paralar, piyasayı etkiliyor, keza büyük miktarlardaki bu paralarla birçok gizli operasyon yapılabiliyordu...

“Çöp batmasın diye göz sakınıldıkça”, alınan her önlem karşı tarafta güvensizlik yaratıyor; “her şeyi yapıyoruz yine yaranamıyoruz” duygusu ağır basıyordu...

İktidar karşısından her an kalesinde bir gol görebileceğini düşünerek, işi çok sıkı tutuyordu...

Medya ve iş dünyasının zirveleri ise geçmiş dönemlerin, güvensizliklerinin bir türlü üstesinden gelemiyor, yaklaştıkça uzaklaşıyor, uzaklaştıkça kopuyordu...

Son olarak geçmiş dönemlerdeki bütün defterlerin her şeyiyle ortaya çıkartılacağı ve cezaevlerine kadar gidecek ağır bir hesaplaşmanın gelmekte olduğu haberleri, bu güçlü çevrelerde yeni bir kırılma yarattı...



BÜYÜK ŞEHİRLERDEKİ ORTA SINIF...

AKP bugüne kadar hiçbir siyasi partinin tek başına oy alamayacağı kitlelere yönelmişti...

İlişkileri çok sıcaktı bu kitlelerle... Oy alma diye bir derdi yoktu AKP’nin...

Liderinin kimliğinde, karakterinde, vücut dilinde ve Kasımpaşa’lılığında yarattığı imajla, bu insanlar üzerinde görülmemiş bir etki, ilgi ve sevgi yumağı oluşturmuştu... Ancak oluşan bu yumak, geleneksel büyük şehirli orta sınıfta tam tersi bir reaksiyon yaratmıştı...

***


Büyük kentlerde yaşam tarzına bağlı yaşayan orta sınıf ve Beyaz Türkler olarak adlandırılan kitle, Başbakan‘ın yeni ve sıcak ilişkiler kurduğu kitlelerin aksine, ondan uzaklaşıyordu...

AKP; medya zirveleriyle, iş dünyasına nasıl şüpheyle bakıyorsa, büyük kentlerdeki Beyaz Türkler, ya da şehirli orta sınıf, hatta özgür takılan gençler de benzer biçimde AKP’nin her yaptığına kuşkuyla yaklaşıyorlardı...

Atatürk, alkol tartışmaları, Osmanlı‘nın yüceltilip, Cumhuriyet döneminin öneminin azaltılması bu kesimi koyu bir yalnızlığa iten olaylardan sadece birkaçıydı... Sonunda ne Başbakan medyanın zirveleriyle, iş dünyasının bir bölümüne güvenebiliyor...

Ne de onların etkilediği büyük kent orta sınıfı ve Beyaz Türkler, Başbakan‘a itimat edebiliyorlardı...

Derindeki çatışma, her olayda su yüzüne çıkıyordu...

Tek parti iktidarının “aşırı gücü”nden sıkılan, liberaller ve eski solcular da yeni durumdan muzdarip olmaya başlamıştı...

Eski yol arkadaşı ise artık AKP’nin yanında görünmüyordu...

Hatta, AKP’ye muhalif gözüken dünyalarla çok daha yakın ilişkilere girmişti artık...

BARIŞ...

Anlattığım bu olayların, piyasaya çıkmaya hazırlanan siyasi aktörler kısmı da var elbette...

Bu aktörler yakından tanıdığınız isimler...

Yavaş yavaş ısınıyorlar...

Arkalarındaki destekle oyuna girmeye hazırlanıyorlar...

Türkiye bir seçim atmosferine girdi ve bu süreç çok sıcak geçecek... Ancak sıcak geçse de Türkiye’nin “çok güzel günlere yelken açtığı” bir barış sürecini yok etmemesini diliyorum...

Bu ülke 30 yıl tahammül sınırlarını aşacak miktarda evladını kurban verdi bu savaşa...

Yeşeren bunca umudu, büyümekte olan milyonlarca taze fidanı yeni ölümlere kurban edemeyiz... Bu hiçbir vicdana sığmaz...

En azından bu “barış”ın sağlanması için, birbirimize karşılıklı olarak bir miktar güvenmek zorundayız...

Bu; milyonlarca “genç fidanımıza” kendi çocuklarımıza, öz varlıklarımıza bir vicdan borcumuzdur...

Bunu bozmanın vebalinin altında hiçbir vicdan dayanamaz ezilir...

DİĞER YENİ YAZILAR