Varan iki...

Haberin Devamı

18 yaşımı bile doldurmamıştım...

Reşit olmaya gün sayıyordum ki adım adım planlanan provokasyon 1 Mayıs 1977’de sahneye kondu...

36 arkadaşımız öldü...

O gün takvim yaşında değil, fakat provokasyonlara karşı bilinçlenme yaşında reşit olmuştum bile...

Geçen 36 yılda, Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca cezaevinden kaçırıldı...

12 Eylül darbesi olmadan bir gün önce Ankara Sıhhiye’de ordu evinin önüne bombalı pankart asıldı ki, artık ertesi günü darbe yapılabilsin...

Kahramanmaraş’ta katliam oldu ki sıkıyönetim ilan edilsin...

Sivas’ta diri diri insan yakma operasyonu yürürlüğe sokuldu ki Türkiye altüst olsun...

Hrant Dink “Seni öldüreceğiz, tüm dünyaya bunu göstereceğiz...” diye diye öldürüldü ki bütün dünyanın dikkati Türkiye’nin üzerine çekilsin...

Rahipler öldürüldü ki dünya “ne oluyoruz” desin!..

Nice açık provokasyon böyle göz göre göre geliyorum dedi ve geldi...

***


Provokasyon oyununu oynayanların bu kadar fütursuzca, bu kadar açıktan, bu kadar cesurca kirli oyunu oynayabilmelerindeki cüreti hiçbir zaman anlayamadım...

Bunu yapanlar bu oyunu kimsenin anlamayacağını düşünmüyorlardı herhalde...

Olsa olsa “anlasalar da kimse bize bir şey yapamaz” diye geçiriyorlardı akıllarından...

***


30 yıldır devam eden savaşa karşı bir barış süreci başlatıldı...

Amaç, akan kanın durmasıysa çocuklarımızın ve geleceğimizin kanların değil, umutların üzerinden yaratılmasıysa; bu süreci “desteklemesen bile kösteklememen gerekiyor...”

Fakat o da ne?..

Önce; güya süreci anlatmak için bazı BDP’li arkadaşlar Sinop, Samsun ve Trabzon illerini kapsayan “Karadeniz’e Kürt bilinci aşılama çalışmasına” giriştiler...

Sinop’ta BDP son genel seçimlere bile katılmamışken, “Kürt açılımı ve barış süreci ilk olarak Karadeniz’de Sinop’ta anlatılmaya” başlandı...

***


Nasıl olsa kimse sormazdı...

- “Arkadaş bu süreci anlatmaya başlamak için bula bula Sinop, Samsun ve Trabzon’u mu buldunuz?..

Niye İzmir’deki Kürt mahallelerinden başlamadınız?..

Mersin’de göç alan yerlere gitmediniz?..

Böyle bir çalışmaya Trabzon ve Sinop’tan başlamak için ne gibi bir fizibilite yaptınız?..” diye...

Sinop’ta tepki, Samsun’da olay, Trabzon’da facia geliyordu ki tam; ramak kala apar topar yarıda kesildi gezi...

Şimdi “MİT-Apo görüşmelerinin BDP’liler tarafından kaleme alınan resmi olmayan diyalogları basına sızdırılıyor...”

Apo’nun her sözü “barış sürecine yönelik” canlı birer bomba...

BDP’li heyete yaptığı değerlendirmeler, Tayyip Erdoğan, Fetullah Gülen, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, PKK, Kandil, Said-i Nursi, hatta bazı gazeteciler hakkındaki bütün düşünceleri “bomba etkiler bırakmak üzere” sızdı, daha doğrusu sızdırıldı...

***


Bir süreç esnasında elbette herkes yakın çevresine durumu anlatmak için farklı bir anlatım tarzı benimser...

Bu anlatımı kamuoyuna görüş diye sunarsanız, “barış sürecine” ayvayı yedirirsiniz...

Bunun adına siyasi literatürde provokasyon dendiğini 15-16 yaşlarında sokakta öğrettiler bana...

Normal şartlarda görüşmeler bittikten uzun yıllar sonra kişisel anılar olarak tarihe kaydedilecek notlar, görüşmelerin göbeğinde tüm kamuoyuna servis ediliyorlar...

Varan 2’dir bu...

Ölümüne bir savaş var bu ülkede...

Aman ölümler devam etsin diye...

*****


KİLO VERMEK İÇİN BİLİNÇALTINIZDA DEĞİŞTİRECEĞİNİZ KOMUT!..

Mail kutumdan uçmasa, dietisyenin ismini de vereceğim fakat dün akşam dakikalarca aradığım halde bulamadım maili uçmuş gitmiş...

Fakat “içerik” uçmadı, şimdi size aktaracağım...

“Bir yemekle kutlamak...”

Bu öğretiyi, ilk kez ailemde mi, çevremde mi, yoksa gittiğim sinemalarda sevdiğim filmlerde mi gördüm, bilinçaltıma kaydettim hatırlamıyorum...

Fakat bilinçaltımda “Kutlanacak bir şey için yemeğe gitme” diye bir komut olduğunun artık farkındayım...

***


- “Çocuğunuza, mükafat olarak yemek sözünü etmeyiniz...” diyor uzmanlar...

- “Mükafakat olarak yeni kıyafetler alacağınızı, oyuncak alacağınızı, ya da kitap alacağınızı söyleyin, ancak yemeği mükafat olarak sunmayın...”

Filmlerde kutlama yapmak için yemeğe gidilir...

Hepimizin bilinçaltına aldığımız maaş zammını bir “parlatma” bilinci şırıngalanmıştır... Yemek, ya da içmek bir “mükafattır” hemen herkes için...

“Yemek” olayının bir mükafat olması, zaten “veremediğimiz kiloların” başlangıcı, obezitenin tetikleyicisi...

Çocuklarımıza niye, oyuncak almayı, giysi, kitap, CD almayı mükafat olarak sunmuyoruz?..

Niye “yemek ya da içmek” kültürümüzde bir mükafat sembolü?..

***


Düşünmeye başladığımdan beri kafayı yiyecek gibi oluyorum...

Fark ediyorum ki, her kutlanacak olayda bir restoranın kapısını çalmışım...

Her başarıda bir masanın etrafına tüneyecek bir arkadaş grubunu hayal etmişim... Obezite benim yediklerimde değil, beynimin içinde...

Yemeğe gitmek niye bir mükafat olarak algılanmış ki?..

Kutlanacak bir şey olduğunda niye alışverişe çıkıp istediğimi almıyorum da, arkadaşlarımla ya da sevdiklerimle restoranın masasına tüneyip yemek yiyerek sosyalleşiyorum ki?..

Niye içkiyle kutlanıyor da, konsere giderek, kitap alınarak, seyahate giderek kutlanmıyor güzel bir şey?..

“Yemek ve içmek olayını” hayatınızın mükafat aracı olmaktan çıkartın...

Şişmanlığınız geçecektir...



*****


YANINDAKİLERİN ÖNÜNDE OLMAK İÇİN TAM GAZ GİDİYORSUN!..

Gururun sana kaybettirdiklerini hiçbir şey kaybettirmez...

***


Kötülüklerden uzaklaşmak istiyorsanız, çıkarlarıyla hareket edenlerden kaçınınız...

***


Güzellikleri, onlara ermeyenler dile getiremezler...

***


‘Geçen zaman bana neyi idrak ettirdi’ diye düşün...

Vereceğin cevap çok önemlidir...

***


Yanındakilerin önünde olmak için tam gaz gidiyorsun!..

Yolun sonunu düşündün mü hiç?..

***


Kime zarar verirsen ver, daha büyüğünü kendine vermektesin!..

***


Usta; eserinden...

Kişi; ise dostundan tanınır...

***


Yarin neyse ona kavuşacaksın!..

Topraksa toprağa;

Allah ise O’na...

***


Bacağı kangren olanın bacağına merhamet edip kesmemek, kendisine en büyük zulümdür...

***


Kendinizde her an her şeyi terk edebilecek gücü bulduğunuz sürece, ölüme hazırsınız demektir...

Bu avamdan çıkışın işaretidir!..

***


Zamanın ne kadarını dünyada bırakacağın şeylere harcıyorsun?..

Ne kadarıyla da sonsuzluğa hazırlanıyorsun?..

(Ahmed Hulusi’nin DOST’tan Dosta kitabından...)

DİĞER YENİ YAZILAR