Bir Oscar gecesinde “senden bana kalan...”

Haberin Devamı

Çocuklarla hafta sonu maratonu Cumartesi sabahtan başlıyor...

Pazar akşamına kadar bitmek bilmiyor...

Önce tiyatroları var...

Sonra evde oyunları...

Pazar üç boyutlu sinema keyifleri...

Arkasından oyun salonu keyifleri...

Pazar akşam üstü “haşat” oluyorum, üç çocuğun hayatına yapmaya çalıştığım mütevazı hafta sonu katkılarından...

Hafta içinde okulları, kıyafetleri, nezleleri, gripleri, ateşleri ve büyürken edinecekleri hobileri var...

Yazılarım, işlerim, yürütmeye çalıştığım hayatın içinde, Pazar akşamı kendimi yatağa bıraktığımda, “yatağımdan ve karşıdaki televizyondan özlem dolu bir keyif” aldım...

Hafta içi çocuklarla uyuduğumdan, yatağın karşısındaki televizyonu açmak kısmet olmuyor...

Haftada iki gecem var, yatakta televizyon keyfi yapmak için...

***


Sabaha karşı 05’te Oscar töreni var...

Çok daha erken başlıyor, fakat ben ancak 05-5.30 arası kalkar, en iyi film, en iyi erkek, en iyi kadın oyuncu ve en iyi senaryo ödüllerini izler, spor yapmaya giderim diye düşünüyorum...

Sinemanın Oscar’larının dağıtılacağı gecede sinemanın içine girmek onu teneffüs etmek istiyorum...

Digitürk’te geziniyorum iyi bir film yakalamak umuduyla...

O anda rast geliyorum birazdan başlayacak “Senden Bana Kalan” filmine...

Tekne kazası sonucu ölüm döşeğinde yatan bir kadın...

Başucunda biri küçük biri büyük iki kız çocuğuyla ne yapacağını bilemeyen kocası George Clooney...

Hayatın herkes için güzel geçtiği zannedilen Los Angeles’ta yaşanan oya gibi işlenmiş bir aile dramı...

***


Bir babanın “kopkoyu bir yalnızlık içerisinde” iki kız çocuğuyla kurmaya çalıştığı bir aile hayatının muhteşem bir biçimde dramatize edilmiş öyküsü...

George Clooney’i bana sevdiren 2011 yılının Oscar’lı filmi...

Hiç sektirmeden baştan sona bir kez daha izliyorum filmi...

Filmin sonunda battaniyeye sarılmış iki kız çocuğuyla babalarının televizyon karşısında yaşadıkları sıcak görüntü, filmin bütün gerilimini üzerimden alıyor...

Filmi izledikten sonra, kendimi Oscar törerine hazır hissediyorum...

En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını alan Daniel Day Lewis’in konuşması muhteşem geliyor...

Olgun, tecrübeli ve kime nasıl teşekkür edeceğini bilen bir bilgelikte...

Tarantino tasarlanmış bohemliğini, açık kravatı, ‘ben bir projeyim’ diye haykıran egzantrik konuşması ve vücut diliyle süslüyor...

Sıradan bir romantik komedi olan Silver Linings Playbook filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oscar’ını alan, Jennifer Lawrence ise kaderin garip bir tecellisi ödülünü almaya giderken çıktığı merdivenlerde düştü ve bir süre kaldıktan sonra ayağa kalkabildi...

Bunun üzerine ödülünü alırken salondaki tüm izleyiciler ayağa kalkıp Jennifer‘i alkışlayarak ona moral vermeye çalıştılar...

Jennifer “Ben düştüm diye ayakta alkışlıyorsunuz...” diyerek teşekkür etti...

***


En iyi film ödülü Oscar’ı ARGO’ya verilirken birkaç saat önce hayranlıkla izlediğim George Clooney’i gördüm...

Oscar heykelciğini bu kez yapımcı olarak almıştı...

Sakalları uzamış, kendinden emin ve cool duruyordu...

Oyunun yönetmeni Ben Affleck’in ‘görmemişin oğlunu’ kıskandırırcasına yaptığı konuşmaya karşın, aynı sahnede istifini ve sakinliğini hiç bozmadan ödülünü aldı ve gitti George Clooney...

“Senden Bana Kalan” filmiyle başlayan bir Oscar gecesi yine Clooney‘nin ödülüyle sona erdi...

*****


GECEDEN NOTLAR...

Moderatör, Meryl Streep’i çağırırken “İsmini anons etmeye ihtiyaç olmayan birisi” ifadesini kullandı...

Richard Gere konuşmasında küçük bir zamanlama hatası yaptı...

“Kusursuzluk” üzerine inşa edilen bu tip bir törende kendini rahatsız hissetti...

Jack Nicholson her zamanki “cüretkar ve serseri bir şımarıklığın karizmasındaydı...”

Michelle Obama’yı o anons etti...

Beyaz Saray’dan canlı yayında En İyi Film ödülünü anons eden Michelle Obama iyi çalışılmış ancak abartılı bir tavır sergiledi...

Vücut dili olması gerekenden fazla hareketliydi...

Ödül kazananı “Congratulations” diyerek tebrik etmesi ise abes...

Oscar’da ödül alanı açıklayan müsamare ritüeli gibi “tebrikler” ifadesini kullanmaz... Böyle bir gelenek yok...

***


Micheal Douglas gırtlak kanseri geçirdi, sesi kesildi, konuşamadı ancak önceki geceki törende “yine karizmasının zirvesinde bir yakışıklılığı sergilemekteydi...”

Catherina Zeta Jones’tan ayrıldığını dünkü Oscar töreninden sonra öğrendim... Robert de Niro, Steven Spielberg, Denzel Washigton’u Oscar alamadan sadece Oscar adayı olarak gördüm bu Oscar’larda...

Yaratılan onca afra tafraya rağmen sıradan bir Oscar töreniydi...

Muhteşem bir veya birkaç film yoksa “Michelle Obama’ya da bağlansan, Mr. Tarantino’yu ödül almaya da çağırsan, istenilen albeniyi yaratamıyorsun...”

Zarf değil mazruf heyecan yaratıyor bu işlerde çünkü...

*****


BARIŞ İÇİN SON VİRAJ...

Bu ülkede gün gelip barışın egemen olacağından hiç umudumu kesmedim...

Bu ülkede, ülkücü-devrimci kavgası gördüm...

Alevi-Sünni çatışması yaşadım...

Laik-dinci çelişkisine tanık oldum...

Vatan Cephesi-Vatansızlar Cephesi, Milliyetçi Cephe-Milliyetsiz Cephe, Komünistler-Faşistler, Yurtseverler-Milliyetçiler, ilericiler-gericiler gibi türetilmiş, akla geldik gelmedik her suni çelişkiyi ve bölünmeyi yaşadım...

Gün geldi hepsi tuzla buz oldu...

Anılarda kaldı yadigar...

***


Yukarıda saydığım bu çelişkilerde, onbinlerce vatan evladı öldü gitti...

Nicesinin hayatı karardı, işkencelerde ömrü bitti...

Genç fidanlar asıldı, Başbakanlar Bakanlar idam edildi...

Şimdi bunlardan yadigar hiçbir şey kalmadı gençliğin hafızasında...

Yaşananlar yaşandıklarıyla kaldılar...

Ölenler öldükleriyle...

Acı düştüğü yerde kaldı...

***


Hiçbir zaman bu terörün ila nihaye süreceğine inanmadım...

Gün gelecek barış olacaktı...

Son haberler, artık “barış için son viraja girdiğimize” işaret ediyor...

Provokasyondan uzak durmak gerekiyor...

Çocuklarımızın umut içinde yaşaması, hayatlarının kararmaması, bu ülkenin yepyeni bir ufka yelken açması için “barış”ın gelmesi hayati bir önem taşıyor...

Bu günler de gelecek ve geçecek...

Uzak olmayan bir gelecekte yaşayacak torunlarımız, bu olayı sanki hiç olmamışçasına bir parça es geçecekler... Hayat yaşanan dramları, acıları olduğu yerde bırakacak... Sarıkamış 1915 filmi geliyor...

Haftalardır filmin fragmanını görüyorum...

İzledikçe dedemin Sarıkamış’taki o savaşta, karın ve dondurucu soğuğun etkisiyle ayak parmaklarını yitirdiğini hatırlıyorum...

***


Sarıkamış’taki Rus savaşına ve dedeme bile ne kadar uzak kalıp yabancılaştığımı fark ediyorum...

Öz dedemin, yani babamın babasının savaşta donan ayağı ve parmakları, bu kadar uzağımda kalabiliyorsa, bizim torunlarımıza bu sorundan ne kalacak acaba?..

Barış ve torunlarımıza sorun bırakmamak zamanıdır şimdi...

DİĞER YENİ YAZILAR