İmralı; yabancı parmağın etkisiz olduğu güzergah!..

Haberin Devamı

7 Ocak gecesi 21 sularında 100 kişilik PKK’lı terörist grup Kuzey Irak sınırından Türkiye’ye sızıyor...

Sınıra 8 kilometre uzaklıktaki Karataş Jandarma Karakolu’na saldırıya geçiyor...

Amacı, karakolu imha etmek...

Esas amacı, MİT’in İmralı’yla görüşmeleri sürer;

PKK’nın 50 kişilik lider kadrosunun ülkeden çıkacağı ve Türkiye’de silahlı militanların kalmayacağı söylenir;

Daha önce yaptığı gibi Mehmetçik’leri şehit eden bir büyük eyleme girişmek...

PKK sadece PKK değil!..

Sadece PKK olsaydı, lideri bu görüşmeleri yaparken ve BDP’li milletvekillerini İmralı’ya çağırmışken, kamuoyunda yine büyük infial yaratacak bu eylemi yapmazdı...

Bu kez jandarma karakolu tuzağa düşmeyip, 14 teröristi etkisiz hale getirdi de oyunu bir parça engelledi...

***


PKK’nın içinde “silahı bırakmak istemeyen militan kanat” lafları göz boyamacadır...

30 yıldır bölgede faaliyet gösteren bir terör örgütüdür PKK...

İçi yabancı istihbarat örgütleriyle dolmuş taşmıştır...

Bölgede parmağı olan her yabancı devlet bir tarafından PKK’yı çekiştirerek, bu savaşı sürdürmeye çalışıyor...

Türkiye PKK meselesini biran önce bitirmelidir...

Esasen Kürt sorunu gibi temel konular açısından değil...

Yabancı istihbaratlar ve devletlerin bölgede at oynatmasını artık engellemek için...

PKK örgütünün terör dışına çekilmesi, Türkiye’nin milli güçlerini kuvvetlendirir...

Abdullah Öcalan’ın teröristbaşı olduğu elbette tartışılmaz bir gerçek...

Ancak Abdullah Öcalan’ın halen İmralı’da Türkiye’nin bir cezaevinde ömür boyu mahkumiyetle hükümlü olması, “terörist başı olsa bile, dışarının adamı olması” ihtimalini engellemektedir...

***


Bu Türkiye için büyük bir avantajdır...

Teröristbaşı, kendi durumunu, örgütünün pozisyonunu ve lider kadrosunun mukadderatını düşünüyor...

Bunları düşünmesi eşyanın tabiatına uygundur...

Mesele bunları düşünürken bir de yabancı devletlerin planlarını ve stratejilerini düşünmemesi, ona göre davranmamasıdır...

Apo kendini, lider kadrosunu ve örgütünü düşündüğünde, devlet ülkeyi bölmeden PKK terörünün bu topraklardan uzaklaştırma işini daha kolay çözebilir...

Başka devletler ve yabancı servisler işin içine girdiğinde terörü çözmek imkansızlaşır...

Talepler terör örgütü ve kadrosuyla ilgili değil, yabancı devletlerin çıkarlarıyla ilgili olacaktır...

***


PKK’nın içindeki yabancı parmağını yok etmek istiyorsanız, devlet kanalıyla İmralı üzerinden terörü bitirme mücadelesine girmelisiniz...

Yabancı devlet ve istihbarat parmağının en etkisiz olduğu güzergah orası çünkü...

Ve çok önemli bir hatırlatma;

Bugünlerde kimin en çok cazgırlık yaptığına bakın...

Misinayı o noktadan çekerseniz, oltanın düğümünü açarsınız...

*****


TUZLU KAHVE...

Kıza bir partide rastlamıştı...

Harika bir şeydi...

O gün peşinde o kadar çok delikanlı vardı ki...

Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti...

Kız parti boyunca dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama kibarlık olsun diye kabul etti...

Hemen köşedeki şirin bir kafeye oturdular...

Delikanlı partideki en güzel kızla çıkmış kafeye gelmişti...

Çok heyecanlıydı...

Kalbinin çırpıntısından neredeyse konuşamıyordu...

***


Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...

-”Ben artık gideyim...” demeye hazırlanırken delikanlı birden garsonu çağırdı...

-”Bana biraz tuz getirir misiniz?..” dedi “kahveme koymak için...”

Yan masalardan şaşkın yüzler delikanlıya baktı...

Kahveye tuz!..

Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı...

Kız merakla,

-”Garip bir ağız tadınız var...” dedi...

Delikanlı anlattı:

-”Çocukken deniz kenarında yaşardık... Hep deniz kenarında ve denizde oynardım... Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksik olmadı... Bu tatla büyüdüm ben... Bu tadı çok sevdim... Kahveme tuz koymam bundan... Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar... Onları ve evimi öyle özlüyorum ki!..”

***


Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının...

Kız ise dinlediklerinden çok duygulanmıştı...

İçini bu kadar samimi döken, evini ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi aileyi seven biri olmalıydı...

Evini düşünen, evini arayan, evini bakınan biri...

Ev duygusu olan biri...

Bunun üzerine kız da konuşmaya başladı...

Onun da evi uzaklardaydı...

Çocukluğu gibi...

O da ailesini anlattı...

Çok şirin bir sohbet olmuştu...

Tatlı ve sıcak...

***


Bu sohbet harikulade bir başlangıcın temeli olmuştu...

Buluşmaya devam ettiler...

Genç adam prensesiyle evlendi...

Hayatının sonuna kadar çok mutlu yaşadı onunla...

Prenses ne zaman kahve yapsa prensine, içine bir kaşık tuz koydu, hayatı boyunca...

Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...

40 yıl sonra adam dünyaya veda etti...

“Ölümümden sonra aç” diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına...

Adamın öldüğü gün kadın mektubu açtı...

Şöyle diyordu:

“Sevgilim... Bir tanem... Lütfen beni affet... Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet... Sana hayatımda bir tek kez yalan söyledim... Tuzlu kahvede...

İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun?.. Öyle heyecanlı ve gergindim ki, kahvenin yanına şeker diyecekken, tuz çıktı ağzımdan...

Sen ve herkes bana garip garip bakarken, değiştirmeye öyle utandım ki, yalanla devam ettim...

Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti...

Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm...

Fakat her defasında korkudan vazgeçtim... Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için bir neden yok...”

***


“Gerçek şu ki; ben tuzlu kahve sevmem... O garip ve rezil bir tat... Ama seni tanıdığım andan itibaren bütün bir ömür, tuzlu kahveyi içtim... Hem de zerrece pişmanlık duymadan... Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğuydu ve ben biliyordum ki bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluyum...

Dünyaya yeniden gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı seninle yeniden geçirmek isterim...

İkinci hayat boyunca yeniden tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”

Yaşlı kadının gözyaşları okurken mektubu ıslattı...

O günden sonra kendisine “tuzlu kahvenin tadını” soranlara, hep şöyle cevap verdi:

-”Çok tatlı...”

İNÖNÜ STADI ŞEREF STADI OLACAK... GS YÖNETİMİNİN AYIBI ÜZERİNE SARAÇOĞLU’NA GİDİLECEK...

Kültür Bakanı’nın henüz İnönü Stadı’nın yapım iznini vermediği, başka yere taşınsın dediği ve ayak sürüdüğü günlerdi...

Günlerce aylarca “Beşiktaş’ın stadı Beşiktaş semtinin dışına çıkamaz...” diye yazıyordum...

Beşiktaş’lıydım...

Beşiktaş’ın içindeydim...

Beşiktaş; Galatasaray gibi bir kulüp değildi... Gücünü Beşiktaş mahallesinden, çarşısından, Abbasağa’dan, Barbaros Meydanı’ndan alan bir kulüptü...

Ali Sami Yen’in konuşlandığı Mecdiyeköy semtinin Galatasaray kulübüyle bir gönül bağı yoktu...

Fakat Kadıköy’ün Fenerbahçe’yle, Beşiktaş’ın Beşiktaş semtiyle kopartılamayacak bir bağı vardı...

“Beşiktaş stadını Beşiktaş semtinden alır, şehir dışına götürürseniz Beşiktaş’lılık kültürünü bitirirsiniz...” demiştim...

Şükür, uzun mücadeleler sonucu, Başbakan da öyle düşününce, Kültür Bakanı fikrini değiştirdi ya da düşüncesini değiştirmeden koyduğu çekinceyi değiştirdi...

***


Bir şey daha söyledim o günlerde...

“Beşiktaş’ın yeni yapılacak stadının adı, İnönü değil, Şeref Stadı olmalı...”

Neden?..

Çünkü İsmet İnönü, büyük bir liderdi, fakat Beşiktaş’la hiçbir ilgisi yoktu...

Beşiktaş camiasında, Beşiktaş’lının kalbinde özel bir yeri yoktu...

Stat onun zamanında yapıldığı için İnönü Stadı adını almıştı...

Yeni stat yapıldığında elbette ki Beşiktaş’ın stadı olacağından, adı yıkılarak Çırağan Oteli’nin bahçesi haline gelen Şeref Stadı olacaktı...

Beşiktaş’ın stadı Şeref Stadı olacaktı...

Şeref Bey’in anısını sürdürmek için...

Şeref’iyle oynayacak olan Beşiktaş’ı yaşatmak için...

Aldığım haberler, Beşiktaş Şeref Stadı fikrinin ağır bastığını gösteriyor... Bu ismi destekleyenleri tebrik ediyorum...

Şeref Stadı ismi Beşiktaş’a yakışandır...

***


Ancak Galatasaray yönetiminin Beşiktaş’a yaptığı Arena Stadı ayıbı, geçerliliğini koruyor...

Arena Ali Sami Yen, hem Avrupa tarafında olduğundan, hem de Beşiktaş ile Galatasaray arasında geçmişten gelen dostluk bağlarından, birinci tercihti...

Ancak Galatasaray’ın bugünkü yönetimi böyle düşünmedi ve Arena’yı Beşiktaş’ın maçlarına vermeye yanaşmadı...

***


Devreye Fenerbahçe girdi...

Beşiktaş yönetimine, “Şükrü Saraçoğlu’nu Beşiktaş maçlarına açacaklarını” söylediler...

Beşiktaş için en zoru Şükrü Saraçoğlu’na gitmekti...

Hem konum açısından...

Hem durum...

Ne ki bazen gösterilen “sıcak dostluklar, konumları ve durumları değiştirirler...”

Neyse...

Umarım, Sneijder hayırlı olur Ünal Aysal ve arkadaşlarına...

Beşiktaş’lılar, Galatasaray’ı dost ve kardeş görmeli...

Çünkü karar milyonlarca Galatasaray’lının kararı değil...

DİĞER YENİ YAZILAR