Hangimiz zengin hangimiz fakir?..

Haberin Devamı

“Günlerden bir gün zengin bir baba, oğlunu köye götürdü...

Yolculuğun tek amacı vardı...

İnsanların ne denli yoksul olabileceklerini oğluna gösterecekti...

Böylece oğlu yaşadığı zenginliklerin değerini daha iyi anlayacaktı...

Çok yoksul olan uzak bir akrabalarının evinde bir gün ve gece geçirdiler...

Yolculuk dönüşü baba oğlunu karşısına aldı:

-”Şimdi söyle bakalım” dedi... “Orada gördüklerinden sonra insanların ne kadar yoksul olabileceklerini farketmişsindir... Şimdi zenginlikle, fakirliği bir kıyasla bakalım...”

***


Çocuk anlatmaya başladı:

-”Bizim evde bir köpeğimiz var...

Onların dört tane vardı...

Bizim evde çok büyük bir havuz var...

Onların ise içinde binlerce balığın oynaştığı uçsuz bucaksız dereleri var...

Bizim bahçelerimizi aydınlatan lambalarımız, onların bahçelerini aydınlatan yıldızlar var...

Bizim görüşümüz ön bahçeye kadar... Onlar ise tüm gökyüzünü görüyor...”

Babası hayret dolu bakışlarla oğlunu dinliyordu...

Çocuk devam etti:

-“Teşekkürler babacığım, ne kadar yoksul olduğumuzu gösterdiğin için...”

***


Yaz sonu, sevdiğim bir dostumla deniz kenarında geç bir öğle yemeği yiyordum...

Bana hayatı nasıl farklı okumaya başladığımı sormuştu...

-”Şu koyda demirli tekneleri görüyor musun?..” dedim, “Onlardan birine sahip olursan çok mutlu olur musun?..”

-”Elbette” dedi, “Elbette mutlu olurum...”

-”Oysa” dedim, “Amaç Boğaz’a çıkıp Boğaz’ın güzelliklerini seyrederek, denizde vakit geçirmekse, arkadaşlarınla bir tekne kiralayıp, Boğaz’da gezebilirsin... Kayık tutup balığa çıkabilirsin... Simitini, sandviçini, çayını alıp, bir Boğaz vapurunun kenarında saatler süren bir Boğaz turu yapabilirsin... Bu tekneler senede en fazla on beş yirmi gün denize çıkıyorlar... Geri kalan günlerde Boğaz’da demirli öylesine bekliyorlar... O on beş günde sen de, vapurla, kiralık tekneyle, sandalla Boğaz’da istediğin gibi vakit geçirebilirsin... O teknelerin sahipleri, tekneleri kendilerinin zannediyorlar... Oysa gerçekte tekneler kullanılmadığı müddetçe hiç kimsenin malı değil... Orada öylesine duruyorlar... Senin Boğaz’ın güzelliklerinden yararlanmanla, onların sahiplerinin yararlandığı anlar arasında bir fark yok ki...”

***


Ne söylemeye çalıştığımı anlamaya çalışıyordu...

Mutluluğun, hayatı ‘okuma şeklinden’ ibaret olduğunu söylemeye çalışıyordum...

“Nazi Toplama Kampı’nda oğlu Gisoue’ye, kampta yaşadıklarının bir oyun olduğunu söyleyen Yuhadi Guido’nun hikayesi” gelmişti aklıma...

Guido yaşadıkları bütün zulümlerin bir oyun olduğunu, küçük Gisoue kazanırsa, ödül olarak tank verileceğini söylüyordu ona...

Sonunda Amerikan askerleri geliyor ve Gisoue’yi saklı olduğu yerden kurtarıyorlardı...

Babası yaşadıklarının bir oyun olduğuna, Gisoue’yi inandırmış ve onun hayatını kurtarmıştı...

Kendisi bir Nazi subayının ateşi sonucu öldürülse bile...

Filmin sonunda 4.5 yaşında hayatı kurtulan Gisoue’nin sesinden “Ailesi için çok fedakarlık yapan bir babanın hikayesi” sözünü duyduğumda, filmin aynı anda ağlatan ve güldüren öyküsündeki muhteşemliğine şapka çıkarmıştım, göz yaşlarımı silerken...

Hayat Güzeldir...

Güzel olmasını istiyorsanız eğer...

*****


BİR YENGEÇ KADINININ HAYATI; TÜRKAN ŞORAY...

“Sessiz uysal bir çocuğum... İlkokula yeni başlamışım... Eyüp’te oturuyoruz... Babamın polis maaşına katkıda bulunmak için annem de çalışmak istiyor ve iş buluyor...

Babam da görevi gereği devamlı karakolda...

Okul dönüşlerimde evde hep yalnız kalıyorum...

Derslerimle ilgilenecek, o yaşta yeteneklerimi fark edip hayatıma yön verecek, beni hayata hazırlayacak kimse yok çevremde...

Annemin bana aşırı tutkulu bir sevgisi var ama o da çalıştığı için vakit ayıramıyor...

Evde yalnızken kendime özel bir dünya yaratıyorum...

Sevgi arayan, sevilmek isteyen, şefkat bekleyen, saçının okşanmasına ihtiyaç duyan, kendi halinde bırakılmış bir çocuğum...”

***


“Annem çalışmaya giderken bazı günler bana şeker alıyor...

Yine bir sabah çok sevdiğim badem şekerini kağıt külah içinde tutuşturup gidiyor...

Evin merdivenlerine oturmuş, tam içinden bir tane alıp yiyecekken, arkadaşlık ettiğim komşu kızı geliyor...

Henüz bir tanesini bile tatmamışken, külahı ona uzatıp, içinden birkaç şeker almasını bekliyorum...

Elimden külahı kaptığı gibi, koşarak kaçıyor...

Büyük bir hayal kırıklığı içinde kalakalıyorum...

Arkadaşımın neden böyle bir şey yaptığını anlayamıyorum...

7 yaşında yaşadığım bu hayal kırıklığı bende öyle derin bir iz bırakıyor ki, aradan yıllar geçiyor ve ben o anı unutamıyorum...

Halen anlayabilmiş değilim ki, niye insanlar bir başkasının canını yakar?..”

***


Bu satırların yazarı olan yedi yaşındaki çocuk Türkan Şoray...

NTV yayınlarından çıkan Sinemam Ve Ben kitabını imzalarken “Yufka yüreğinize dokunan satırlar olabilir bu kitapta...” demiş, “Malum Yengeç Burcuyuz ikimiz de...”

Öyle bir hayat öyküsü ki Türkan Şoray’ınki etkilenmek için yufka yürekli Yengeç olmaya gerek yok, etkilenmemek için ‘taş’ olmak gerekir...

“Annem babam geçinemiyor ve ayrılıyorlar...

Annem beni ve kardeşimi yanına alıyor...

Karagümrük’te kiralık bir eve taşınıyoruz...

Annem çalıştığı için bütün bir hafta dedemlerde kalıyorum...

Hafta sonları anneme gidiyorum... Ayrıldıktan sonra babam bizi hiç aramıyor... Hiçbir yardımı yok...

Annem bana ve kız kardeşim Nazan’a bakmak için çalışmak zorunda...

Aksaray’da bir iplik atölyesinde iş buluyor...

Ev kirası, iki kızının bakımı, okul masrafım...

Çalıştığı işten aldığı para yazık ki bu harcamalara yetmiyor...

13-14 yaşlarındayım...

Yaşımdan büyük gösteriyorum...

Ergenlikten genç kızlığa geçtiğim yıllar...

Okula gidip gelirken yolda arkamdan ıslık çalanlar, eve kadar takip eden gençler oluyor...

Çok kapalı bir çevre...”

***


Türk sinemasının sultanının hikayesinin başladığı yıllar böyle...

Kitaba daha yeni başladım...

Kitabın ilerleyen sayfalarında onun yaşam öyküsünün zikzaklarından, Türkan Şoray ve Sezen Aksu’yla yaşadığım o muhteşem geceyi de anlatmak nasip olacak...

Kelimelerle anlatılamayacak kadınlar onlar...

Ne ki, madem ki yaşandı o anlar, anlatılmalılar...

DİĞER YENİ YAZILAR