Milat 2023 mü olacak?..

Haberin Devamı

Egemen Bağış ve eşiyle aynı masada birlikte oturuyordum...

“AKP’nin Türkiye için gizli bir gündemi mi var?..” sorularının yine yoğun sorulduğu günlerdi...

Bütün dikkatimi Egemen Bağış’ın bakışlarına ve vücut diline yoğunlaştırmıştım...

“AKP; Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokmak” konusunda ne kadar ısrarlıydı?..

Bunu anlamaya çalışıyordum...

O gün gördüğüm Egemen Bağış, kelimelerini çok dikkatli seçiyordu...

Girmek isteyip de alınmayan bir konumda olmak istemiyor, “Onların bize, bizim onlara ihtiyacımızdan fazla ihtiyaçları var...” diyordu...

Bense “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihtiyacının herkesin sandığı gibi ekonomik olmadığı kanısındaydım...”

Nitekim o yemeğin sonrasındaki günlerde Yunanistan iflasın eşiğine geldi, İtalya ve İspanya’da ekonomik krizler yaşandı, Türkiye’nin notu yükseldi ve genç nüfusuyla Türkiye, Avrupa ekonomilerinin gıptayla baktığı bir ülke haline geldi...

***


Aslında yıllar önce Yunanistan’da gördüğümden, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden büyük ekonomik yardımlar almasının hiç hayırlı olmadığının farkındaydım...

Yunanistan da yıllarca, Avrupa’nın bütün fonlarını semirmiş, “tarım, şarapçılık, turizm” fonlarından aldığı milyarlarca euro’yu har vurup harman savurmuş, sonunda inanılmaz bir iflasla karşı karşıya kalmıştı...

Avrupa Birliği’nin yardımları bir çeşit asalaklığa alıştırıyordu, gelişmemiş ekonomileri...

Türkiye ne yapacaksa kendisi yapacaktı, yapmalıydı...

***


Fakat benim Avrupa Birliği’nin; esasen Türkiye’nin kaderini değiştireceğine inanmam, ekonomik nedenlerden değil, siyasi, toplumsal, kültürel ve psikolojik nedenlerleydi...

Türkiye’nin demokrasisi hukuk, siyaset, parlamento, insan hakları ve sivil toplum örgütlenmesi açısından dünyanın geldiği en üst noktada olmalıydı...

Avrupa Birliği’nin demokrasi, hukuk, insan hakları şemsiyesi böyle bir şemsiyeydi...

Bu şemsiye Ortadoğu gibi diktatörlüklerin bolca yaşandığı, demokrasi dışı her kumpasın envai çeşidinin, her kademede hissedildiği Türkiye gibi bir ülkede, demokrasiye açılan pencereydi...

Kendimizi aldatmanın alemi yoktu...

Biz demokrasiyi kör topal idare etmeye çalışsak da, ne güneyimizde Suriye’de, ne Irak’ta, ne doğumuzda İran’da, hatta ne kuzeyimizdeki Rusya’da gelişmiş bir demokrasi mevcuttu...

Bu kadar antidemokratik, otorityen ve diktatör bir coğrafyada, demokrasi geçmişi “yüzlerce yılla” ifade edilemeyen bir ülkenin, “kursa bile emekleyen demokrasisinin serpilmesi mümkün değildi...”

***


Bu coğrafyada devlet içinde ve devlet dışında çok fazla antidemokratik, otorityen, diktatörlük heveslisi, başka yaşamlara hayat hakkı tanımayan insan, grup ve anlayışlar vardı...

Bunca dini, etnik farklılığın olduğu bir coğrafyanın, başkalarının hayat hakkını nispeten sınırlayarak yaşayabilmesi, gelişmiş bir demokrasiyi oturtabilmesi mümkün görünmüyordu...

En azından Avrupa Birliği desteği, bu demokrasinin daha sağlam ve gelişmiş temeller üzerinde kurulması için, elzemdi...

Türkiye’de darbelerin mazide kalması için Avrupa Birliği üyeliği, gerekli bir şarttı...

Keza darbelerin olmayacağı bir Türkiye’nin demokrasi dışı rejimlere yönelmesinin önündeki engel de Avrupa Birliği olacaktı...

Aslında Avrupa Birliği’ni sağlayacak hükümet, Ortadoğu coğrafyasına göre, kendi hükümranlık haklarını sınırlayacak, onları sivil toplum örgütleri ve demokratik kurumsal dengelerle makul oranda kısıtlayacak, buna karşın darbeler ve silahın egemen olacağı zoraki yöntemlerle devrilmenin de önünü alacaktı...

***


O gece akşam yemeğinde Egemen Bağış’la bir miktar bunları konuştum...

AKP’nin Avrupa Birliği’ne en uzak göründüğü zamanlarda bile, Avrupa’dan uzaklaşamayacağını düşünüyordum...

Çünkü demokratik seçimlerle gelmiş bir siyasi partinin kendi geleceğinin garantisi bizzat Avrupa Birliği’ydi...

AKP kendi siyasi geleceğini düşünüyorsa, Avrupa Birliği’nin demokratik standartları herkese olduğu gibi ona da şemsiye olacak, hayatiyetini nispeten garantiye alacaktı...

Dün Egemen Bağış’a Avrupa Birliği Sosyalist ve Demokratlar Grubu Başkanı Hannes Swoboda’nın “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş tarihi 2023’tür...” demesi bir milattır...

İlk defa açıktan ve Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümüne denk düşecek bir tarih veriliyor Avrupa’nın etkili bir siyasi figürü tarafından...

Cumhuriyet’in yüzüncü yılı Avrupa Birliği’ne giriş tarihi olursa, bu gerçekten bu genç ülkenin makus talihinin değişeceği anlamına gelir...

Bunu görebilmek ve çocuklarımla bu tarihsel olaya tanık olabilmek için, sağlık ve umut dolu olarak bütün gücümle yaşamak istiyorum...

*****


“HAYVAN...”

33 yıldır gazetecilik ve televizyonculuk yapıyorum...

Pek “mazbut” bir televizyonculuk ve gazetecilik tarihim olduğunu kimse söyleyemez...

Hatırı sayılır oranda, laf çarpmalarım, canlı yayın fırtınalarım, sert rüzgarlar estiren eleştirilerim, beklenmedik çıkışlarım oldu...

Fakat son yıllarda “spor yorumculuğu” adı altında yaşadığım kepazelikleri hiçbir mecrada yaşamadım...

Hadi buna kepazelik demeyelim...

Fakat bu programlarda zaman zaman gördüğüm “dil ve üslup” bir gazetecilik dili ve üslubu değildi...

***


Bir gazeteci, samimi konuşsa da külhanbeyi ağzıyla sürekli küfür etmez...

Bir gazeteci şeffaf olsa da, bu şeffaflık içinden geçen her argonun mikrofona yansıması anlamına gelmez...

Bir gazetecinin doğru ve dürüst davranması, “geleni geçeni tavuk keser gibi kesmesi” anlamına da gelmez...

Gazetecilik mesleğinin bir ritüeli, bir davranış biçimi, bir etiği, bir ahlakı, bir söylem tarzı vardır...

***


Baştan söylediğim gibi “mazbut” bir gazeteci sayılmam...

Tam tersine gazetecilik ölçülerinde, “sınırları zorlayan bir gazetecilik anlayışını ustalarımdan öğrendim ve uyguladım...”

Bu gazetecilik stili, ruhumdaki delfişek delişmenlikle birleştiğinde hayatı çarpıcı sunacak bir sansasyona da ulaştı...

Fakat iki sene önce yaşadığım olayda, gördüğüm potansiyel tehlikeyi, hayatımda bunca sene program yapmış bir kişi olarak görmediğimi ve yaşamadığımı söylemeliyim...

O günden beri spor programı yapmıyorum...

İstendiği, talep edildiği ve ısrar edildiği halde yapmıyorum...

***


Hayatta en sevdiğim hobim futbol olduğu halde, yöneticilik yapmama, gazetede tenkit yazmama rağmen, televizyon programlarında o atmosferin içine girmemek için elimden geleni yaptım...

Yazık bu söylemlerin, tepkilerin ve küfürlerin “gazetecilik” zannedildiği hayata...

Başkaca söyleyecek bir sözüm yok bu dünya hakkında...

Kimsenin yok...

DİĞER YENİ YAZILAR