Gazi; “Obama’nın konuşmasındaki demokrasiyi benimseyecek bir adamdı...”

Haberin Devamı

En stresli, en heyecanlı, en gergin ben kalkardım 10 Kasım sabahlarında koskoca Kolej’de...

Herkes için Gazi’yi anma günüydü...

Benim için ise, Gazi’nin ya gençliğe hitabesi, ya veciz bir şiirini, binlerce Kolej’liye okuma günü...

Çocukluk bilincime işlenen Mustafa Kemal Atatürk idolü;

Bağımsızlık sembolüydü...

Batılılaşma sembolüydü...

Medeniyet sembolüydü...

Cumhuriyet sembolüydü...

Çağdaşlık sembolüydü...

***


Bunları bana veren Gazi Mustafa Kemal’i çok sevdim...

Ne ki, Atatürk’ü hiçbir zaman “Gardrop Atatürkçülüğüne” indirgemedim...

Batı’dan kopan doktrinlerin parçası olarak görmedim...

Demokrasiden uzaklaşmanın, ideolojik temeli olarak varsaymadım...

Hep şöyle okudum Mustafa Kemal’i...

Bir Cumhuriyet kuruyordu...

Bağımsız ve özgür karar alacak bireyler oluşturmaya çalışıyordu...

O yıllarda medeniyetin beşiği olarak bilinen Avrupa’nın, tüm kültürel, ekonomik ve siyasi altyapısını genç Türkiye’ye uyarlamaya çalışıyordu...

Atatürk demek Batı’nın kültürel, siyasi ve ekonomik gelişmişliğinin Türkiye’ye getirilmesi demekti...

Bunu bağımsız bir devletin egemenliği altında, zorunlu olarak değil gönüllü olarak yapacaktı...

***


Yıllar sonra “Atatürkçü”lüğü Batı’nın siyasi, demokratik, ekonomik ve kültürel sisteminin dışında bir şeymiş gibi gösterenlerin amaçlarının “kendi kişisel rantlarına Atatürk’ü kalkan yapmak olduğunun” farkındaydım...

Mustafa Kemal, Batı’nın Türkiye ve Anadolu üzerindeki emperyal heveslerine karşı mücadele etmişti...

Batı’nın, bugün Avrupa Birliği’yle vücut bulan siyasi, ekonomik, kültürel ve hukuki müktesebatına karşı çıkması imkansızdı...

Hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne karşı çıkanların Atatürkçü’lüğüne inanmadım...

Gazi sağ olsaydı, bütün gücüyle o birliğe girmek isteyecekti...

Medeniyetin ve çağdaşlığın ulaştığı noktadan korkmazdı o...

Demokrasinin bugün geldiği noktadan da korkmayacaktı...

Yaşasaydı genç Türkiye’yi, Obama’nın “siyahlar, Asyalılar, Afrikalılar, Spanikler, fakirler, homoseksüeller, göçmenlerden oluşan büyük Amerikan milletiyle” aynı kader yolculuğunda kurduğunu söyleyecekti...

Onun o günkü demokrasi anlayışı, bugün Obama’nın Amerikan milletini tanımladığı demokrasi anlayışıyla aynıdır...

***


Demokratik olmayan yöntemleri benimseyenlerin aslında Atatürk’le uzak yakın bir ilişkileri yok...

Atatürk, kendi döneminde demokratik standartların üzerine çıkmış bir liderdi...

1920’lerde ülke yönetmiş bir lideri, 2010’ların demokrasi standartlarıyla yargılamaya kalkanlar ise yazık ediyorlar...

Gazi faşizmin ve faşist liderlerin kasıp kavurduğu bir Avrupa’da yazık edilemeyecek kadar önemli bir değer olarak tarihe kalmalı...

*****


ÇOCUĞUNUZLA ÇOK ZAMAN DEĞİL, KALİTELİ ZAMAN GEÇİRMENİZ ÖNEMLİ...

Kadıköy Şifa Hastanesi internet sitesinden, anne babalara çocuklarıyla ilişkilerini anlatan çok önemli bir mail aldım...

“Çocuğunuzla neler yapmanız gerektiğini” belirten bir maildi bu...

“Çocuğunuzla çok zaman değil, kaliteli zaman geçirmeniz önemli” başlığını taşıyan bu metni özetleyerek yayınlamayı uygun gördüm:

***


“Bir yandan var gücüyle çalışarak çocuklarına en iyi imkânları sağlamaya çalışan anne babaların, bir yandan da yoğun iş yükü ve artan mesai saatleri sonucu yorgun düşmelerine rağmen neredeyse geriye kalan tüm vakitlerini de çocuklarına vakfetmeye çalıştıkları görülüyor...

İşte tam da bu noktada iş yaşamı ile aile yaşamını dengede tutma savaşını veren modern dünyanın anne ve babalarını son zamanlarda daha da öne çıkan bir ikilem bekliyor:

Acaba çocuklarıyla geçirdikleri zamanın miktarı mı kalitesi mi onların gelişimi ve ilişkileri açısında daha önemli?..

***


Ebeveynlerin çocuklarıyla geçirdikleri süreye odaklanarak bu süreyi “nasıl” ve dolayısıyla ne kadar “kaliteli” geçirdikleri kısmı son yıllarda önem kazanıyor...

Kaliteli zamanı süre değil içerik belirler!..

Kaliteli zaman ebeveyn ve çocuğun birliktelik ve keyif hissini içerisinde barındıran, karşılıklı etkileşim ve aktivitelerde buluştuğu zamanlardır... Bunlar ebeveynin dikkatinin tamamını çocuğuna verdiği, ilgisini ve sevgisini çocuğuna hissettirdiği duygusal yakınlaşma ve paylaşım anlarıdır...

Bu anları küçük sohbetlerde, birlikte oynanan oyunlarda ya da birlikte gidilen gezilerde yakalamak mümkündür...

Duygu ve düşüncelerin paylaşıldığı, çocuğa duygusal ve sözel olarak tepki verildiği ve anne baba olarak kendinizi spontan şekilde ilişkiye bıraktığınız hemen hemen her yakın ilişkide deneyimleyebileceğiniz bir süreçtir bu aslında...

Anne ve babalar çocuk oyun oynarken, oyunda yönlendirici olmamalı, çocuğun serbestliğine ve özgürlüğüne eşlik edebilmelidir...

Amaç o anlarda çocuğa bir şeyler öğretmek olmamalıdır; aksine anne baba olarak kendinizi oyunun ve size verilen rolün akışına bırakarak ya da sadece gözlemci veya eşlikçi olarak çocuğunuzla duygusal anlamda aynı frekansta buluşabilmektir... Onun oyun sırasındaki duygularını takip edebilmek ve ona bu duyguları ifade ederek anlaşıldığını hissettirebilmek çocuğunuzla ilişkiniz açısından en değerli anlar olacaktır...

Örneğin her çocuğun aile içi kuralları ve sınırları belirlediği kadar aynı zamanda bir savaş oyununda yerlerde sürünen ve düşüp kalkan, o esnada çocukla birlikte eğlenen, bağıran, gülen ve kendisi de çocuklaşabilen bir babaya da ihtiyacı vardır...

***


Her anne babanın en büyük amacının çocuklarını mutlu etmesi olduğundan yola çıkarsak günümüz ebeveynlerinin yaşadıkları suçluluk duygusuyla çok sayıda hediyeler alarak, çocuklarının keyif alacaklarını düşündükleri oyun merkezlerine onları sürüklercesine taşıyarak ve çocuğunun her isteğini yerine getirmeye çalışarak ayrı kaldıkları zamanı kapatmaya çalıştıklarını görmekteyiz...

Çocukla kaliteli zaman geçirmek, hediye vermekten daha değerlidir!..

***


Çocuğunuzla kaliteli zaman geçirmek için olağandışı şeyler yapmanıza gerek yok!

“Aile ile” bir şeyler yapmak ile “aile olarak” bir şeyler yapmak arasında çocuğun bütünlük ve tatmin hissi ile ebeveynleri ile arasında bağ kurduğuna dair hisleri açısından önemli farklar vardır... Örneğin yan yana oturup pasif bir şekilde televizyon izlemek ile sizin de aktif katılım göstereceğiniz şekilde on dakika bir hikâyeyi birlikte okuyup üzerine konuşmak arasında oldukça büyük bir fark vardır...

Birlikte olduğunuz anın kaliteli olarak geçebilmesi adına özel ve olağandışı şeyler yapmanıza gerek yok...

Burada anne ve babaların da robot olmadıklarının, onların da yorulmaya ve dinlenmeye, mola almaya hakları olduğunu vurgulamak gerekir...

Yorgun bir şekilde eve gelerek görev gibi oynanan bir oyundan ziyade anne ve babanın “bu akşam ben de seninle oyun oynamak çok istiyordum ancak çok yorgunum ve biraz dinlenmeye ihtiyacım var, evet bu akşam oynayamadığımız için üzgünüm ama ister misin yarın akşam birlikte (çocuğun da keyif aldığı bilinen herhangi bir şey) yapalım?” şeklinde bir paylaşımda ve öneride bulunması daha sonraki daha kaliteli ve doyurucu bir birlikteliğe yön verebilir...”

*****


ÖZAL’I ZEHİRLEDİLER Mİ?..

Bugün gazetesindeki haberden sonra önceki gün Habertürk gazetesi de, Özal’ın çok kuvvetli bir zehirle, zehirlendiğine ait bulguların kesin olarak saptandığını yazdı...

Haber, “Cumhurbaşkanı’nın zehirlendiği kesin de, nasıl zehirlendiğini araştırıyor uzmanlar...” diyor...

Nasıl zehirlendiğinden, kimlerin zehirlemiş olacağını bulmayı ümit ediyorlar...

Açık söyleyelim;

Turgut Özal zehirlenmişse bu Türkiye için bir milattır...

Zehirlenen kişi bu devletin başı yani Cumhurbaşkanı’dır...

Zehirlendiği esnada devletin tepesinde yani Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde oturuyordu...

***


Türkiye eğer kendi Cumhurbaşkanı’nı bile devletin başındayken koruyamıyorsa, hangi vatandaşının canını ve malını koruyabilir?..

Herkesin elbette hayatı değerli...

Fakat bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın hayatı sadece bir insan olarak değil, temsil ettiği devlet kurumu adına bir değer taşıyor...

Turgut Özal’ın zehirlenerek öldürüldüğü kesinleşirse, Türkiye’de bu olay bir milat olacaktır...

Olmalıdır...

Yazın bir kenara...

DİĞER YENİ YAZILAR