Beni zorla televizyonculuğa başlatan adam öldü...

Haberin Devamı

“Baba” derdi bütün gazeteciler ona... Çok yaşlı falan değildi...

Tersine gençlere taş çıkartırcasına “bohem ve hareketli” bir hayat sürer, gazetecilikte meslektaşlarını atlatmaktan büyük keyif alırdı...

Bizim ona “baba” dememizden mutlu olurdu...

“Evlat” diyerek söze başlar; “gazetecilikte haberi nasıl atlattığını, içine ustaca yerleştirdiği çapkınlık anekdotlarıyla” harmanlayarak anlatırdı...

Anlatırken gülerdi, güldürürdü, espri patlatır, felsefe yapardı...

1986 yılında henüz TRT’nin ikinci kanalının haber merkezi yeni kurulmuştu...

Özel televizyon yoktu, TRT diye sadece TRT 1 vardı...

Yeni kurulan TRT 2’nin başına Cevat Taylan’ı getirmişlerdi...

***


Devlet televizyonunda rekabet olmazdı...

Tek bir haber merkezinde iki kanalın haberleri de yapılacaktı...

Fazladan bir sorumlu atanacaktı...

O da Cevat Taylan olmuştu...

Ancak normal işleyişte haberler tek bir havuzdan gelecekti...

Normali buydu...

Fakat Cevat Taylan normal bir insan değildi...

TRT 2 haber merkezinin başına geçince, hemen beni aramıştı...

-”Oğlum...”

-”Efendim baba...”

-”Acayip bir haber merkezi yapacağız burada... Sen şimdi kimselere haber verme... Bundan böyle arkana Akropolis fotoğrafı koyup senden haftada en az 5 gün ‘Reha Muhtar Atina’dan bildiriyor’ diye haber alacağız... TRT 1 duruma uyanacak... Bize de haber geç diyecek... Olmaz diyeceksin ‘Ben babayla anlaştım... Sadece TRT 2’ye haber geçerim...’ Şimdi yakışıklı bir resmini gönder bana... Yayın olmazsa telefon haberi için... Ama bu akşam sen Yunan Radyo televizyonuna gideceksin... Link alıyorum Atina’dan... 20 dakika... Yunanistan’daki gelişmeleri anlat bana... İlk yayının bu gece olacak...”

-”Baba ne diyorsun sen?.. Ben daha Yunan televizyonunun yerini bile bilmiyorum... Henüz değil canlı yayın, banttan yayın bile yapmadım hayatımda... Burası Yunanistan... Etrafımda tek bir Türk yok... Nasıl gidip adamlara ‘Stüdyoya sokun beni... Türk televizyonuna yayın yapacağım’ diyeceğim... Yönetmeniyle nasıl anlaşacağım... Kameramanıyla, teknik elemanıyla nasıl konuşacağım?.. Ben televizyonculuğun t’sini bilmiyorum sen bana, Atina’dan Yunan devlet televizyonu stüdyosuna gir yayın yap diyorsun... Şaka mı yapıyorsun Allahaşkına Baba?..”

***


Konuşurken, düşüncesinden bile sesimin titrediğini hatırlıyorum...

Ancak o hiç oralı olmuyor espiriler yapıyor, telefondayken etrafla dalga geçmeye devam ediyordu...

Son umut!!! Yunan gizli servisinin Cevat Taylan’la konuşmayı dinleyip araya girmesini bekliyordum...

-”Beyefendi beyefendi, Atina’dan öyle her aklınıza estiğinizde TRT’ye yayın falan geçemezsiniz... Oradan saçmalamayın...” diyeceklerdi aklım sıra!..

Ne yazık ki, telefonları dinleyen Yunan gizli servisi de “gacur gucur sesler çıkarmanın” dışında Cevat Taylan’ın ‘deli dolu isteklerini kesmek için araya girip, telefon hattını bile kesmemişti!!!’

Atina’nın ortasında yine Allah’la baş başa kalmıştım...

TRT’de stüdyonun yolunu bilmezdim, nerde kaldı Atina’da stüdyodan profesyonel gibi yayın yapayım?..

Siyasal’da televizyonculuk bölümünde okuyan arkadaşlarla dalga geçerdik, az sayıda gazetecilik bölümü öğrencisi olarak:

-”Artizz olacak bunlar artizzz...” diyerek...

***


Canhıraş bir yakarışla “baba etme eyleme” dedim, “ben sana telefondan haberi okuyayım...”

Telefonla haber vermeyi bile doğru düzgün beceremiyordum...

O zamanlar BBC’ye ve Deutsche Welle’ye yeni yeni telefonla haber vermeye başlamışım...

-”Olmaz oğlum...” dedi bilgece bir ifadeyle, “biz dört dörtlük yayıncılık yapacağız... TRT’ye ve tüm Türkiye’ye yayıncılık nasıl yapılır göstereceğiz... Göreyim seni aslanım benim...”

Söylerken bile zevkten dört köşe oluyor, kih kih gülüyordu...

Yayında TRT 1’i atlatacak, sonra da gidip keyifle Ali Baba’da iki tek atarken, çevreye ‘vasatları’ nasıl atlattığını kalender ve iflah olmaz bir gazetecilik edasıyla anlatacaktı...

Sesim titriyor, umutsuzca “Baba”ya neden yayın yapamayacağımı anlatıyordum...

-”Atina’da sulu kar yağıyor... Bu ülkede senede bir defa bile kar yağmaz... Böyle bir günde Yunan televizyonuna gidebilmek ve içeri girip yayın yapmak inan ki imkansız...”

-”Hayatta hepimizin bir ilk Milli olması vardır yavru...” dedi, “Sen benim nasıl milli olduğumu bilir misin?..”

Milli olmak argoda ve televizyonculukta iki ayrı anlam taşıyordu...

Cevat Taylan o gün telefonda iki milli oluş öyküsünü de hiç utanmadan anlatıverdi...

Hem televizyonda, hem yatakta...

Bittiğinde akşam “televizyonculukta ilk kez milli olmaktan” kaçışımın olmadığını anlamıştım...

***


Bana haber vermemiş fakat on dakikalık yayın için, yirmi yirmi toplam 40 dakika link almıştı Yunan televizyonundan...

TRT’nin parasına kıymış, “bu kadar dakika link alıp milli maç mı yayınlayacaksınız?..” sorusuna muhatap olmayı göze almıştı...

Farkındaydı ki genç bir gazeteci o gün yayıncı olarak ilk kez milli olacaktır...

Yayını riske etmemek için paraya kıyılacaktır...

Siyasal’da gazetecilik okurken bile, televizyoncu olmayı düşünmemiştim...

Güya ‘gazeteci’ olarak kalacaktım ben...

“Herkesin bir milli olduğu an vardır” deyip, bana hayatındaki milli olma öykülerini anlatarak, ‘hadi’ demeseydi eğer...

Üzerinden 25 yıldan fazla zaman geçti...

Şimdi söylerken hala gurur duyuyorum...

Beni televizyoncu yapan adam Cevat Taylan’dır...

Bu sıfat bu hayatta sadece onun hakkıdır...

Hayatla ve vasatla hep bir hesabı vardı...

Hep onlara; onlardan daha zeki ve uyanık olduğunu anlatmaya çalışmakla geçti ömrü...

“Baba” derdik ama benden hepsi hepsi 19 yaş daha büyüktü...

Televizyon dünyasının milyonlara milyon demeyen ünlü, burunları havadaki starlarının hepsinden çok daha fazla televizyoncu, çok daha fazla yayıncıydı...

Haber atlatırken, herkesten uyanık hareket ederdi...

Çevresindeki kurnazlıklar ve belden aşağı oyunlar karşısında hep yenilirdi...

Dün öldüğünü haber verdiler...

Beni televizyoncu yapan adam ölüp gidivermişti işte...

27 yaşındaki çocuk, Yunan televizyon stüdyosuna girip, konuşmaya başlar başlamaz tökezlemişti...

Önceleri iki kelimede bir...

Sonra hemen her cümlede...

Tökezledikçe Atina’dan televizyondaki tek dayanağına sesleniyordu...

-”Baba beni duyuyor musun?.. Ne olur bırakalım yapamayacağım artık...”

-”Devam et oğlum... Çok iyi gidiyor...”

-”Baba montajla kurtarabilir misin bu hataları?..”

-”Deli misin oğlum mükemmel olacak... Artık milli oldun... Git keyfini çıkart...”

Kocatepe Camii’nden naaşı kalkarken, İstanbul’da bir yerlerde ruhum ayağa kalkacak...

Alkışlarla uğurlayacak onu biliyorum...

*****


TÜRKİYE YATIRIM YAPILABİLİR BİR ÜLKE ARTIK...

Uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch’in Türkiye’nin notunu BB artıdan BBB-’ye çıkarması ve “Türkiye’yi yatırım yapılabilir bir ülke” olarak göstermesi büyük olaydır...

Bu durum çok anlaşılmayabilir şu anda...

Önemi şurada;

1) Dünya finans piyasalarında yatırım yapılabilir bir ekonomi durumuna gelmek, kredibilitesi çok yüksek bir olay...

2) Uluslararası oyuncular için Türkiye bir anda sınıf atlıyor...

Bu düzeydeki şirketler ve ekonomilere büyük talep oluyor...

3) Talep arttıkça, ülkenin ekonomik kredibilitesi daha da yükseliyor...

4) Notlar yükseldikçe, uluslararası talep yükseliyor, talep yükseldikçe ekonominin göstergeleri yükseliyor...

Yeni yükselişlere gebe bırakıyor ekonomiyi...

***


5) Türkiye’nin çözemediği büyük sorunlar, büyük kavgalar, sağlayamadığı büyük iç huzur halen mevcut...

Ancak uluslararası finans piyasasında yatırım yapılabilir ekonomi haline gelip BBB-’ye gelmek, büyük bir eşiğin atlanması anlamına geliyor...

6) Bu olay iç barış ve huzurla pekiştirilirse, Türkiye kredi notundan bir mucizeye doğru yol alabilir...

Ekonominin nispeten durgun geçeceği, büyüme oranının orantısal olarak düşeceği önümüzdeki yıllarda piyasalardan gelen bu destek, Türkiye’nin önünü çok açacak...

6) Darısı barış ve iç huzur konusunda da ‘yatırım yapılabilir ülke’ konumuna gelip, BBB- standardını yakalayabilmek...

Ekonomideki bu derecelendirme Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunun üzerinde...

Darısı demokrasinin Avrupa Birliği ülkelerinin üzerine çıkacağı günlerin başına...

7) O zaman gerçekten, Türkiye Avrupa Birliği’ne girerek yük alır...

8) Türkiye girmekte gönülsüz olur, onlar almakta ısrar eder...

2023’te bu tabloyu görmek hayatımın en büyük siyasi arzusudur...

DİĞER YENİ YAZILAR