Çocuğunuzun dahi olduğunu nasıl anlarsınız?

Haberin Devamı

Geçen gün miniklerin anneleri telefonda mesaj attı...

-”Hiç alışık olmadığımız ölçüde zekice şeyler yapıyor kız... Zekasını ölçtürelim mi... Belki özel bir eğitime tabi tutmamız gerekebilir?..”

İçimden “Aman” diye geçirdim...

“Çok zeki çıkacak bu sefer başka çocuklarla iletişimi iyice bozulacak... Özel eğitim verecek yer de bulamayacaksın bu ülkede... Çocuk ‘çok zekiyim’ diye kasım kasım kasılacak, al başına onlarca psikolojik problem...”

Bunları söylemedim...

-”Biraz zaman geçsin istersen?.. İyice emin olalım farklı davrandığına ondan sonra bakalım uygunsa...” dedim...

Dün Aktüel dergisinde “çocuğunuzun dahi olduğunu nasıl anlarsınız?..” başlıklı yazıyı görünce ister istemez dikkat kesildim...

Dünyada dahi çocukları bulup çıkartan ve çok zekilerin bulunduğu kulüp olan ünlü Mesna şirketinin danışmanına göre çocuğunuzun dahi olması için şu özelliklerin bulunması gerekiyor:

1) Olağandışı iyi bir hafıza...

2) Erken okuma ve yaşına göre ilerlemiş kelime haznesi...

3) Bazı zeka eşiklerinin erken aşılması...

4) Olağandışı hobi, ilgi alanları ve bazı konulara aşırı eğilim...

5) Başka çocuklara tahammülsüzlük...

6) Dünya meselelerine karşı farkındalık...

7) Herkesin elde edemediği şeyleri elde edebilmek...

8) Yetişkinlerle veya kendi kendine zaman geçirmek..

9) Konuşmayı sevmek...

10) Kolay öğrenmek...

11) Gelişmiş espri zekası...

12) Müziğe olan ilgi...

13) Bir oyun oynarken yeni kurallar icat etme...

14) Dışa veya içe aşırı dönük olma hali...

15) Kendini ulaşılamayacak yüksek standartlarda görme...

***


İşin komplike tarafı, bu kıstasların kimse için fazla bir şey ifade etmeyecek olması...

Bütün anne babalar, “benim çocuğum da çok konuşuyor...” ya da “bizim çocuk da yaşıtlarına karşı tahammülsüz...” deyip, aslında başka sorunları olan çocuklarını çok zeki zannedebilir...

“Gelişmiş espri zekası” veya “bir oyun oynarken yeni kurallar icat etme” gibi kıstaslar o kadar sübjektif kıstaslar ki, eminim bu Pazar günü bunları okuyan birçok anne baba, “bizim çocuk da dahi mi acaba?..” diye aklından geçirecek...

Çok zeki mi değil mi bilmiyorum çocuklarınız...

Fakat mutlu olmalarını istiyorsanız, “sevgi dolu yetiştirin” onları...

Sevgiyi bilsinler, sevgiye doysunlar, en önemlisi de iç huzuru kaybetmeyecek şekilde büyüsünler...

Ego yapmayın mümkün olduğunca çocuklara...

Ki onlar da daha küçük yaşlarından ego duvarları örmesinler etraflarına...

Huzurlu ve mutlu olmaları, çok zeki olmalarından daha önemli çünkü bu hayatta...

BAYRAM YAZILARI...

KOCASININ ALDATTIĞI KADIN...


R. Şanal’ın Quantum İyileşme kitabından çok önemli gördüğüm bir bölümü bu bayram günü Pazar yazısı olarak alıntılıyorum sizler için...

Kendinizi gerçekleştirebilmeniz için...

***


“Aslında insanın varoluş amacı KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMEKTİR...

Kur’an diliyle söylersek ‘ABid’ olmak...

Ne anlama geliyor bu?..

Fatiha suresinde geçen ‘yalnız sana kulluk ederim’ ifadesini inceleyelim...

Abd kökeninden üremiş diğer sözcüklere baktığımızda ‘nebat, abide’ gibi hepsinin de yükselmek, büyümek, potansiyeli açığa çıkarmak gibi anlamlar taşadığını görürüz...

Bu durumda Tanrı’ya kulluk etmek, insanda mevcut potansiyelin açığa çıkarılması ile olur...

Nedir bu?..

Tabi ki; akıl, sevgi, merhamet, yapıcılık, güç gibi şeyler...

***


İşte insan bunları ortaya çıkarmalıdır...

Fakat bunları yapmamakta da özgürdür...

Bir yere kadar...

İnsan kendi olmamaya direnmeye başlayınca acılar, sıkıntılar, sorunlar ve tabii ki hastalıklar gelip kendini bulmakta gecikmez...

Bu durum da Tanrı’nın ‘Rab’ vasfıdır...

Eğiten, terbiye eden, geliştiren, olgunlaştıran ve bunun için de harika yöntemler uygulayan tarafı...

***


Daha önceki bir kitabımda “yaşlı kadın”ın hikayesini anlatmıştım...

Onun sesi güzeldi...

Bir koroda şarkı söylüyordu...

Derken ailesi onu evlendirdi...

Bu arada o şehirde bir radyo korosu kurulacağı anlaşıldı...

Bu koro kadrolu elemanlardan oluşacaktı...

Sınava girdi...

Kazandı...

Sonra da kocasına gidip bunu anlattı...

Tabii ki kocası buna izin vermedi...

Vermezdi de çünkü...

Aslında kendisi de bunu içsel olarak istemiyordu...

O da bu engeli normal karşıladı...

Sonra ne oldu?..

***


Kocası onu aldattı...

Hakaret etti...

Aşağıladı...

Sonunda ayakları tutmaz oldu...

Birkaç kez ameliyat masasına yattı...

Ayağına platin takıldı...

Ancak artık yürüyemiyordu...

Belki de zaten yürümek istemiyordu...

Bana ağlayarak hayat hikayesini anlatıp, bu kaderi kendisine verdiği için Tanrı’ya olan küskünlüğünü dile getirdi...

Bir yandan da hüngür hüngür ağlıyordu...

***


Tanrı ona iki yol göstermişti...

Yetenek vermiş, önüne imkanlar çıkarmıştı...

Ancak zorla onu, dosdoğru yola, mutluluk ve esenlik yoluna koyamazdı...

Çünkü ona özgür irade vermişti...

İstediğini seçebilirdi...

Cenneti ya da cehennemi seçmek ona kalmış bir şeydi artık...

***


İlişkilerde, parada, başarıda olduğu gibi sonucu belirleyen şey seçtiğimiz yoldur...

Hangisini seçiyoruz?..

Kendimiz olmayı ve gelişmeyi mi?..

Yani O’na kulluğu mu?..

Yoksa bundan korkup ertelemeyi mi?..

Onun yerine Tanrı yerine koyduğumuz diğer kişilere ve şeylere taparak vakit geçirmeyi mi?..

Bir danışmanımıza kendisini mutlu edecek şeyler yapmasını, örneğin bir seyahate çıkmasını önerdiğimizde; ‘Bir iyileşsem tabii ki giderim’ demişti...

Biz de ona asıl iyileşmek için, mutlu olacağı bir şey yapması gerektiğini anlatmaya çalıştık...

***


Bir reflü hastası, asit salgısı dolayısıyla yutkunma zorluğu çektiğini düşünür...

Oysa aslında, SÖYLEYECEKLERİNİ YUTTUĞU İÇİN MİDESİ ASİT SALGILAR...

Böylece sebeple sonuç birbirine karıştırılmış olur...

Son tahlilde insanın yaşam kalitesi, hasta olduğu için düşmez...

Yaşamı gerçek anlamda kaliteli olmadığı için hasta olur...

Kalite ise ancak tekamül ederek size gelir...”

BİR ŞEYLER VAR BU HAVALARDA!..

Nasıl güzel, nasıl lokum gibi bir hava var İstanbul’da anlatamam...

Soğuk desen soğuk değil...

Sıcak desen sıcak değil...

Güneşli...

Fakat yakmayan bir güneş...

Yakmayan bir güneş fakat üşümeyi engelleyen bir güneş aynı zamanda...

Hava durağan değil...

Esintili...

Ancak rüzgar orayı burayı uçurmuyor, kararında esmiyor...

Romantik hülyalara götürecek kadar esiyor...

Kapı pencere götürecek kadar realist davranmıyor...

Yağmur yağmıyor...

Hava kuru, nem oranı az...

Ancak kupkuru bir çoraklık hakim değil etrafa...

Bazıları sararsa da, yok olmadı yeşillikler hala...

***


Uzun yürüyüşler yapıyorum...

Uzun düşüncelere dalıyorum...

Uzun sohbetler yapıyorum...

Uzun bir maratonun bir bilinmez durağında hissediyorum kendimi...

Bir şeyler oluyor...

Bir şeyler bitiyor...

Bir şeyler başlıyor...

Bir şey var bu sefer Sonbahar’da...

10 yıl önce biten, sonra 10 yıl önce başlayan bir şeyler yeni bir döneme sanki kapı aralıyorlar...

İzah edemediğim bir şeyler var bu havalarda...

Uzun yürüyüşler, tepelere tırmanılan ağır çıkışlar, açılan nefesler, ruhun derinliklerinden yansıyan nirengi hesaplaşmalar...

Bir şeyler var biliyorum...

Anlatamıyorum!..

DİĞER YENİ YAZILAR