Lucescu olmayacaksa Abdullah Avcı'ya bir şans daha verilsin!..

Haberin Devamı

Türk getirdik olmadı!..

Yabancı deyip Hiddink gibi dünya çapında bir adamı getirdik yine olmadı...

Sonunda İstanbul Büyükşehir Belediye’de uzun yıllar başarılı bir performans çizen genç teknik direktör Abdullah Avcı’yı getirdik...

O da takımı oturtamadı, hata yaptı ve iyi bir başlangıç yapamadan Brezilya şansını kaybetti...

Bütün televizyonlar bana Abdullah Avcı sorusunu soruyorlar...

Hamit Altıntop’un “Otoritesi yok” sözünden hareketle, “Gitmeli mi kalmalı mı?..” diye soruyorlar...

***


Söyleyeyim...

Lucescu gibi daha verimli olacağı kuşku götürmez bir teknik direktör gelmeden, Abdullah Avcı gönderilmemeli...

Kulüp takımlarında da Milli Takım’da da aynı hata yapılmamalı artık...

Ancak daha iyi ve daha verimli olacağı kesin olan bir teknik direktör üzerinde karar kılınırsa, “yıllarca başarılı olmuş genç bir teknik direktörün bileti kesilebilir...”

Milli Takım Avrupa Şampiyonası’na da gidemedi...

Onun üzerine Hiddink gönderildi, çünkü takımla fazla ilgilenmiyor Türkiye’de bile yaşamıyordu...

Abdullah Avcı’nın hem genç hem de gelecek vaad eden bir Türk teknik direktör olarak bir şansı daha olmalı...

Çok daha verimli olacağı kesin olan birisi bulunmadan, Abdullah Avcı da apar topar gönderilirse, Milli Takım’da dikiş tutturmak kolay olmaz...

Abdullah Avcı genç bir Türk teknik direktör...

Lucescu gibi bir usta olmayacaksa, bir şans daha verilmeli...

*****


SEN WOODY ALLEN OLACAKSIN VE ROMA’YI BÖYLE ANLATACAKSIN ÖYLE Mİ?..

Sevdiğim dostlarım “hala görmedin mi?..” dediler geçen hafta içinde Woody Allen’ın “Roma’ya Sevgilerle” filmi için...

Şu anda dünyada en iyi “kadın başrol oyuncusu kim” diye sorsalar tereddütsüz “Penelope Cruz” derim... Böyle bir kadına ek, aynı filmde kendin oynayacaksın, yetmeyecek Oscar alan Hayat Güzeldir filminin unutulmaz oyuncusu Roberto Benigni’yi casta koyacaksın, Alec Baldwin’le peek yapacaksın ve çıka çıka Roma’ya Sevgilerle diye, sabun köpüğü kıvamında bir film çıkaracaksın...

Yazık!..

***


Woody Allen, dünyanın en ünlü sanatçıları arasına girdikten sonra, bir ara baymıştı Manhattan ilişki hikayeleriyle...

Daral geliyordu son zamanlarda bana, Allen’ın anlattığı New York Manhattan’da yaşanan grift ilişki analizlerinden, uzun diyaloglardan, obsesif ilişki türlerinden...

“Her sanatçının bir çıkış, bir de iniş dönemi vardır” deyip, o takıntılı ruh halini Allen’ın kendisini yenileyememesine bağlamıştım...

Zaten o filmleri, onu sinema dünyasının zirvelerinden hızla aşağı indirdi...

Artık sadece adının ağırlığı filme prestij veriyordu...

***


Sonra bir gün Woody Allen hayatıma yeniden girdi...

Vicky Cristina Barcelona, iki Amerikalı genç kızın Barcelona’da yaşadıkları bir tatilin, mükemmel biçimde dramatize edilmiş bir öyküsüydü...

Woody Allen yeniden parlamış, Penelope Cruz, Javier Bardem, Scarlette Johnson unutulmaz oyunculuklar sergilemişlerdi...

Doğrusu Roma’ya Sevgilerle filmine giderken, biraz da Roma’nın muhteşem doğal dekorunda Barcelona tadında bir film bekliyordum...

Heyhat...

Tam bir hayal kırıklığı yaşadım...

Filme serpiştirdiği öyküler, bizim Yeşilçam öykülerinin yanında ‘sıradan’ kalır Allen’ın...

***


Hadi o neyse de...

O her şeye yukarıdan bakan Manhattan’lı ‘snob’ tavır yok mu?..

Yine filme damgasını vurmuş...

O küçümseyen, ironik Woody Allen’vari anlatım tarzı...

O insanları derinden küçümseyen, hikayeleri sıradanlaştıran, hayata ‘yabancılaşmış’ sinematografik anlatımı...

O karakterleri içine almayan, dram ve öykü yaratmaktan uzak, eften püften, sabun köpüğü hikayecikleri Roma’nın tarihi dekoru ve müziğinden güç alarak, turistik bir havayla filme katan, Manhattan’lı entellektüel snobizm...

Yazık!..

Roma yaşıyor da...

Woody Allen ikinci kez öldü...

Bence denememeliydi...

Vicky Cristina Barcelona’dan sonra, Avrupa’nın kültür kentlerinden, turist rehber programı hazırlar gibi film çekmeyi...

*****


DİYABETİN NEDENİ GURUR!..

Diyabet hastası mıyım bilmiyorum...

Doğrusu bilmiyorum...

Hiç ölçtürmedim...

Ancak çevremde mebzul miktarda diyabet hastası tanıdığım var...

Hepsindeki ortak özellik de “gurur...”

Quantum İyileşme kitabında R. Şanal, diyabetin nedeninin ‘gurur’ olduğunu yazıyor...

“DİYABET

Nedeni:

Gurur...

Hatasını kabul edip özür dileyememek...

Hata yapmaktan korkmak...

Hata yapmaması gerektiğine inanmak...

Geçmişte yaptığı bir hatadan dolayı eylemsizliği seçmek...

DİYABETE NEDEN OLAN DÜĞÜMÜ ÇÖZECEK YARGILAR:

Hata yaptım... Bunun için kendimi affetmiyorum...

Hata yapmaya hakkım yok...

Kimsenin önünde eğilmem...

Mutlu olmaya hakkım yok...

Hayattan zevk almaktan korkuyorum...

Suçluyum... Bunun bedelini ödemem gerekiyor...

EYLEM ÖDEVLERİ...

Sık sık özür dileme alıştırması yapın...

Bunu yaparken de hafifçe o kişilerin önünde eğilin...

Dünyada hiç hata yapmayan biri var mı?.. Bir araştırın!..

Bir işi ilk kez denediğinde başaran biri var mı bunu da araştırın... (Örneğin bisiklete binmek, bir şiir ezberlemek, araba kullanmak gibi...)

‘Yaptığım ve yapmadığım her şey için kendimi affediyorum...

Öğrenmek ve gelişmek içinde her şey, ben de öğreniyorum...’ olumlamasını tekrar edin...

Günde en az yirmi kere sabah ve akşam...

‘Yanlışlarımı ve doğrularımı seviyorum...’

Bu olumlamayı da aynı şekilde sabah akşam günde yirmi kez tekrar edin...

***


Aslına bakarsanız hastalıklar insan tekamülünün hangi noktada bulunduğunu nerede ve neden aksadığını gösteren işaretlerdir...

Hastalıklar, ruhun sonsuz yolculuğunda, kendi Tanrısal güçlerini farketmek için uğraşan insanın ne durumda olduğunu bize gösterir...

Bu yetenek, bu güç, bu farkındalık olmadan hastalığın gerçekten tam olarak ve kökten iyileşmesi pek mümkün değildir...

Örneğin hayatın bolluğunun ve sonsuzluğunun farkına varmayan birisi, elindekini sıkıca tutma ve koruma eğiliminde olacaktır...

Büyük bir ihtimalle peklik (kabızlık) çekecektir...

Başka bir örnekte diyabet hastalığı ile gurur arasında yakın bir ilişki vardır...

Çünkü diyabet hastaları başkalarına zarar verdiklerini fark etseler bile, bunu o kişilere itiraf edip özür dilemezler...

Kendi düşündükleri ve yaptıkları şeyler konusunda yanılma ihtimali bile onları fena halde rahatsız eder...

Bu yüzden yaşamı deneyebilecekleri bütün olanakların önünü kesip, yaşam kalitesini düşürerek, hata yapma ihtimalini ortadan kaldırmış olurlar...

Aynı zamanda bu işi dolaylı bir strateji uygulayarak yaptıkları için de kimse bunu fark etmeyecektir...

***


Uzun bir quantum çalışması yaptığımız bir diyabetli danışmanımız, kendisine enerji verileceği için uzanması gerektiğinde, “böyle ayakta dursam olmaz mı?..” demişti...

Birisinin önünde öyle boylu boyunca yatmak, onun ellerine kendini bırakmak kolayca yapacağı bir şey değildi çünkü...”

***


“Gurur...”

Hayatta öğrenilmiş çaresizliklerimiz içinde en temel direklerden biri...

“Burnu yere düşse eğilip almaz...” sözündeki kutsamanın, üzerimizde bıraktığı etkiyi inkar edebilir miyiz?..

Yalaka tiplerin, onun bunun karşısında ezilip büzülenleri küçümserken “Beş paralık gururu yok ki” ifadesini sıkça kullanmaz mıyız?..

Doğrusu diyabet hastası mıyım gerçekten bilmiyorum...

Fakat tersten okumak gerekirse;

Bu özelliklere bakarak “Diyabet hastası olabileceğim hususunda çok kuvvetli şüphelerim var!..”

Maalesef!..

DİĞER YENİ YAZILAR