Bela ve uğursuzluk çağırmaya karşı iki ibretlik öykü...

Haberin Devamı

“İngiliz tenisçi Gem Gilbert küçüklüğünde bir trajediye şahit olmuştu...

Bir gün annesiyle rutin bir diş kontrolüne gitmişlerdi...

Kızcağız işlerini bitirip bir an önce eve dönmeyi planlarken, inanılmaz bir aksilik olmuş ve annesi onun gözleri önünde dişçi koltuğunda can vermişti...

Bu karanlık anı hiç aklından çıkartamadı Gem Gilbert...

Onu bir türlü silemedi hatıralarından...

Elinden hiçbir şey gelmiyordu...

Yapabileceği tek şey, asla dişçiye gitmemekti...

***


Yıllar sonra başarılı ve zengin bir tenisçi oldu...

Bir gün dişinde dayanılmaz bir ağrı başladı...

Sonunda ailesi onu bir dişçiye görünmeye ikna etti...

Ancak dişçiye gitmek istemiyordu...

Bu sefer ailesi onu ikna edebilmek için, “Dişçiye görünmek için kliniğe gitmemize gerek yok... En iyisi dişçiyi eve çağıralım...” düşüncesini benimsedi...

Gem Gilbert’te de “Biz yanında olacağız... Korkacak bir şey yok... Diş doktoru eve gelecek...” dediler...

***


Diş doktoru muayene yapıp tedavi etmek için eve geldikten bir süre sonra inanılmaz bir olay meydana geldi...

Diş doktoru operasyon aletlerini hazırlayıp başını çevirdiğinde Gem Gilbert’in oturduğu koltukta ölmüş olduğunu gördü...

Gilbert hayatındaki tek bir pişmanlığı o kadar çok büyütmüştü ki, o psikolojik telkinin gücü, onun tüm hayatını etkileyecek şekilde karşısına dikilmiş ve sonunda onun ölümüne neden olmuştu...

Hayatınız kendinizi kurtaramadığınız pişmanlık ve üzüntülerle doluysa bunlar sizi hem duygusal hem de fiziksel olarak hayati derecede etkileyeceklerdir...”

***


Bu öyküyü anlatmamın bir nedeni var...

Birbirimizi boğazlayan bir iklimde, yaşamın değil ölümün yeşerdiği bir coğrafyada yaşamayı tercih ediyoruz...

Bu coğrafyada barış ve huzur dolu bir iklimi hakim kılmak yerine, birbirini boğazlayan, kin ve intikam peşinde koşan, sürekli nefret, düşmanlık ve kavga tetikleyen bir tarzı benimsiyoruz...

Tenisçi kızın dişçideki ölümü gibi, düşünce sistematiğimizle hep yeni ölümleri ve kaza gibi gelen felaketleri çağırıyoruz...

Hayata barışçıl ve huzurlu bakmadığımız için, “bütün uğursuz sayılan olaylar ve belalar” sanki bizi buluyorlar...

Biz yaşam biçimimizle, düşünce şeklimizle uğursuzlukları sanki özellikle başımıza musallat ediyoruz...

Bu ülkede sürekli bir negatif enerji akımı var...

Enerjiyi pozitife dönüştürmemek için elimizden geleni yapıyoruz..

Aşağıdaki öykü yaşama bakış açımızın hayatı nasıl mucizevi bir şekilde değiştirdiğine örnektir:

***


Küçük bir kasabada yaşayan çok yoksul bir kız vardı...

Babasını kaybetmişti...

Annesiyle birlikte yaşıyor ve annesiyle birlikte yaptıkları el işlerini satarak zar zor geçiniyorlardı...

Genç kız hayatı boyunca hiç güzel giysilere ve takılara sahip olamamıştı...

Aşağılık duygusu içini kemiriyordu...

Genç kızın 18 yaşına bastığı yılbaşında annesi daha önce yapmadığı bir şey yaptı...

Ona bir cüzdan dolusu para vererek gidip kendisine bir hediye almasını söyledi...

***


Ancak kız böyle bir şeyi en çılgın rüyalarında bile görmemişti...

Dükkanlara gidip, oralarda dolaşacak cesareti kendinde bir türlü bulamıyordu...

Sonunda cüzdanına sımsıkı sarılıp kasabanın alışveriş merkezine doğru yürümeye başladı...

Kalabalığa karışmamak için büyük gayret sarf ediyor, duvarın dibinden ayrılmadan yürümeye çalışıyordu...

Alışverişe giderken etraftaki herkesin ondan daha iyi giyindiğini, daha mükemmel yaşadığını düşünerek kendi kendine sızlanmaya devam ediyordu...

“Başımı dik tutamıyorum... Bu kasabadaki en hırpani kız benim...” diyordu...

Uzaktan gizli gizli hayranlık duyduğu genç adamın kendisini beğenmediğini düşünüyordu...

Bu düşüncelerle, yol boyu insanlardan kaçarak kendisine bir şeyler alacağı dükkana geldi...

İçeri girdikten bir süre sonra gözüne “saça takılacak muhteşem güzellikteki süsler” çarptı...

***


Genç kız gördüklerinden o kadar etkilenmişti ki, şaşkınlık içinde hayran hayran onlara bakıyordu...

Tezgahtar kız, kıza dönüp, “Ne kadar güzel ve gür saçlarınız var... Saçınıza şu soluk yeşili çiçeği takarsanız harika görüneceksiniz...” dedi...

Kız çiçeğin etiketine bakıp, elindeki paranın büyük bölümünü vermesi gerektiğini görünce almak istemedi...

- “Param yetmez ona, boşuna zahmet etmeyin...” dedi...

Ancak satıcı kız yapma çiçeği saçına iliştirmişti bile...

***


Tezgahtar arkasından bir ayna bulup kıza tuttu...

Genç kız kendisini daha önce hiç böyle görmemişti...

Aynadaki görüntüye şaştı kaldı...

Yüzü sağlık ve güzellikle ışıl ışıldı...

Çiçek sanki onu bir meleğe dönüştürmüştü...

Bir an bile duraksamadan, cüzdanındaki paranın tamamına yakın bir kısmını çıkartıp çiçeği satın aldı...

Sevinçten çığlık atmak istiyordu...

Parasının üstünü kaptığı gibi heyecanla kapıya doğru koştu...

Tam kapıdan çıkarken kapıdan girmekte olan yaşlı bir adamla çarpıştı...

Bekleyecek zamanı yoktu, hemen caddeye fırlamak istiyordu ve koşarcasına dükkandan çıktı...

Yaşlı adam sanki arkasından onu çağırır gibi olmuştu, ama o gerisin geri dönüp bakmadı bile...

Başında onu melekler gibi gösteren yeşil çiçekle güzellik saçıyordu ve bunu bütün kasabaya göstermek istiyordu...

***


Koşarak kasabanın ana caddesine çıktı...

Herkes ona gizli ve hayret dolu bakışlarla bakıyordu...

Kulağına “Nereden çıktı bu güzel kız?.. Kasabada böyle güzel bir kızın yaşadığından haberimiz yoktu...” gibi konuşmalar çalınıyordu...

Gizlice hayran olduğu genç adama rastladı...

Genç adam onu görünce, akşam yılbaşı partisindeki dansa beraber gitmeyi teklif etti...

Genç kız sevinçten deliye dönmüştü...

Bunu kutlamak istedi...

“Hayatımda bir kez olsun hovardalık yapayım, bu çiçeği satın aldığım dükkana dönüp cüzdanımda kalan son parayla, beğendiğim bir şeyi daha alayım...” dedi...

Sevinçten etekleri zil çalarak, kendisini melek gibi gösteren çiçeği aldığı dükkana geri döndü...

Dükkandan içeri girer girmez, çıkarken çarpıştığı yaşlı adamı gördü genç kız...

Yaşlı adam, “Döneceğini biliyordum...” dedi genç kıza...

“Kapıda benimle çarpışınca başındaki çiçek düşmüştü... Çiçeğin olmadığını fark edip, dükkana döneceğini biliyordum...”

***


Hayatı kafanızın içinde nasıl hissederseniz, dışarda da öyle yaşarsınız...

Bireysel olarak da böyledir...

Toplumsal olarak da...

Bela ve uğursuzlukları çağıran birey olabileceğiniz gibi, bela ve uğursuzlukları çağıran bir toplum da olabilirsiniz...

*****


AFYONKARAHİSAR PATLAMASININ NE OLDUĞU BİR AN ÖNCE AÇIKLANMALI...

25 askerimizin şehit olduğu Afyon’daki patlama için herkes bir şey söylüyor...

Kaza mı, PKK’nın bir kumpası mı, henüz bilinmiyor...

Ancak ben hükümete bir öneride bulunayım...

Bu olayın zamanlaması öyle hassas bir döneme denk düştü ki, herkes kaçınılmaz olarak olayı PKK’nın yapmış olabileceğini düşünüyor...

***


Elde olayı PKK’nın yaptığına dair bulgu varsa açıklansın...

Yoksa, ihmalden kaynaklanan bir felaketse, bu da bütün ayrıntıları ve sorumlularıyla kamuoyuyla paylaşılsın...

Şu anda olayın algılaması, gerçekte ne olmuş olursa olsun, olayın terörle bir bağlantısı olduğu şeklinde...

En tehlikeli durum şüphenin insan beynini kemirip, tahrip etmesidir...

Hiçbir gerçek, şüphenin insan beyninde yarattığı tahribatı yaratmaz...

Hükümete ve yetkililere önerim, gerçekler ortaya çıktığında bir an önce her şeyi kamuoyuyla paylaşmaları...

Gerçekleri öğrenmenin huzuru, bazen en kötü olayları tevekkülle karşılamaya yarar...

Yanlış algılar yönetmemeli Türkiye’yi...

Belalar ve uğursuzluklara yanlış ve abartılı algılar da eklenirse, işin içinden hiç çıkamayız çünkü...

DİĞER YENİ YAZILAR