Cafu’yu anacağım varmış demek ki!..

Haberin Devamı

Beşiktaş-Galatasaray derbisi bitiyor...

Yanı başımda Ali Dürüst, karşımda Fikret Orman, çaprazımda Tamer Kıran var...

Onların yanındayım çünkü pozisyonları bir daha seyrediyorum Şeref Tribünü’nün salonundaki televizyondan...

Bir taraftan da gazeteye maç yazısını yazdırmaya çalışıyorum...

Penaltı pozisyonu, kararı veren yardımcı hakem, orta hakem, üç üçlük derbinin pozisyonları derken, herkesin bir kulağıyla beni dinlediğini fark ediyorum...

Biter bitmez, stat dışına Kanaltürk’ün programına gidiyorum...

Beşiktaş-Galatasaray derbisi, Fenerbahçe’de Aziz Yıldırım-Aykut Kocaman-Alex üçlüsünün arasında yaşanan olaylar ve Galatasaray’ı Şampiyonlar Ligi grubundan çıkartmak için yapılacak transferleri anlatıyorum...

Her şey üst üste biniyor ve transferi anlatırken bilinçaltımda bir türlü unutamadığım futbolcu dilime dökülüyor...

Galatasaray’da üst düzey bir yöneticinin Kaka’yı ne yapıp edip almaya çalışacağını anlatırken, ağzımdan Kaka ismi çıkıyor, fakat beynimde geçmişten kalan unutamadığım bir başka Brezilyalı’nın görüntüsü beliriyor...

***


“Kaka transfer edilmeye çalışılacak” diyorum, fakat aklımdan Kaka değil bilinçaltıma efsane futbolcu olarak nakşolan Cafu geçiyor...

“Kaka alınacak” diye konuşuyorum, ancak beynimde Cafu’nun sağ bekteki müthiş futbolunun görüntüsü patladığından ben Kaka’yı değil Cafu’yu görüyorum...

Onun efsanevi futbolunu...

Sağ bek oynadığı Milan forması altında sağdan aktığı, rakibin sol tarafını allak bullak ettiği görüntüleri... Bilinçaltım bilinç üstüme inanılmaz bir oyun oynuyor...

Kaka’yı söylerken, Cafu’yu düşünüyorum...

Demek anacağım varmış o futboluna deli olduğum oyuncuyu...

Cafu bugün 42 yaşında...

Brezilya milli takımı formasıyla iki dünya kupası kazandı...

2002 FIFA Dünya Kupası’nı kaldıran kaptandı...

Pele tarafından dünyanın yaşayan en iyi 125 futbolcusundan biri olarak seçildi...

2002 yılında sergilediği futbolla dünyanın en iyi futbolcusu seçildi...

Müthiş bir sağ bekti...

Dilim Kaka derken, beynimde Cafu’nun görüntüsü vardı...

Efsanevi akışını, sağdan tank gibi rakip sahaya inişini...

Sıfırdan ceza sahasına süzülüşünü...

Marcos Evangelista de Moreas; kısaca Cafu sanırım bizi andı...

*****


ALMAYACAKSIN MAZLUMUN AHINI... ÇIKAR ÇÜNKÜ AHESTE AHESTE!..

Yaz başlarında Hüsnü Güreli’nin oğlunun düğünü vardı...

Çırağan Oteli’nin saray tarafında, açık havada, tiril tiril bir yaz gecesinde yuvarlak masalarda toplanmıştık...

Yanıma baktım, bir boşluk ötede İlker İnanoğlu oturuyordu...

İlker İnanoğlu’yla fazla samimi sayılmazdım...

Esas babası Türker İnanoğlu yakın dostumdu...

Hoşbeş sohbet, kısa konuştuk...

Sonra aramızdaki boş sandalyeye genç ve güzel bir kız oturuverdi...

“Ben Zeynep” dedi genç kız...

“Zeynep Mutlu...”

Bizim efsanevi kalecimiz Necmi Mutlu’nun yeğeni, Cezmi Mutlu’nun kızıydı Zeynep...

Erkek kardeşi Mehmet Mutlu da çok sevdiğim bir kardeşimdi...

- “Allah Allah” dedim genç kıza; “Senin, senin dışındaki bütün aileni tanıyorum... Bir tek seni tanımamışım...”

Zeynep Mutlu’yla İlker İnanoğlu’nun beraber olduklarını, gazetelerde hayal meyal görmüştüm...

Orada yanımdaydılar ve mutlu mesut aralarında fısıldaşıyordular...

***


Zeynep’le İlker’in kendilerinden çok ailelerini ve onları yetiştirme biçimlerini biliyordum...

İlker ilkokuldan beri İsviçre’de okumuş, sonra da Amerika’ya gitmişti...

Zeynep tamamen Avrupai bir tarzda yetiştirilmişti...

Aileler birbirlerine yakın “tarzları” bulmuş olmaktan mutlu, Zeynep’le İlker’in beraberliğini onaylıyorlardı...

Bunu düğünde fark etmiştim...

Zeynep’in babası, erkek kardeşi zaman zaman yanımıza geliyor, İlker’le sohbet ediyorlar ve mutlu görünüyorlardı...

***


Dün öğle yemeğinde masada bulunan bir arkadaş, “Bu ne biçim fotoğraftır?..” diye tepki gösterdi...

“Bir genç kadın, sevgilisinin ayağını mı öper?..”

Şaşırıp kalmıştım...

İlker’le Zeynep’in yanımda nasıl bir birliktelik yaşadıklarına tanık olmasam, gazetelerin fotoğraflarından fışkıran “ayağını sevgilisine öptüren maço ağa” intibaına ben de katılacaktım...

Fakat ikisinin aralarındaki aşk ilişkisinin kimyasını gören ben, böyle bir maço ağa görüntüsünün ne kadar absürd olduğunun farkındaydım...

Fotoğraf bir enstantanedir...

Bir anı fotoğraflarsanız ve gerisi kafanızda yarattığınız illüzyondur...

***


Şimdi sorayım...

Hangimiz bir yüzme anında, sevgilimizin, eşimizin eline, ayağına, yanağına bir öpücük kondurmaktan imtina ederiz?..

Sevginin tezahürü değil midir, sevgiliye masum öpücükler kondurmak...

Yüzerken sevgilinin kıyıdan salınmış ayaklarını görüp, ona bir öpücük kondurmak, “bir ‘ağa’nın ayaklarını öpmek gibi” bir fiil midir?..

Hali vakti çok yerinde bir ailenin Avrupa’da yetişmiş genç kızlarını, “erkeğin elini ayağını öpen bir zavallı, biçare kadın durumuna düşürmek” hak mıdır?..

Günah değil midir?..

***


Show TV yıllarında zaman zaman Erol Aksoy’a “Bir gazete almak ya da çıkartmak lazım patron” derdim; “Sadece televizyon rakiplerin saldırıları karşısında bizi korunaksız bırakıyor...”

Erol Aksoy’un kafasına yatardı söylediklerim...

İsterdi de bir gazete sahibi olmayı sanırsam...

O anlarda hiç beklemediğim bir tepki gelirdi İnci Aksoy’dan...

- “Hiçbir gazete sahibine, gazete sahipliği uğur getirmedi... Hep uğursuz bir şey geldi başlarına... Çünkü gazetedeki haberlerde çok fazla suçsuz günahsız insanın ahını alıyorsunuz... O ahlar gün geliyor sizden çıkıyor...”

***


Gençtim, gazetecilik mesleğine ölesiye bir aşkla bağlıydım...

Gazeteciliği eleştiren, sorgulayan hiçbir düşünce beni çekmezdi...

- “Allah Allah” demiştim içimden, “Niye bu kadar hassas acaba İnci Aksoy bu konuda?.. Bir sürü gazete patronu var... Hepsinin mi başına uğursuzluk geliyor ki?..”

Belki hepsinin başına gelmedi, fakat geçen yıllar bana şunu öğretti...

Gazetecilikte ah alırsanız o ah gün gelip sizi buluyordu...

Gazete patronu, gazete yöneticisi, muhabiri, köşe yazarı, manşet atanı, manşet yazanı fark etmez...

“Ah” alan kimse “o ahın bedelini” ödemekten muaf tutulmuyordu...

Buna herkes gibi ben de dahildim...

***


Elbette Zeynep Mutlu’nun, sevgilisinin ayağını öpmesinin bu şekilde lanse edilmesi “ölümcül bir aha” tekabül etmez...

Fakat bunları “kafasına göre işleyen gazeteciler” şunu hiçbir zaman unutmasınlar...

Onların da bugün yoksa yarın kız çocukları olacak...

Kız çocukları olmasa, kız kardeşleri olacak...

Kardeşlerinin çocukları olacak...

Gün gelip, “hiç günahı olmadığı halde, rezil bir duruma düşürülmek istemez kimse...”

Almayacaksın mazlumun ahını...

Çıkar çünkü aheste aheste...

DİĞER YENİ YAZILAR