Poyraz'ın palamut mevsimi...

Haberin Devamı

Dün akşam gök gürledi, şimşek çaktı, deniz kabardı, yağmur indi Boğaz’a...

Poyraz üç buçuk yaşında oldu...

Alacakaranlıkta gök gürlerken yanıma gelmişti...

Açık kapılardan ve pencerelerden, göklerin gürlemesini izledik...

Şimşeklerin çakmasını...

Koyu bulutların gökyüzünü kaplamasını...

Yağmurun Boğaz’a inmesini...

Suya değmesini...

Sonbahar geliyordu işte...

O an öğle yemeğinde mevsimin ilk palamutunu yediğimi fark ettim...

Geçen sene bu zamanlarda yazdığım Palamut Mevsimi yazısı geldi aklıma...

Açtım yazıyı okudum...

***


“İstanbul Boğazı’nın kıyısında teyzeler, enişteler, anneannelerin sıcaklığında, kalabalık geçen yaz günlerinin sonlarında gelirdi masaya çingene palamudu...

Palamudun sofraya gelmesi, yazın sonu geldi demekti...

Tatil bitiyor, eylül geliyor demekti...

***


Okullar açılacak, denize, güneşe, yaza ve Boğaz’a elveda denecek, Ankara’ya dönülecek, lacivert ceket, gri pantolonlu, kolej günleri başlayacak demekti...

En sevdiğim balık palamuttu...

Kılçıksızdı...

Lop etliydi...

Siyah etinin kızartması ve ızgarasının bol sirkeli, zeytinyağlı, soğanlı ve yeşil biberli çoban salatasıyla tadı muhteşem olurdu...

***


Çingene palamuduyla başlayan ağustos sonu lezzeti, bizler için, okulun başlama zili gibiydi...

Ağzımda çingene palamudunun yarattığı lezzet, okulun başlamasının ruhumda yarattığı kekremsi tatla harmanlanması, aşure gibi bir ruh haline dönüşürdü...

Palamut ağustos sofralarında kendini ilk gösterse de esasen ‘Eylül’ü çağrıştırırdı...

Biten yaza ve başlayan yeni sezona tekabül ederdi...

***


Dün Boğaz çocuğu olan NLP’ci kardeşim Metin’le (Çınaroğlu) yılın ilk palamudunu yemek üzere Bebek’teki balık lokantama gittim...

Deniz börülcesi, kabak çiçeği dolması biraz da patlıcan salatası aldıktan sonra, ızgara palamut söyledim...

Garson ‘Hani bunun kızartmasını yemeyecek misin’ diye öyle bir yüzüme baktı ki, ‘Getir bir porsiyon da palamut kızartma... Yanında bol limon olsun...’ deyiverdim...

Palamut mevsimi gelmişti...

Yaz bitiyordu...

***


Taze umutlar, yeni hedefler, kıpır kıpır heyecanlar var mıydı ruhumda bilmem ancak sofradaki palamut yaz mevsiminin sonuna geldiğimizi işaret ediyordu bana...

Palamudun lezzeti, yeni başlayacak sezona doping olurken, yazın keyfi ve rehaveti ruhumda tahteravalli oynamaktaydı...

Bebek koyuna baktım uzun uzun...

Güneş lacivert denizi pırıl pırıl parlatıyor, küçük tekneler minik huzursuz dalgalarla akrobasi yapıyorlardı...

Geç bir öğle vaktiydi...

Hepsi hepsi iki masa vardı restoranın terasında...

Yabancıydılar...

***


Bir süre sonra bir karı koca geldi restorana pusetteki çocuklarıyla...

Gençten bir Arap ailesiydi...

Denizin üzerindeki masalardan birini işaret ettiler şef garsona...

Kimbilir ne egzantrik geliyordu Bebek’te bir öğle vakti onlara...

Arkadaşlarına, dostlarına kimbilir nasıl anlatacaklardı yedikleri balığı, denizin üzerindeki tahta beyaz örtülü masayı, küçük tenelerin denizde yarattığı dalgalı tahteravalliyi?..

***


Boğaz aslında; Boğaz’ın kendi çocuklarına zeytinyağı ve sirkesi bol tutulmuş bir çoban salatası eşliğinde yenen nar gibi kızarmış palamutları hatırlatır çokça...

Yüzdüğünüz kıyıları, akıntıda sürüklendiğiniz suları, sahile vuran dalgaları kıyıdan ve vapurdan yaptığınız balıklamaları...

Boğaz; istavriti, izmariti, çinekopu, toriği, lüferi, midyeyi en çok da palamudu hatırlatır...

O palamut da bitmekte olan bir yazı anlatır Boğaz çocuklarına...

Boğaz’ın çocukları bilirler ki;

Ömür denilen şey, palamut mevsimlerinin toplamından ibarettir...”

***


Yazı böyle bitiyordu...

Poyraz’a baktım...

Şimşeğin çaktığını söylüyordu...

“Yağmur yağıyor” diyordu...

Konuşmaya başlamıştı...

Bir Palamut Mevsimi daha gelmişti işte...

Boğaz çocuklarından birini bir yaş yaşlandırırken, diğerini büyütüyordu...

Kimbilir belki bir gün Poyraz da aynı cam kapının önünde, küçücük bir çocuğa Boğaz’ı anlatacaktı...

Palamut Mevsimi’ni...

*****


BİRİSİ İÇİN DİLEDİĞİNİZ SİZİN BAŞINIZA GELİR...

Hayatta başka insanlar için kötü şeyler dilerseniz, başınıza bir süre sonra, o dilediğiniz şeylerin gelmesi olasılığı çok büyüktür...

Birisine kin duyarsanız o enerjiyi o kişiye aktarırsınız...

Kin duyduğunuz kişinin, size sevgi duyması ihtimali yoktur...

O da size “kin duyacaktır...”

Böylece “kin”i hayatınıza çağırmış olursunuz...

Keza “intikam almayı düşündüğünüz ya da içten içe kötülüğünü istediğiniz insana gönderdiğiniz düşmanca enerjiyi evren hemen alacaktır...”

Siz gönderdiğiniz bu enerjiyi o insanın almadığını düşüneceksiniz...

Oysa sizin gönderdiğiniz enerjiyi o insan da alacak...

Hissedecek ve o da aldığı bu enerji gibi size aynı enerjiyi aksettirecek...

*****


İnsanlara ve olaylara karşı kin ve öfke besleyenlerin, “hayatlarında başlarının beladan kurtulmaması” bundandır...

Yaşamımızda olan her şey “biz öyle olmasını istediğimiz için öyle olur...”

Yaşamımızı belirleyen şey, tamamen bizim kendi seçimlerimizdir...

Biz karşımızdaki için neyi istersek, genelde kendi başımıza o istediğimiz şeyin geldiğini görürüz...

Onun için yaşam guruları, “Hayatta bir şey isterken, evrene bir istek gönderirken dikkatli olun” derler...

“Her an başınıza gelebilir...”

*****


Anlattığım olay size bir hipotez olarak gelebilir...

“Bu kendi kendine yapılmış önermelerden biri... İspatı yok” denebilir...

Oysa Deepak Chopra’nın şu sözleri çarpıcıdır:

“Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, şu an olan her şey geçmişteki seçimlerimizin bir sonucudur...

Eğer sizi aşağılayacak bir şey yaparsam, büyük ihtimalle aşağılanmak için bir seçim yapmış olurum...

Eğer size iltifat edersem, övülmek için bir seçim yapmışım demektir...

Bunu bir düşünün...

Bu bir seçimdir...

Sizi gücendirebilir, aşağılayabilirim...

Ve siz gücenmemek üzere bir seçim yapmış olabilirsiniz...

Aynı zamanda size iltifat edebilirim ve siz övülmeye izin vermemeyi seçmiş olabilirsiniz...

Çoğumuz sonsuz seçimler yapabileceğimi halde, şartlanmış reflekslerimizle alışılmış bir davranış biçimi içinde hareket ederiz...

*****


Bu şartlı refleksler Pavlov deneyindeki gibidir...

Pavlov’un ünü; köpeklerle yaptığı çalışmalardan gelir...

Eğer bir köpeğe zili her çalışınızda yiyecek bir şey verirseniz, kısa bir süre sonra köpek sadece zilin sesiyle bile salya salgılamaya başlar...

Çoğumuz geçmişteki şartlanmalarımızdan dolayı, çevremizdeki bir olaya, tekrarlanan ve tahmin edilebilen tepkiler veririz...

Reaksiyonlarımız otomatik olarak insanlar ve olaylar tarafından tetkiklendiğinden, varoluşumuzun her anında yaptığımız seçimlerin aslında tamemen elimizde ve değiştirilebilir olduğunu unuturuz...

Yani seçimlerimizi farkında olmadan yaparız...

Eğer seçimlerimizi yaparken, bir an için kendimizi bir adım geri çekip, yaptığımız seçimlere dışardan bakmayı öğerenebilirsek, karar verme sürecini bilinçaltından çıkartıp, bilinç üstü dünyamıza taşırız...”

*****


Başkaları için bir şey isterken, dikkatli olun...

Onlar için istediğiniz her ne ise, sizi de etkisi altına alacak, kapsama alanına sokacaktır...

Başkaları için istediğiniz her şeyin size geri dönüşümü olur...

Kısaca şöyle söyleyebilirim...

Hayatta huzurlu olmak istiyorsanız, etrafa huzur saçmalısınız...

DİĞER YENİ YAZILAR