Leros Adasında yazın son öğle yemeği...

Haberin Devamı

Uzun Bodrum günlerinin sonuna geldik...

Dün beni Leros adasına götürdüler...

Oradaki restoranların yemeklerinin güzelliğinden, ucuzluğundan, keyifli atmosferinden bahsediyorlardı yaz boyu...

Türkiye’den Yunan adalarına gidenlerin yemeklerde, tavernalarda, ambiyansta neyi sevdiğini bildiğimden, ben hiç gitmiyordum Bodrum’un karşısındaki Yunan adalarına...

Biliyorum deniz kenarına kurulmuş köhne ve otantik restoran atmosferini seviyor Türk turistler...

Ege otlarını, süzme zeytinyağının cömertçe konduğu salataları, balığı, mezeleri, ahtapotu, kalamarı, karidesi Yunan usulü pişirilip servis edilmesini seviyor bizim buradan tekneyle oralara gidenler...

***


Mitos Taverna tam bizim “özgür Bodrum turistine” uygun bir taverna...

Şişman patronu, aile işletmesi düzeni, köhne yapısı, her Yunan tavernasında görülen mezeleri, adalara mahsus taze deniz mahsulleri ve denizin üzerine kurulmuş otantik görüntüsüyle bir Ege klasiği gibi...

Baktım Türk turist grubu “Barbayanni marka uzoyu” keşfetmiş durumda...

Barbayanni şişecikleri masaya geldiğinde, hafif bir nostalji geçti içimden...

Yıllar önce Atina’ya gelen her Türk’e “Sakın Barbayanni’den başka uzo ısmarlamayın, sevmezsiniz...” diye tembihlerdim...

“Diğer uzoların esans kokusu vardır... Türk ağız tadına uymaz... Bir tek Barbayanni bizim Altınbaş’ı çağrıştırdığından tam Türk damak zevkine uygundur...” derdim...

***


Çünkü Barbayanni Midilli uzosuydu...

Yunanistan’da adalar Türkiye’ye yaklaştıkça, “Türk”leşir, Yunanistan’ın Batı’sına yaklaştıkça “İtalyan”laşırdı...

Korfu bir Greko-İtalyan adasıydı...

Leros veya Midilli ise Osmanlı etkisindeki Yunan adaları...

Gruptakilere, bu adalardaki Osmanlı kültür etkisinin, kıta Yunanistan’a göre çok fazla olduğunu söylüyordum...

İlgiyle dinliyorlardı, bir ara taverna sahibi, bir Türk dostumuzun onu İstanbul’a davet ettiğini söyledi...

“Sizinle ünlü bir kafede karşılaşmıştık... Çok Türk müşterimiz var... Bizim İstanbul’da Yunan yemeği yapan bir restoran açmamızı istiyorlar... Daha karar veremedik...” dedi...

Ne de olsa yedi yıl o ülkede yaşamışım...

Oranın insanıyla bir dostluk köprüsü kurar gönlüm, daha ilk karşılaşmada...

Bir doğal tanışıklık, bir dostluk, bir karşısındakini baştan tanıma hali vardır üzerimde...

- “Sakın İstanbul’da Yunan lokantası açmaya kalkmayın... Buraya Bodrum’dan gelenler Ege’nin üzerine serpişmiş bu adalarda ve sizin deniz kıyısındaki ahşap ve köhne tavernalarınızda ‘özgürlüğü ve otantikliği’ yudumluyorlar...

Onun için yemekleriniz onlara çok lezzetli geliyor...

İstanbul’da bu yemekleri burada sattığınız kadar kolay satamazsınız... Orada çok daha müşkülpesent olacaklar bu gördüğünüz insanlar... Şimdi her biri kendini Ege adalarında yaşayan birer Zorba olarak görmekte... Ege otlarını, gümüş balığını, ızgara ahtapotu, kalamarı, istakozlu makarnayı yerken doğayla ve Yunan adalarıyla bütünleştiklerini hissediyorlar... İstanbul’da çok daha müşkülpesent olacaklar bunlar... Şu kalenderlikten eser kalmayacak gördüğünüz insanlarda... Havadan ve sudan böyleler... Bodrum’da Çeşme’de açmayı düşünüyorsanız durmayın açın... Fakat İstanbul’da hiç tavsiye etmem...”

***


Gruptakiler tavernanın mutfağında aile üyeleriyle yaptığım bu konuşmayı duymadılar...

Aile kendi düşündükleri türden birisini görmekten mutluydu...

***


İstanbul’daki işletmeci dostlarım kendilerine “kötülük ettiğimi” düşünürler...

Oysa iyilik ediyorum...

Yunan yemeklerini ve Türk mentalitesini biliyorum...

Adalarda o salaş hava, Beyaz Türkleri kendinden geçirir...

İstanbul’a geldi mi onlar, başka bir dünyaya girerler...

Dakik, Avrupai, rekabetçi ve kapitalist bir dünyadır İstanbul’da yaşadıkları...

Minik Yunan adasından çıkıp gelen, istakozlu makarnasıyla meşhur tavernacı aile şaşırıp kalır İstanbul’un insan yutan rekabetçi coğrafyasında...

Hayat otantik haliyle ve otantik yerinde güzeldir...

Uzun yıllardan sonra sevdiğim mezeleri ısmarladım...

Gelen Barbayanni şişelerine durdum baktım...

Bir duygu rüzgarı geçti gözlerimin önünden...

Eski minik gazoz şişelerini andıran karafakileri arka arkaya dizdiğim günler geldi aklıma...

Dostlar, “Bir yudum da mı almayacaksın?..” dediler...

“Yok almayayım” dedim “Nasıl olsa biliyorum tadını... Ben en iyisi size güzel bir servis yapayım...”

Buzları koydum, uzoyu döktüm, üstüne beyazlaşana kadar su koydum...

Yoğun beyazlık renk baabında açılmadan su koymayı kestim bardaklara...

Beyaz şarap isteyen dostuma, Yunanistan’ın en iyi şarabını ısmarladım...

“Biraz şarap da mı tatmazsın?..” dediler...

“Hayır” dedim, “Size servis etmek yetiyor... Ben tadını biliyorum nasılsa...”

Tarama salatası masaya geldiğinde önümde kıpır kıpır kıpırdayan Ege’ye baktım...

Deniz dalgalıydı...

Bu yazın son öğlenlerinden biriydi...

Kader beni yine Yunanistan’a getirmişti...

Hayatım, Ege’nin iki yakasında bir tenis topu gibi gelip giderek geçiyordu...

En iyi bildiğim topraklarda ve denizdeydim...

İki kıyısını, denizini ve güneşini bilip yaşayabildiğim bu cennetin bir parçası olduğum için mutluydum...

Bir yaz daha bitiyordu işte...

Ömürden bir yaz daha eksiliyordu...

Kim bilir bir daha ne zaman, salaş Mitos’ta tarama salatası yemek nasip olacaktı?..

İskeleden ayrılırken bunu düşünüyordum...

*****


“BAŞKALARINI SUÇLAMAKTAN VAZGEÇİN...”


“İnsanlar üzerinde güç ve kontrol kurmaya çalıştığınızda enerjinizi boşa harcarsınız...

Ego uğruna para ve başarı kazanmaya çalışan kişi, gerçek mutluluğun tadını çıkarmak yerine, enerjisini mutluluk illüzyonu peşinde koşarak harcar...

***


Para kazanmayı sadece kendi ihtiyaçlarınız için istediğinizde, size akan enerjiyi kesip atar, doğanın müthiş işleyişine engel olursunuz...

Fakat eylemlerinizin tümünün temelinde sevgi olduğunda hiçbir enerji boşa harcanmaz...

Motivasyonunuz sevgi olduğunda yaptığınız her işte pozitif enerji birikir, kat kat artar ve topladığınız bu enerjiyle istediğiniz her şeyi yaratma keyfini yaşarsınız...

Bu isteğiniz sınırsız zenginlik isteği bile olabilir...

***


Bedeninizi, enerjinizi kontrol etmek için kullandığınız bir alet olarak düşünebilirsiniz...

Bedeniniz enerji üretir, biriktirir ve sonra bu enerjiyi kullanır...

Bu enerjiyi en etkili biçimde nasıl üretip biriktirebileceğinizi, sonrasında nasıl kullanabileceğinizi bilirseniz istediğiniz kadar zenginlik yaratabilirsiniz...

Egoya önem vererek çok büyük bir enerji harcarsınız...

Eğer iç referans noktanız ego ise, diğer insanlar üzerinde güç ve kontrol sağlamaya çalışıyor, sürekli başkalarından onay bekliyorsanız enerjinizi boşa harcıyorsunuz demektir...

***


Rüya Görme Sanatı’nda Don Juan Carlos Casenada’ya şöyle der:

‘Enerjimizin çoğunu kendimizi önemsemeye harcıyoruz... Bundan vazgeçtiğimizde iki olağanüstü şey deneyimleyebiliriz...

Birincisi, enerjimizi özgür bırakarak kendi büyüklüğümüze dair yarattığımız illüzyondan kurtulmak...

İkincisi, kendi içimizde yeterli enerjiyi toplayarak evrenin büyüklüğüne tanıklık etme fırsatını yaratmak...’

***

‘En Az Çaba’ yasası için gerekli üç unsur var...

İlk unsur kabul etmektir...

‘Bugün ne olursa olsun insanları durumları ve koşulları kabul edeceğim’ diyebilmektir...

Eğer şu an ile mücadele ediyorsanız, aslında tüm evrenle mücadele ediyorsunuz...

Bir insan veya durumdan dolayı üzgün ve kırgın hissettiğinizde, tepkinizin bu insan ve duruma karşı olmadığını hatırlayın...

Aslında bu insanın ve durumun size hissettirdiklerine tepki duyuyorsunuz...

Bunlar sizin duygularınız ve duygularınız da kimsenin hatası değil...

Bu gerçeği fark ettiğinizde, hissetikleriniz için sorumluluk almaya hazırsınız demektir...

***


Sorumluluk olaylar karşısında hiçbir şeyi, kendiniz dahil hiç kimseyi suçlamamak demektir...

Sorumluluk bir durum olay veya problemi olduğu gibi kabul ederek, yaratıcı bir karşılık verebilme yeteneğidir...

Her problem içinde fırsat tohumları barındırır...

Bu farkındalık sizin o anı alıp daha iyi bir durum veya şeye dönüştürmenize yardımcı olur...

***


Üçüncü olay kendi fikirlerinizi savunmaktan vazgeçmektir...

Bundan vazgeçerseniz daha önce boşa harcadığınız çok büyük bir enerjiyi geri kazanmış olursunuz...

Savunmaya geçer, başkalarını suçlar, kabullenmez ve kendinizi yaşadığınız ana teslim edemezseniz, hayatınız büyük bir dirençle karşılaşır...”

(Deepak Chopra’nın Başarının 7 Spirütel Yasası kitabından)

DİĞER YENİ YAZILAR